Название: Sevenler Yolu
Автор: Burhan Cahit Morkaya
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-605-121-815-1
isbn:
Rıza Sedat onu akşam yazıhanesine gelip bulacağını söyleyerek ayrıldı. Ahmet Melih Galata’nın o saatlerindeki gürültüsüne o kadar alışıktı ki her günkü gibi dudaklarında purosu, ağır ve tok adımlarla yürürken taş duvarlarda akisler yapan bu sokak gürültüsünü bir ninni gibi dinleye dinleye hana girdi. Yazıhanesine çıktı.
Odacı karşıladı.
Ona kahve söylerken her zamanki gibi keyifli idi. Daktilo birkaç mektup getirdi. İmzalanacak kâğıtları masanın üstüne koydu. Bu tanıdık sesler, alıştığı yumuşak koltuk, teneffüs ettiği hava hepsi hepsi ona hayatında bir değişiklik olmadığını temin ediyordu. Gazeteleri getirtti. Hiç sevmediği hâlde bir iki başmakaleyi sonuna kadar okudu. Ara sıra zihni meseleye takılmıyor değildi. Fakat ilk hızı kalmamıştı artık. Bu işin neticesini düşünürken biraz neşelenir gibi oluyordu. Şimdiye kadar yalnızlık ihtiyacını ne iştiyakla hissetmişti? Hissetmişti, fakat tatmin edememişti. İzmir seyahatleri olmasa hayatı ne kadar kapalı ve sıkıcı geçecekti. Yılda on beş, yirmi gün süren bu ayrılış bile kâfi gelmiyordu. Dün geceki gibi ara sıra yaptığı kaçamaklar çok defa burnundan geliyor, ya birkaç gün dargın yaşıyorlar yahut sıkı bir kavgadan sonra yatışıyorlardı. Daha bir gecelik eğlencenin tadına doymadan hanıma hesap vermek için eziyet çekmek lazımdı.
Ahmet Melih yavaş yavaş meseleyi müspet cepheden görmeye başlamıştı. Hatta eğer vaziyet katileşirse geçireceği bekâr hayatı üzerine şimdiden küçük küçük projeler bile çiziyordu.
Telefonun zili tatlı hayallerine nihayet verdi. Arayan Mühendis Ragıp’tı. Dün geceki eğlentiden dolayı teşekkür ediyordu. Birçok şaka, kahkaha arasında telefon kapandı. Dün gece…
Lezzeti henüz etinde ve iliklerinde yaşadığı hâlde sabahın tepeden inme hadisesiyle hatırlamaya bile cesaret edemediği dün gece…
Ahmet Melih buna ancak şimdi şimdi avdet edebiliyordu. Dün gece, o ne âlemdi? Çapkınlık içinde çapkınlık… Gizli çapkınlığın daha ince bir zevki var, derler.
Ahmet Melih dün gece bu zevki katmerli olarak tatmıştı. Bir kere orada toplanışları gizli bir eğlenti içindi. O, bu eğlenti içinde ikinci bir halvet hayatı geçirmişti. O ne âlemdi?
Mukaddes ne güzel kadındı?
İnsan öyle bir kadınla yaşasa belki ömrünün sonuna kadar çapkınlık yapmak ihtiyacını duymayacaktı. Çünkü o yalnız güzel bir kadın değil, eğlenmesini ve eğlendirmesini, yaşamasını ve yaşatmasını bilen bir kadındı. Onunla İzmir’e bir seyahat yapmak ne keyifli bir şey olacaktı! Ve öyle bir kadından insan ne esirgeyebilirdi?
Bekleme odasından Nâzım Cemal Bey’in sesi duyuldu. Daktiloya takılıyordu:
“Beyefendinin sesi çıkmıyor. İçeride uyudu galiba.”
Ve kapıyı vurmaya bile lüzum görmeden içeri daldı.
“Aşk olsun yahu. Bize bir merhaba demeden kaçarsın ha! İnsan merak eder canım. Öldük mü, kaldık mı?”
Ahmet Melih bu neşeli bekâr arkadaşının gelişine sevinmişti.
“Neden merak edeceğim?” dedi. “Bal peteğine düşmüş sineklere benziyordunuz.”
Nâzım Cemal bol kahkahalarına başlamıştı:
“Öyle ya, içinde şehit olsak da ne gam… Hani hakkın da yok değil azizim. Doğrusu iyi eğlendik. İzmir’in bütün palamutları hakkındır. Vallahi… İstersen meyan köklerini de inhisar altına al. Bize böyle bir gece daha yaşat. Fakat akşam sen nerelerde idin kuzum? Bizim mühendis bir aralık yarım daire çizdi, cebir muadelesi halleder gibi kaşını, gözünü oynatarak salondan çıktı. Baktım Prenses de esniyor. Ben de odama çekildim. Ama sen ortalarda yoktun.”
Bu eski çapkınlık arkadaşıyla aralarında gizli bir mesele geçmediği için Ahmet Melih dün gecenin keyfine ait raporunu vermekte tereddüt etmedi. Olduğu gibi anlattı.
Nâzım Cemal dikkatle ve zevkle dinliyordu.
“Vay kâfir vay!” dedi. “Demek beyefendimiz hususi halvet âlemi yaptı ha! Alacağın olsun. Nazenini tanırım. Demek piyasaya çıktı. Doğrusu güzel kadındır. Ne vücut vardır onda…”
Ahmet Melih kolay kolay güzel beğenmeyen Nâzım Cemal’in bu takdirinden cesaret aldı:
“Onu kandırabilirsem İzmir’e de götüreceğim. Şöyle bir ay…”
“Fena olmaz. Değer doğrusu.”
“Ne diyorsun azizim? Sen gelmeden evvel onu düşünüyordum. Mukaddes gibi kadınlar insanı ömrü oldukça bıktırmazlar. Çünkü hem yaşamasını biliyor, hem yaşatmasını. Hem eğlenmesini biliyor, hem de…”
Nâzım Cemal’in meşhur kahkahası sözünü tamamlatmadı:
“Dosdoğru konuşurken saçmalamaya başlama azizim. Hiçbir kadın insanı ömrü oldukça mesut etmez. Bunu bir kere kabul et. Ondan sonra bu çeşit kadınlar belki de eğlendirmesini bilirler ama hayatlarına hâkim olan erkekleri değil. Senin, benim, şunun bunun gibi ya menfaatleri ya zevkleri için alakadar oldukları erkekleri… Yoksa onlarla sıkı sıkıya bağlandın mı dünyanın en sıkıcı, en çekilmez, en baş belası kadını olurlar.”
Ahmet Melih cevap vermedi. Yaktığı cigaranın ilk dumanlarını boşluğa üfleyen Nâzım Cemal devam etti:
“Bir İzmir seyahati fena değil. Bunu tavsiye ederim, hatta istersen ben de iştirak edeyim. Benim daktiloya patronundan yirmi gün için izin alabiliriz belki! Ama bilmem ikisi anlaşabilir mi?”
“Zannetmem. Zaten söz vermedi. Hatırım için gelmeye çalışacağını söyledi. Duyulur diye çekiniyor.”
Nâzım Cemal sinsi sinsi güldü:
“Çekinen kadının Prenses’in evinde işi ne a birader? Bunlar numaradır. Cilvedir. Sen bu seyahat için ona ne vereceksin söyle bir kere… Bak nasıl tıpış tıpış gelir.”
“Bu kadar da düşürme canım! Artık sokak kadını değil ya bu…”
Nâzım Cemal fıkır fıkır, karnını hoplata hoplata güldü, güldü. Neden sonra gözlerini silerek arkadaşına baktı:
“Mektebe yeni başlıyorsun galiba. Yahu sen kadınları yeni mi tanıyorsun Allah aşkına? Seni telefonla arayan, peşine düşen, Prenses’in evinde gelip seni bulan, seninle sabaha kadar içip eğlenen, çantasına yerleştirdiğin paraları öpüp başına koyan, evini, barkını bırakıp seninle İzmir’e gitmeyi kabul eden bir kadın nasıl bir kadın olabilir? Namus kraliçesi mi yoksa sokak kadını mı? Böyle kuruntulara lüzum yok azizim. Dün gecesini seninle geçiren kadın yarın gecesini de başkasıyla geçirir. Mademki geceleri veyahut gündüzleri kiralıktır. Ama sırf zevki, sevgisi için yaşayan ve yalnız bir erkeğin aşkını hisseden kadınları ayırmak lazımdır. СКАЧАТЬ