Kadınlar Vaizi. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kadınlar Vaizi - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 4

Название: Kadınlar Vaizi

Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-66-2

isbn:

СКАЧАТЬ merhum da bıyıklarını boyar, tarar, kozmetiklerdi. İçyüzünü ben bilirim. Yalnız tüy kabası bir erkekti.”

      “Peki, peki… Kırkları, otuzları geçiyorum.”

      “İyi edersin.”

      “Nev-nâdil Beyefendi…”

      “Nasıl, nasıl? Hiç işitmedimdi… Hoş bir isim.”

      “Hoştur köftehor. Dinle hanım: Başta tepesi dokuz kapsüllü şıllık fes… Tepeden yanağın üstüne doğru tarakla terbiye edile edile yatırılmış altın kuş kanadı açık kumral saçlar, fazlalığı tamamıyla tıraş edilerek burnun altında bir pimdik bırakılmış minimini, gıdıgıdı bıyıklar…”

      “Aman, sus! İçim gıdıklandı.”

      “Beyaz ablak çehre… Pembe yanaklar… Ateşli dudaklar… Şahane ela, sev beni seveyim seni, fıldır fıldır çekici gözler… Osmanlı nüfus tezkeresinde hiç düzeltme yok. Natürel yaşı yirmi bire çeyrek var.”

      “Ah, pek körpe…”

      “Çok gevrek. Can eriği gibi kütür kütür.”

      “Ben ona denk olabilir miyim?”

      “Olamazsan hafif gelecek tarafa biraz safra koruz. Zaten yaşça resmen aranızda ne kadar fark var? Sen yirmi beş, o yirmi bir. Bu dört yaş fark da peygamber sünnetidir.”

      “Bu genci bir kere görebilir miyim?”

      “Hayhay… Az kalsın ki bana çeşnisi helal dedirtecektin.”

      “Hah, görür görmez varacak değilim ya!”

      “Kısmetse ne denir?”

      “Tanrı’nın yazısı.”

      “Senden bir şey sormayı unuttum.”

      “Nedir?”

      “Senin merhum efendinin yedi sekiz bin lira kadar parası vardı.”

      “Aman aslı astarı yok. Öylece laf çıkardılar. Para nerede?”

      “Yok, yok… İnkâr etme. Merhum her fırtına çıkışta bu parayı faizden bankaya, bankadan bedestene, bedestenden kasaya taşır dururdu. Efendinin ölümünden biraz önce her ne yaptınsa yaptın, bu paranın üstüne oturdun.”

      “İmam, mesele çıkarma. Kabzımalların çocuk düşürtme işini biliyorsun ya… Mirası başka tarafa çevirmek için çocuğu düşürttünüz. Senin de üstü yarım örtülmüş ne pisliklerin var. Vallahi ben de eşelerim.”

      “Eşeleme, dişi horoz, iyiliğe kemlik mi? Nev-nâdil Bey’i anlatırken yalnız bir tarafı unuttum.”

      “Hangi tarafı?”

      “Beyin dişleri pek sağlam, pek kuvvetlidir.”

      “Ay, çürük mü olacaktı?”

      “Anlamadın… O keskin dişlerle senin yedi sekiz bin lirayı az vakitte öğütür, yok eder…”

      “Benim gönlümü hoş etsin de paralarım ona afiyet olsun.”

      “Ya?..”

      “Para dediğin harcanmak için icat edilmemiş mi? Öylesine yedirmeyip kime yedireceğim?”

      “Haydi öyleyse, yirmi lirayla beraber Osmanlı nüfus tezkereni getir. Şu liralardan siftahı ben edeyim.”

      “Ama imam, lakırtı aramızda…”

      “Hiç merak etme…”

      Andelip Hanım gittikten sonra imam kendi kendine şöyle düşünür:

      Hekim bir, hoca iki, papaz üç… İşte bu üç erkek kadınlığın çok zayıf taraflarını bilir. Zaten denemeyle bilirim. Kırk beşlik her kadının kalbinde bir Andelip Hanım yatar…

Heybeliada, 21 Kasım 1333 (1917)

      AFERİN HAYRULLAH

      Vahdet Bey, Sirkeci birahanesinde kafayı tuttu. O sert rakının beynini kaynatan şiddetinden çok siyaset savaşıyla sarhoş olmuştu. İttihatçı-İtilafçı ebedî davası ispirto buharlarıyla damarlarında gene tutuştu. O üzüntüyle birahaneden çıktı. Bulaşacak adam arıyordu. Caddede göğüs göğüse birkaç kişiye çarptı. Bereket versin ki olay, “Kör müsün be herif?” tahkirinden ileriye varmadı. Tramvayda biletçiyle yırtık para kavgasını da tehlikesiz geçirdi. Ah, bu ne memleketti! Adım başında bir tartışma, dövüşme, belki de öldürme vesilesi hazırdı. Allah koruyordu.

      Vahdet Bey, evine kadar çok şükür arızasız geldi. Çıngırağı neşelice çekti. Evin giriş yerini sarsan bir çıngırtıdan sonra kapı açıldı. Ev karanlık ve sessizdi. Elinde bir kör lambayla karşısına siyah cariye Karanfil çıktı. Bey, biraz şaşırarak sordu:

      “Hanımlar nerede?”

      “Sokağa çıktılar, daha gelmediler efendim.”

      “Kurt kuş inine yuvasına çekildi, meyhaneler boşaldı, hâlâ hanımlar sokakta! Başımıza gelen bu ne medeniyet belasıdır ya Rabbi!..”

      Karanfil, hoppa bir kırıtışla boynunu büktü, cevap vermedi.

      Gerçekten de Vedia, kaç zamandır kelimenin bütün kötü manasıyla havalanmıştı. Artık hanımın ne evinde gözü vardı ne kocasında ne çocuğunda… Tekmil işini gücünü tuvaletine vermiş, olanca aklını, fikrini sokaklara dökmüştü. Tiyatrodan, konserden, konferanstan, seyirden seyrandan hiçbirini kaçırmıyordu. Ezanlara kadar dışarıda kalmaması için ona edilen son sıkı tembihin üstüne bu başkaldırış, gece yarılarını bulan bu sürtüklük neydi? Kendisinin pek evine, karısına bağlı bir koca olmasına rağmen karısından gördüğü bu havailik, başkaldırış, önemsemezlik kocalık gururuna dokundu. Gönlünü, sevgisini kanattı.

      Vedia’yı böyle korkusuzluğun son tabakalarına uçuran sebepler acaba neydi? Düşündü. Beynine bir alev fışkırdı.

      “Ah, intikam!..” diye taşkınlıkla dişlerini gıcırdattı. Sarhoşluk bu fikrini son derece şiddetlendirerek kendini hemen o gece, o saat, belki hemen o dakikada şifaya ulaştırmaya kışkırtıyor, hırslandırıyordu.

      Karanfil yol göstermek için elinde lambayla öne düştü. Daha on sekizini pek aşmayan bu Afrika körpesinin yürüyüşündeki kırılma, dökülme beyefendinin yalnız dikkatini değil, biraz da iştahını çekti. Körpe zenci, kırmızı saten ceketini giymiş, aynı renkte kurdeleden kıvırcık saçlarının üzerine geniş bir fiyonga kondurmuş, sahte yakut küpelerini iki yanına sallandırmış, savaklı bileziklerini kollarına geçirmiş… Bu tuvalet hazırlığı, bu hoppalık hâlleri ne olacak? Acaba Karanfil, hanım evde yokken beyefendiye hoş görünmek için mi böyle yapmış yakıştırmış, takmış takıştırmıştı? Arap’ın bu cilveliliği, ispirto neşesiyle beyin duygularına dokundu.

СКАЧАТЬ