Açık mavi, ebediyetten kopmuş canlı köpük parçaları hâlinde, güvertenin üzerinden, sürü sürü geçen martılar:
“Evet…”
“Evet, evet.” diye hüzünlü sesleriyle bağrışıyorlar, sanki benim ruhumun meyus sualine göklerden ilahi bir cevap veriyorlardı.
BİT
Baytar Şairi Mehmet Akif Beye
Biz, bu son asrın muharrirleri en ehemmiyetsiz, en adi şeylere kıymet verir, elimize bir fırsat geçti mi “pire”yi “deve” yaparız! Bilmem hangi meşhur ruhiyat mütehassısı bu temayülümüzü hayatta ciddiyetin, edebiyatta zevkin iflasına atfediyor. Diyor ki: “Bunlar hep bozukluk alametleri! İnsanlık hasta! Muvazenesi kaybolmuş! Gözler kör! Kulaklar sağır! Hani eski eserlerin mevzularındaki büyüklük! Hani o eski asil heyecanlar, necip tezler ve ilah ve ilah…” Ben düne varıncaya kadar bu münasebetsiz iddiayı sahih sanıyor, kendimi tedavi etmeye çalışıyordum. Ne kadar mevzum vardır ki, kahramanı bir kurbağa yahut bir çekirge olduğu için yazmaktan vazgeçmişim! Fakat dün tarihî bir eser okudum. Tamam bundan iki bin sene evvel yazılmış Latince bir şaheser… Evvela gözlerime inanamadım. “Acaba mizah mı?” diye şüphelendim. Hayır, ciddiydi. Kaili deli yahut kaçık olmak şöyle dursun, zekâsıyla, vukufuyla şöhret kazanmış gayet mümtaz bir şahsiyetti: Daniel Heitisyus, Roma senatosuna “Bit”in lehinde verdiği bir istirhamname, âdeta bu asırda emsaline tesadüf mümkün olmayan bir belagat, bir mantık, bir muhakeme incisi! İşte evvel zamanda büyük adamların küçük şeylere nasıl büyük bir nazarla baktıklarını karilerime göstermek için, bugün eski okunmaz tarihlerin tozlu yaprakları arasında uyuyan bu ulvi istirhamnameyi harfi harfine tercüme ediyorum:
SENATOYA
Ey Muhterem Ayan!
Bit, herkesin tanıdığı bu meşhur hayvan, kendini doğuran insanın bu ehli misafiri, servetimize, evimize, barkımıza, mukaddesatımıza iştirak eden bu sadık refik en derin bir hakarete maruz bırakılıyor, insafsızca ezilerek öldürülüyor. Ondan yalnız su, toprak sakınılmıyor, zavallı yaşayabileceği yegâne sahadan, insan sudundan kovuluyor. Böyle bir hareketin sebebini araştıracak olursak, birçok hususta haksız olan “efkârı umumiye”den başka bir şey bulamayız. Bu içtihadınızı düzeltmek için en âlâ usul, bu yanlış anlaşılan hayvancığın evsafını size tanıtmaktır. Bit kendine ikametgâh olarak vücudun en yüksek, en asıl kısmını, yani başı intihap eder. Orada doğar. Orada büyür. Orada servetini kurar. Derler ki “İyi bir komşu kadar dünyada âlâ bir şey yoktur!” İmdi bitin de teklifsiz komşusu akıl, zekâ, fikir, hikmettir! Şuna dikkat ediniz: Hiçbir vakit bir eşeğin vücudunda bit bulamayacaksınız. Bilakis bu fetanetle meşhun hayvancığı insanda, köpekte, bülbülde, hilkatin bu üç ali mahlukunda mebzuliyetle bulacaksınız. Bitin kıdemine bakacak olursak, ona cihanın iptidalarında bile rast geleceğiz. Taşı, ilk insan naşı ısıttığı zaman, o da zuhur etti. Düşmanları onun için: “pislikten doğdu!” derler. Fakat dünyada her şey pislikten doğmuyor mu? Eğer terbiyesini tahlil etmeye kalkarsanız, ahlakının, âdetinin tatlılığına meftun kalacaksınız. Daima ailesiyle, ehli işleriyle meşguldür. Gıda tedariki haricindeki zamanını tamamıyla istirahata, tefekküre hasreder. Vakıa onun gıda aramaya ihtiyacı yoktur, daima sofrası önünde kuruludur. Vücudunun uzviyeti kadar harikalı ne vardır? Hemen hemen atomlara karışmış gibidir. Yaşayış tarzı sakindir. Müsterihtir. Kuş gibi uçmaz, pire gibi sıçramaz. Haysiyetli büyük adamlar gibi ağırdır, vakurdur. Muntazam, yavaş adımlarla yürür. Kabul ettiği hükûmet tarzına bakınız: Bitlerde kanun yapan âdettir. Bunun için de ayak takımının donunda değildirler. Hatta bu güruha bir faikiyetleri de vardır: Asla insanlar gibi birbirleriyle muharebe etmezler. Sadakatte insanları geçerler. İnsanın dostları felaketine iştirakten kaçarlar. Ortadan kaybolurlar. Bit, ezelî bir sadakatle olduğu yerde kalır, Zenginliğin karşısına gitmez. Zenginlik çekilirse o da bırakıp kaçmaz. O fakirin arkadaşıdır. Büyüklerin saraylarına uğramaz. Sefillerin içinde, en sefil olanların, mahpusların gönül eğlencesidir. Darağacına kadar zavallılara arkadaşlık eder. Hem ölümün geldiğini hissetmek mevhibesine de mazhardır. Ölüm yaklaştı mı, o uzaklaşır. En büyük âlimler de tasdik ederler ki, bu hayvancık hastalıkların önüne geçmeye has bir âmildir. Hakiki bitler asla hasta olmazlar. Tabiatı iyidir. Sakindir. Ne sokar, ne yaralarlar. Yalnız gıdıklar; hücum etmez. Hamlelerinde elemden ziyade haz vardır. Evet, bu gıdıklanma fakir için bir lezzettir. Ey muhterem ayan! Bu, sizin için de bir lezzettir; bazen başınızı, bazen belinizi, bazen koltuğunuzun altlarını, hasılı misafirciğiniz nerenize dokunursa orasını tatlı tatlı kaşıdığınız zaman bir haz duymaz mısınız? Eflâtun “Haz mahrumiyetten doğar!” demiş. Şimdi kaşınırken duyduğumuz bu hazzın sebebi kimdir? Bu mini mini âciz hayvan değil mi? Şark’ta bazı mezhepler bu masum böceğin faikiyetini anlamışlardır. Ona ellerinden geldiği kadar iyi bakarlar. Hürmette kusur göstermezler. Bundan başka bitte insanı hayrete düşürecek bir mahsuldarlık var. Bir başın üzerinde yavruları çoğalmaya başladı mı, dostları hemen gelip onu ararlar. Hatta altın pahasına satın alırlar. Bitleri öldürtmek cezaya layık bir cinayettir! Bundan başka bilirsiniz ki fanilerin en zekileri olan Yahudiler de, Şarklıların bu telakkisine iştirak ederler. Hekimlerden menkuldür ki, cumartesi günü bir biti öldüren makduh olur. Merhamet ediniz, ey muhterem ayan! Mukaddes ervah namına, ölmüş olanların gölgeleri namına merhamet ediniz. Canlı kalan bitlere merhamet! Onlar sizi seviyorlar, sizi takip ediyorlar, iyi, fena talimize iştirake her vakit hazır, size can ve gönülden bağlanıyorlar…
Evet, şiir gibi, sanat gibi, aşk gibi, şefkat gibi mantık da, akıl da, zekâ da, mazi de, ezeli, kadim Medine’nin harabeleri altında gömülü kalmış! Milyonlarca adamı bir an içinde mahvedebilecek cehennem aletleri yaparken sırf gevezelik, maskaralık için kurduğumuz “himayei hayvanat” derneklerine rağmen, bugün hangimiz biti aklımıza getirebiliriz? Onun hukukunu müdafaa değil, hatta edebiyatta “edebî kelam” diye uydurduğumuz bir riyakârlık kaidesine uyarak, ismini bile anamayız! Asırların içinde insanın ruhu büyüyeceğine küçülmüş! Ulvi hissiyatımız değil, şevki tabiimiz tekamül etmiş! Maddi fayda endişesi, menfaat düşüncesi, nihayet en tabii, en muhik bir akıbet olan ölümün o manasız çirkin korkusu bizi âdeta vahşileştirmiş.
“Buna nasıl hükmediyorsun?” mu diyeceksiniz.
Şimdi Heitisyus’un bu yüksek, bu insani davasını tekrar okurken içimde duyduğum meftuniyetin altından zehirli bir çuvaldız gibi bayağı bir sual sivriliyor. Kendi kendime gayriihtiyari:
“Acaba, onun vaktinde ‘lekeli humma’ yok muymuş?” diyorum!
Ah, evet, asri zihniyetimiz ebedî, ulvi, umumi, ilahi seyyan halk mefhumunu muvakkat uzvi faidelere feda edecek derecede alçalmış! Bugün en ehemmiyetsiz bir sıtma mikrobunu naklettiğini bilsek, mandaları öküzleri, filleri, develeri bile bir darbede hem büsbütün dünya yüzünden kaldırmaz mıyız?
Gayet Büyük Bir Adam
ŞÎMELER
СКАЧАТЬ