Название: Efsuncu Baba
Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-01-3
isbn:
“O kitapta ne yazor bilirsin? Herif bu işleri kendi fikrinden etme-yor. Kitabın tarifine, raconuna gidor.”
“Bu herif paraları aşırmadan gidelim hükûmete haber edelim…”
“Sus ol hımbıl! Senin ceza daryesinde müstantik dedikleri o gözlüklü adamın karşısında hiç çıktığın vardır?”
“Çocukluğumda Vılanka bostanından hıyar aşırdığım zaman beni karakola götürdüler. Hıyar yerine onda iki zorlu tokat yedim. Gözlerimden Çingene körüğü gibi alev çıktı. Hırsızlığa tövbe ettim. Bundan gayri hükûmetle bir alışverişim olmadı…”
“Bu iş çocuk iken hıyar yemeğe benzemez. Müstantik insana lafı o kadar ince pamuk ipliğine ayırt ederek sorar ki karşısında cevaba duramazsın. Şeytanı, tarafından abukat tutsan işin içinden çıkamazsın. Bu işi hükûmete ihbarlar isen sonram ne olur bilirsin? ‘Üçünüz ortak oldunuz. Binbirdirek’in dibini açup paraları çıkardınız. Üç paya ayırarak yuttunuz.’ derler. Altık sen işin yoğise, ‘Zo efendim, bu herif yerden para çıkarmadı. Havaya baktı. Ortalık yeri karış karış etti.’ deyi aman Allah çağır dur…”
Kazazlar bu çekişmede iken o acayip ziyaretçi besbelli o günkü incelemelerini bitirerek kitabı cebine kor. Bir gözü yerde, öteki havada, adımını atmak için ayağını her kaldırışında basacağı noktayı güçlükle bulur gibi duraksamalar içinde dandini terelelli tuhaf bir yürüyüşle çıkar gider…
İki kazaz, bu ecinli bozması sakallının, Binbirdirek’i böyle merak verici suretteki ziyaretlerinin nedeni hakkında derin derin soruşturucu gözlerle bakıştıktan sonra Kirkor der ki:
“Ben herife bir lağap koyayım?”
“He de bakalım…”
“Binbirdirek teatrosunun kavuklusu…”
“Biz de orkestrası… Öyle değil mi?..”
“Bu salak ihtiyar kıyak bir oyun edecek ama bakalım ne vakit?”
İki delikanlı merdivene gözlerini diktiler. Herifin çekildiğine kanaat getirdikten sonra onun dolaştığı yerleri adım adım araştırmaya, incelemeye başlarlar. Yeri adımlarlar. Duvar diplerini karıştırırlar. Fakat merak ve şüphelerini çözmeye yetecek bir belirticik bulamazlar. Nihayet duvarları özenle gözden geçire geçire ziyaretçinin yazılarını bulurlar. Fakat bu çizgilerden bir anlam çıkarmak bu bilgisiz kazazların işi değildi. Bundan hiyeroglif, çivi yazısı gibi eski yazıların çözümüyle, okunmasıyla uğraşan uzman bilginlerin bile bir anlam çıkarabilmeleri olağan görünmüyordu.
Bu yazılar vakf8 veya tılsım, yadırganan zor bir cebrin bilinmez işaretlerine benzer beşpençe, kaz ayağı, anahtar dili, tarak dibi havaya kurulmuş çadır, birçok eğri, kırık, enine boyuna çizgiler arasında boru kef’ler, he’ler, vav’lar,9 kargacıklar, burgacıklar, İbrani harflerine, mühr-i Süleyman’a, akrebe, yengece, ahtapota benzer tuhaf şeylerden meydana gelmişti.
En okunaklı yazıları okumayı başaramayan bu iki kazaz çırağı gözleri önünde bu güç harflerin çözümü kendilerine doğaüstü “manevi” bir kuvvet yardımıyla içlerinde doğacak ve açılıverecek imiş gibi boş bir umut ile uzun süre hecelemeye uğraştıktan sonra Agop:
“Zo bir şey çakabildin?”
“Bu pek derin bir işe benzor ahbar. Bundan ne Cinci Hoca bir şey ağnar ne papas ne de haham…”
“Vay?..”
“Vay ya… Ne sandın?… Sen bir şey çaktınsa söyle…”
“Avalım sustu… Buna işmarname derler.”
“Ne işmar edorsa ağnat bakayım.”
“O kaz ayaklarını görüyorsun?”
“He…”
“İşte onlar yavaş yavaş geloruz demektir…”
“Zo Agop fikrine hayran oldum. Daha ne deor?”
“Şu yengeci gördün? Yılanın kuyruğunu ısırmaya gidiorsa… Yılanla hırslanarak dönmüş ona dikiz edor?”
“He, fakat bundan ne çıkar?”
“Zo bu işaret: ‘Ensemden gelirseniz size sokarım.’ demektir…”
“Bundaki definenin tılsımı kaplumbağadadır. ‘Buraya bu hayvanın kanını akıtır iseniz tılsımın uçkuru çözülür.’ demektir…”
“Bu define bir don içinde duruyor ki uçkuru çözülsün?”
“Eh kıyak defineler don içinde saklıdır…”
“Boş laf etme ahbar, şimdi don modası geçti. Bütün mallar meydandadır.”
İki kazaz bu bilinmez işaretlerin önünde garip iddialarla akşamı ederler…
4
Ebülfazıl Enverî, “kimya-yı batıl”10 düşkünlerinden ölü Nasrullah Efendi’nin oğludur. Hobyar semtinde, geniş bahçe ortasında, mahzenli, bostan kuyulu, dehlizli, musandıralı bir konakta büyüdü. Anlatırlar. Eski zamanın “ulemazadeleri” varmış. Lazımlıkta otururlarken kendi gövdelerinden fışkıran bir gürültüden korkarak: “Anneciğim… Dadıcığım… Oturak bana bum dedi!” çığrışıyla kaçarlarmış. Enverî işte bu kuşağın parlak örneklerindendir. Koskoca oğlan iken uçkuru göğsünün üstünde düğümlenmiş bir don, başında kulaklarının yarısını örten bir pamuklu takke, elinde değnek, gün boyunca harem sofralarında topaç çevirir. Selamlığa bir konuk geldiğini görse mabeyin kapısından dilini çıkarıp: “Ö!” der kaçar. On altı yaşında ancak Vezzariyetüye11 çıkar? Yirmi beş otuzunda hâlâ adına çocuk denir. Dadısız ayakyoluna, lalasız sokağa gidemez. Gitse de iki mahalle aşırı bir yerde kaybolur. Kendinin nerede olduğunu kestiremez. Adını sorarsanız cevap vermeye utanır. Gövdesindeki kimi organların adlarını bilmez. Gerdeğe girdiği gece, yenge kadının verdiği bilgileri ders gibi harfi harfine ezberler. İki kelimesini unutsa nasıl davranacağını şaşırır. Ellerinde kılavuz kitaplarıyla geziye çıkan gerdek âleminin en yürek çarptıran sırlarına, yabancı bir elin yol göstericiliğiyle erer. Kadına ilk sarılınca babasından öğrendiği duayı okur.
Cumartesiler uğursuzdur. Salı günü işe başlamaz. Ayın son çarşambasını sayar. Muharremin onuna dek az su içer. Kurban Bayramlarında kesilen hayvanların kanlarına parmağını batırır. Damga gibi alnının ortasına basar. Cinlerden, perilerden, şeytanlardan ödü kopar. Çarşamba karılarından, karakoncoloslardan titrer.
Babası Nasrullah Efendi’nin konağında kimyahanesi ve gece gündüz işler kimyagerleri vardı. Nasıl hazırlandıkları СКАЧАТЬ
8
Dua yazılı, çizgi şekilli muska.
9
Eski alfabenin k, h, v harfleri.
10
Alşimi.
11
Kur’an’ın sondan üçüncü cüzü.