Billur Köşk Masalları. Неизвестный автор
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Billur Köşk Masalları - Неизвестный автор страница 5

Название: Billur Köşk Masalları

Автор: Неизвестный автор

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-12-9

isbn:

СКАЧАТЬ kızın resmi, güneşten ayna gibi parlayan havuza düşüyor, hayvan da bu aksi görerek korkuyordu!

      Hanın oğlu başını yukarı kaldırınca ağaçtaki kızı gördü, aklı başından gitti, kıza dedi ki:

      “İn misin, cin misin, söyle bana!”

      Kız:

      “Ne inim ne cinim; insanım!” dedi.

      Hanın oğlu, kızı ağaçtan indirdi.

      “Bugün benim avım buymuş!” diyerek kızı, doğruca kendi sarayına götürdü. Babasına da haber verip kızı Allah’ın emri, peygamberin kavli ile kendine nikâh etti.

      Kırk gün, kırk gece düğün olduktan sonra kırk birinci gece evlerine girdiler.

      Aradan epey zaman geçti. Hanın oğlunun bu kızdan üç çocuğu dünyaya geldi.

      Küçük hanım, çocuklarını beşikte emzirirken hep annesini düşünür, gözlerinden yağmur damlaları gibi yaşlar akıtırdı.

      Hanın oğlu eşinin ağladığını görünce

      “Ey sultanım, ne için böyle ağlıyorsun?” diye sordu. Kız da gözlerini silerek şu cevabı verdi:

      “Ah efendim, bugün çocuklarımı emzirirken annem aklıma geldi de onun için ağlıyorum.”

      Hanın oğlu sordu.

      “Can parem, annen sağ mıdır?”

      “Ah efendim, sağdır, sizi tanıdığım günden beri annemle görüşmedim. Zavallı kadını çok göreceğim geldi, hasretine dayanamıyorum!

      Hanın oğlu:

      “Bunu şimdiye kadar niçin bana söylemedin? Hiç senin bir annen olur da onu görmek için ben sana izin vermez miyim? İstersen sen annene git, kavuş ya da anneni buraya getirelim, nasıl istersen öyle yapalım.” deyince kız, sevincinden gözyaşları dökerek hanın oğlunun boynuna atıldı ve dedi ki:

      “Allah size çok ömürler versin efendim! Eğer izin verirseniz, ben çocuklarımı yanıma alayım, kendim anneme gideyim, onu bir kere dünya gözüyle göreyim.”

      “Pek güzel olur can parem… Yarın senin yanına biraz adam vereyim, çocuklarını da yanına al, git, anneni gör.”

      Ertesi sabah hanın oğlu, kâhyasını çağırdı, küçük hanımla çocuklarını ona ve Tanrı’ya emanet etti.

      Genç kız, çocuklarıyla bir arabaya bindi, kâhya da maiyetine bir tabur süvari askeri aldı. Saraydan çıkıp yola koyuldular. Saraydan uzaklaştılar, uzaklaştılar… Yolda kâhya, başını arabaya uzatarak kıza dedi ki:

      “Ya bana teslim olursun ya da çocuklarını öldürürüm!”

      Kız şaştı kaldı. Hiç ummadığı bir şey başına gelince ne cevap vereceğini bilemedi:

      “Öyle şey olur mu hiç?”

      Kâhya, arabanın içine atlayarak kızı tehdit etti:

      “Evet, evet! Mutlaka bana teslim olacaksın!”

      Kız razı olmadı. Irzını kurtarmak için ister istemez çocuklardan birini tutup kâhyaya verdi.

      Kâhya çocuğu eline aldı, boğazını sıkıp öldürdü, yere attı. Zavallı kız çıldıracak gibi olmuştu.

      Bir müddet daha yol gittiler. Kâhya yine arabaya sokuldu, başını uzattı, kıza dedi ki:

      “Ya bana teslim olursun ya da bu çocukları da öldürürüm.”

      Kız yine şaştı kaldı. Uzun uzun düşündü. Şu cevabı verdi:

      “Hayır! Ben sana teslim olmam. Çocukları öldür.”

      Kâhya elini uzatarak çocuklardan birini daha aldı, onun da boğazını sıkıp öldürdü. Kısacası, bir müddet sonra öteki çocuğunu da öldürdü ve bütün çocuklarından ayrıldıktan sonra, genç kız arabada yalnız kaldı.

      Bir müddet daha yol gittiler. Kâhya yine arabaya sokuldu, başını uzattı ve kıza dedi ki:

      “Ey kadın! Gördün ya çocuklarının üçünü de öldürdüm. Eğer bana teslim olmazsan seni de öldürürüm! Düşün, taşın bana bir cevap ver.”

      Kız düşündü taşındı ve dedi ki:

      “Bana yarım saat mühlet ver. Abdest alıp iki rekât namaz kılayım, ondan sonra sana teslim olurum.”

      Kâhya, genç kıza yarım saat mühlet verdi.

      Arabadan çıkınca kaçmasın diye kızın beline kalın bir ip bağladı. Ondan sonra kızı salıverdi.

      Genç kız yürüdü, yürüdü… Kervandan uzaklaşınca durdu, belinden ipi çözerek bir ağaca bağladı. Kendisi serbest kalınca başını aldı, o dağdan bu dağa kaçmaya, koşmaya başladı.

      Öte taraftan, kâhya da elindeki ipi çekiyor, fakat kızın kımıldamadığını görünce “Haa. sanırım abdest alıyor!” diyordu. Hâlbuki aradan yarım saat geçmesine rağmen, gelmemişti. Kâhya, bir iki defa daha ipi çekti ama ip kımıldamadı. Bunun üzerine

      Ne bitmez, tükenmez abdesttir!diye şüpheye düşen kâhya, ip boyunca yürüdü. Bir de baktı ki ipin ucu bir ağaca bağlanmış; ortada kızdan eser yok!

      Kâhya, kızın kaçtığını anlayınca saçını başını yolarak

      “Eyvah, kaçırdık!” diye bağırmağa başladı. Hemen askerleriyle geriye dönüp saraya geldi. Hanın oğlunun yanına çıkarak dedi ki:

      “Hanzadem, biz yolda giderken eşiniz oğullarını alıp bize haber vermeden kaçmış. Aklım başımdan gitti, aradım taradım, bulamadım. Hanzadem, dağdan gelen dağa gider, bu kız da dağdan gelmişti, dağa gitti.”

      Hanın oğlu, bu uğursuz haberi işitince sapsarı kesildi. Ağlamaya, titremeye başladı. Nihayet, bu acıya dayanamayarak yere düşüp bayıldı. Yüzüne gül suyu serperek zavallı genci ayılttılar ama kızın bıraktığı matemden, yürek acısından kurtaramadılar.

      O burada ayılıp bayıladursun, biz gelelim eşine.

      Kız dağdan dağa ağlayarak gide gide babasının memleketine geldi. Kendini tanıtmamak için üstündeki elbiseleri değiştirdi; erkek elbisesi giydi. Memleketin çarşısına girdi.

      Çarşıda ihtiyar bir helvacı vardı. Bu helvacının dükkânı pek haraptı. Kız dükkâna girerek helvacıya selam verdi.

      “Baba beni yanına çırak alır mısın?” diye sordu. Helvacı can sıkıntısıyla dedi ki:

      “Ah oğlum, ben akşama kadar ekmek parası çıkaramıyorum, seni yanıma nasıl çırak alırım? Sana nasıl gündelik СКАЧАТЬ