Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?. Mikâil Bayram
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce? - Mikâil Bayram страница 18

Название: Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?

Автор: Mikâil Bayram

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-894-6

isbn:

СКАЧАТЬ Birçok mahkemede Said Nursi bunu gündeme getirmiş. Çünkü Said Nursi’yi mahkeme edenler ona Kürtçülük suçlaması izafe etmeye çalışmışlar. Kürtçülük iddiasıyla onu cezalandırmak istemişler. Said Nursi her defasında bu meseleyi öne sürüyor ve Kürtçü olmadığını böyle bir menfi milliyetçilik yapmadığını ifade ediyor. Bu yüzden mahkemelerden birinde hâkim beraat kararı vermiş.

      Said Nursi Van’da uzun süre durunca tehlikeli olacağı düşünülmüş. Ondan sonra Kastamonu’ya sürgün etmişler. Oradan Eskişehir, Isparta, Afyon, Denizli gibi muhtelif yerlere sürgün ediliyor.

      Sibirya’ya Esir Götürülen Said Nursi Balkanlardan Nasıl Geldi?

      O günkü sistem hayatta kalmasını istemiş olabilir mi? Adamı Sibirya’ya sürgün ediyorlar, Balkanlardan çıkıp geliyor. Az önce de bahsi geçti, rivayetlerden birisi de Teşkilat-ı Mahsusa üyesi olduğu yönünde.

      Teşkilat-ı Mahsusa üyelerinden birisini ben keşfettim. Bu adam Süleyman Şükrü Bey. Süleyman Şükrü Bey de Teşkilat-ı Mahsusa üyesi olarak birçok yerleri gezmiş. Kuzey Afrika’yı boydan boya gezmiş, ondan sonra İran’ı gezmiş. Sonra Türkmenistan’dan Rusya’ya geçmiş ve Petersburg’a gitmiş. Petersburg’da kitabını yayımlamış. Kalın bir kitap yayımlamış. Kitabının adı da “Seyahat-ül Kübra.”

      Büyük Seyahat.

      Büyük Seyahat. O seyahatnamenin bir nüshası da Yusuf Ağa Halk Kütüphanesinde var.

      Osmanlıca?

      Osmanlı harfleriyle evet. Ben onu incelerken dedim acaba o tarihlerde Said Nursi’yi de oralarda gördü mü? Süleyman Şükrü Bey çok uyanık ve çok bilgili bir adam. Gittiği her yerde Osmanlıcılığı ön planda tutuyor. Osmanlılığı anlatıyor. Osmanlı devlet düzeninin ne kadar makbul bir şey olduğunu anlatıyor. Birçok yerde insanları ikna ediyor. Hatta Tunus’ta, Cezayir’de Osmanlı Devleti’ne hayranlık uyandırıyor.

      Said Nursi nasıl bir siyasetçi? Selanik’te yaptığı bir konuşmada II. Abdülhamid’e karşı cumhuriyetçi olduğunu söylüyor. Konuşmasında karıncaları örnek veriyor. Birinci Cihan Savaşına katılıyor. Mecliste konuşuyor.

      İttihatçılarla beraber olmasının en önemli sebebi Avrupa’da gelişen o pozitif ilimleri onlardan edinmesidir. Said Nursi modern ilimleri bilmiyordu. Onlardan istifade ediyor. Avrupa’daki bilimsel gelişmeleri kavramaya çalışıyor. Mesela “Sözler”de kozmografyadan bahsediyor. Sanıyorsunuz ki Said Nursi astronomdur. Öyle bir edayla konuşuyor. O nev’iden bilgileri medreselerden edinmiş değil, İttihatçılardan öğrendiği şeylerdir.

      O zaman İttihatçılara saygısı var. O dönem çok etkileniyor.

      Tabii tabii hiç şüphesiz. Sonra İttihatçılığı döneminde 31 Mart Vakası meydana geliyor. O olayda görev alıyor.

      II. Abdülhamid’e karşı bir hareketin içinde. II. Abdülhamid’e karşı olanların arasında Mehmet Akif, Elmalılı Hamdi Yazır gibi kişiler de var.

      Mısır’da Muhammed Abduh’un en başta gelen talebelerinden biri Reşit Rıza’dır. Ezher şeyhlerinden. Reşit Rıza İttihatçı subayların Yahudi kökenli, Sabetayist olduklarını söylüyor.

      Selanikli dönmeler.

      Bunların Yahudi kökenli olduklarını ve Yahudiliğe hizmet ettiklerini söylüyor. Hatta Atatürk Samsun’a, Erzurum’a gittiği zaman Reşit Rıza’ya göre Osmanlı subayları Osmanlı devletini tasfiye etmeye karar veriyor. Osmanlı Devleti’ni tasfiye etmeyi planlamışlar. Buradan şu netice çıkıyor; Mustafa Kemal gidip Doğu’da asker topladı, Fransa’yı, İtalya’yı, Yunanlıları yendi. İngilizlere bir tekme vurdu. Rusları yendi. Bu adam ne biçim adamdır. Yedi düvelle savaştı. Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu.

      Rahmetli Necip Fazıl da “Efendim bilmem kaç kilometre toprağı kaybetmiş, Anadolu’ya sıkışmış. Ondan sonra da ‘ben zafer kazandım’ diyor.” derdi. Bunu Reşit Rıza görmüş.

      Sonradan okuduğum bazı kitaplara göre Reşit Rıza tamamen doğru söylüyor. Mesela (bugünlerde piyasada yayımlandı) Henry Peterson’un hatıratını okudum. Henry Peterson Sion Katırlarının komutanı. 750 tane katırla Çanakkale savaşlarında ikmal yapıyorlarmış. 750 tane katırı gemilerle Çanakkale’ye indirmişler. Cephelere katırlarla ikmal yapıyormuş. Henry Peterson kitabında “İsrail’in kurulması için bu tek ümittir. İsrail devletinin kurulabilmesi için herhâlde bu savaşı kazanıp Osmanlıları tasfiye etmek lazım.” diyor. Belki de Reşit Rıza onlardan öğrendi bunları.

      Çünkü bir ara Mason locasına da girip çıkmış…

      O Muhammed Abduh’tur. Reşit Rıza da belki bir ara hocasının yolunda olmuş olabilir. Orada bir adam daha var. Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve oğulları Mısır’dan Avrupa’ya talebe gönderiyorlarmış. Giden talebelerin başında Allame Rıfat diye birini müfettiş olarak gönderiyorlar. Fransa’da talebelerin başında müfettiş olarak bulunuyor. Batılıların siyasi entrikalarını oradan takip edebiliyor. Dolayısıyla bu adam da Reşit Rızalara bilgi aktarmış olabilir.

      Bizim Anadolu gençliği bir dönem Necip Fazıl, Ömer Nasuhi Bilmen gibi kişilerden besleniyordu. Bir süre sonra gerek Pakistan’da gerek Mısır’da, Arap memleketlerinde birtakım insanlar çıktı. Bunların en önemlileri Mısır’da Seyyid Kutub, Pakistan’da Mevdudi, Muhammed Hamidullah’tır. Bunlar ortaya çıkınca bizim yerli ulema bunlara adapte olamadılar. Bunları hafzalaları almadı. Ondan sonra başladılar bunları karalamaya. Sözgelimi Necip Fazıl Muhammed Hamidullah’a “Ba’idullah” dedi. Hüseyin Hilmi Işık, Mevdudi için “Merdudi” diyordu. Seyyid Kutub’a bir şeyler söylüyordu. Yakın zamana kadar imam hatipten çıkan bazı insanlar da hazmedilmiyordu. Mesela Hayrettin Karaman. Çünkü yeni birtakım şeyler ortaya koydular.

      Mezheplerin birleştirilmesi kitabını hoca tercüme etti. Türkiye’de 70’li yıllarda son derece büyük reaksiyonla karşılaştı. Hoca Konya’ya, Meram Müftülüğünün olduğu yere konferansa geldi. Adamı öldüreceklermiş. Suikast yapmak üzere birisi görevlendirilmiş. Şarteli indireceklermiş. Birine silah vermişler. Karanlıkta öldürecekmiş. Kimin vurduğu belli olmayacakmış.

      Ben İstanbul’daydım o zaman. Hamidullah Hoca İstanbul’da araştırma merkezlerine gider, oralarda dersler verirdi. Ben de Kayseri Yüksek İslam Enstitüsünde müdür yardımcısıyım. Hamidullah Hoca’yı Kayseri’ye davet ettim. İki gün sonra Kayseri’ye gitmek üzere Hoca ile birlikte uçağa binip hocayı Kayseri’ye getirdik. Hocayı bir otele yerleştirdik. Ertesi gün konferans verecek. Üstadın Kayseri’ye geldiği öğrenilince hemen ilanlar yapıldı. İşte cami çevrelerinde duyuruldu. Hoca enstitünün konferans salonunda bir konferans verecek. O zaman Kayseri Müftüsü Abdullah Saraçoğlu idi. Medreselerden yetişme bir adamdır. Daha önce Bursa müftüsüydü, sonra Kayseri’ye geldi. O zat, birtakım adamları ayartmış. Muhammed Hamidullah’ı merdivenlerden inerken dövecekler. Ya bu akıl kârı mıdır?

      Suçu ehl-i sünnete karşı olmak!

      Allah’tan biz erken haberdar olduk. Birkaç arkadaş güvenliğini sağlayıp hocayı salondan çıkarttık. Konferansta kölelikten bahsetti. İslam’da köle hukukunu anlattı hoca. Düşünün yani СКАЧАТЬ