Dirilen İskelet. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Dirilen İskelet - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 6

Название: Dirilen İskelet

Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-92-1

isbn:

СКАЧАТЬ taşındım, size başvurmayı daha uygun buldum.

      Nihat Beyefendi, siz Tayfur’un hem komşusu hem de dostusunuz. İkiniz de bir yaşta gibisiniz. Deyimi hoş görünüz, zamane gençleri birbirlerini iyi anlarlar. Ben kulunuzu hiç söze katmadan ona öğüt veriniz. Fen adına, ilerleme, medenilik adına, her ne uğurda olursa olsun mezarlarla oynamak iyi değildir. Toprağın altına çekilmişleri bu dünya işlerine karıştırmaya, onlardan sır anlamaya uğraşmanın sonu, Tanrı korusun, pek fenaya varacağını bir güzel anlatınız.”

      Meyzin sustu. Dalıp kendinden geçmiş gibi yine gözlerini yumdu. Üç genç inançlarına bağlı, saf adamın içten gelen üzüntüsü karşısında duygulandılar. Evet, Tayfur’un mezarlarla önemli bir işi olduğu esaslı bir şekilde anlaşılmış oluyordu.

      Meyzin Efendi dalıp gittiği âlemden bir iki tekbir getirerek ayrıldı. Gözlerini açarak:

      “Çocuklarım, mutekit olduğunuzu ve benimle eğlenmeyeceğinizi bilsem size önemli bir açıklamada bulunurdum.”

      Sadi: “Baba efendi, çok şükür üçümüz de Müslüman’ız. Müslüman evladıyız. İmanımız kuvvetlidir. Mana âlemi ile eğlenen hafif mizaçlı kimseler değiliz. Zamanımız bilimine, fen ve tekniğe aykırı olmamak şartıyla ve bunlara saygı göstererek istediğinizi söyleyiniz. Bizi aydınlatmış ve memnun etmiş olursunuz. Bu madde dünyasının ötesinde bir de sırları çözülmemiş bir mana âlemi bulunduğunu inkâr edemeyiz. Size tuhaf bir şey söyleyeceğim. Bu bir tesadüf müdür yahut manevi bir şey midir, hangisinde karar kılınacağını bilmiyorum. Siz buraya gelmezden önce biz üçümüz de Tayfur Bey’in mezarlıklarda ne aradığını düşünüyor, bu gizli uğraşıyı çözmeye çalışıyorduk. Bunun üzerinde konuşup tartışıyorduk. Sizin aynı meseleye dair görüşmek üzere buraya gelmeniz tuhaf bir tesadüf değil midir?”

      Meyzin Efendi derin bir hayretle:

      “Tesadüf değil oğlum, tesadüf değil. Bu hâl bizi uyarmak için mana âleminin bu surette görünüşüdür. Çünkü buraya ben kendiliğimden gelmedim. Beni veliyullahtan bir zat gönderdi!”

      Üç delikanlı, saflığını taşıran ihtiyar meyzinin bu son sözünü gözleriyle birbirine yorumlamak için yine bakıştılar. Nihayet Nihat sordu:

      “Meyzin baba, sorumu affedersiniz, siz veliyullahla bir ilişkide mi bulunuyorsunuz?”

      Bir onaylama süzgünlüğü ile başı göğsünün üstüne düşen ihtiyar:

      “Eyvallah…”

      “Onlar size fikir ve emirlerini ne gibi bir aracı ile bildirirler?”

      “Mana âleminde…”

      “Demek buraya böyle bir emirle geldiniz?”

      “Evet… Bu mesele ile uğraştığınız sırada gelmem, işin mana ile olan ilgisini açıklamaya yetmez mi?”

      “Gerçekten…”

      Gençler hâlin tuhaflığı önünde bir süre düşündüler. Sadi sessizliği bozarak:

      “Hangi veliyullah tarafından geliyorsunuz?”

      “Komşumuz Bukağılı Dede Hazretleri tarafından.”

      “Getirdiğiniz manevi emir nedir?”

      “Dede Hazretleri dün gece mana âleminde ziyaretleriyle bu aciz kulu şereflendirdiler ve gönlünü şad ettiler.”

      “Manaya ait emirleri nedir?”

      “Pek öfkeli idiler. ‘Frenklere göre deneyler yapmak sevdası ile İslam mezarlarını abdestsiz, kirli elleriyle karıştıran o Tayfur’a ya kendin söyle yahut bir aracı ile söylet. Küstahlığında bundan ileri varmasın. Söz kâr etmezse gel bukağılarımı çöz.’ buyurdular.”

      Meyzin bu sözleri o kadar büyük bir iman içtenliğiyle söylüyordu ki, rüyasında ihtiyarın böyle bir tebellüğe muhatap olduğuna gençlerin şüpheleri kalmadı. Adamcağızın saflığına saygı duyarak bu psikolojik meseleyi kurcalamaya kalkışmadılar.

      Sadi: “Peki, başüstüne Meyzin Efendi, merak etmeyiniz. Elimizden geldiği kadar öğüt vererek Tayfur Bey’i uyarmaya çalışırız.”

      Meyzin Efendi kendi kendini dinlemeye gelen Bukağılı’nın ruhunu arar gibi açık pencereden ay ışığının gümüş örtüsü altında sırlarla dolu uyuyan mezarlığa bakarak:

      “Oğullarım, dikkat ediniz. Tayfur Bey bu kâfirce işinde ısrar edecek olursa sonunun dehşetini göreceksiniz.”

      Üç genç, Bukağılı Dede’nin böyle bir tebliğ ile meyzine görünmesini bir keramet saymaktan, yani rüyayı gösterenden ziyade görenin pek samimi inancından meydana gelme ruhsal subjektif bir şey olduğuna inanıyorlardı. Lakin kendilerini büyük bir çekicilikle uğraştıran bu mesele üzerine meyzinin de bu suretle başvurması meraklarını bütün bütün tutuşturuyordu.

      3

      Kararları gereğince ertesi akşam Sadi ile Feyzi, Nihat’ın evinde toplandılar. Üç bisiklet avluda alesta duruyordu.

      Üç genç, her biri bir pencere önünde, gözler Tayfur’un sokak kapısına dikili, büyük bir müjdeci habere bağlanır gibi uzun, sıkıntılı, sabır ve tahammülü yakan bekleyiş saatleri geçirdiler.

      Konağın kapısı açılmıyor değildi. Lakin beklediklerinden başkaları girip çıkıyorlardı.

      Bir gece, iki gece, üç gece, dört gece hep böyle… Gece ilerledikçe karşıki kapıyı gözetlemek için üçünden biri pencere önünde gözcü kalarak nöbetleşe uyuyorlardı.

      Nihayet beşinci gece Feyzi pencere önünde nöbet beklerken sevinçle arkadaşlarını uyandırarak:

      “Kalkınız, kalkınız. Müjde… Doktor Ferhat bisikletle geldi. İşte konağa giriyor.”

      Bu uyandırma üzerine üçü de yangın haberi alan itfaiye erleri gibi hızla yerlerinden fırladılar. Acele hazırlanarak bisikletlerinin başına indiler.

      Hepsinin cebinde dolu tabancaları ve makinelerindekilerden başka birer elektrik fenerleri vardı. Şimdi üçü de araladıkları kapıdan birer küçük çarpıntı ile karşıki konağı gözetliyorlardı. Nihat’ın hesabına göre Doktor Ferhat bu gece alışılmışın dışına çıkmış, bir saat geç gelmişti.

      İçeride de epey durdular. Acaba niçin çıkmıyorlardı? Yoksa bir engel çıkmış, bu gece gizliliklerle dolu yolculuktan vaz mı geçmişlerdi?

      Üç arkadaş bu endişede iken konak kapısının iri kanatlarından biri menteşeleri üzerinde gıcırdayarak açıldı. Tayfur önde, Doktor Ferhat arkada, bisikletlerini ellerinde yürüterek sokağa çıktılar. Kısa külotları, diz çorapları, sırtlarında koca çantaları yine sırlı geziye doğru yollanacaklarını gösteriyordu.

      Saat biri geçiyordu. Bisikletlerinin fenerlerini yakmadılar. Ufukları kapalı dar sokakların СКАЧАТЬ