İKNCİ KİTAP
Thrasymakhos yatışmıştır ama gözü pek Glaukon tartışmaya devam etmek için ısrar eder. Önceki kitabın sonunda Sokrates’in “adaletlinin mi adaletsizin mi daha mutlu olduğu” sorusundan kurtulma biçimiyle tatmin olmamıştır. Doğruluğu üç sınıfa ayırmakla başlar: Birinci, kendiliğinden istenilen doğruluk; ikincisi, hem kendiliğinden hem de sonuçlardan dolayı istenilen doğruluk; üçüncüsü, yalnızca getirdiği sonuçlar sebebiyle istenilen doğruluk. Daha sonra Sokrates’e adaleti bu gruplardan hangisine sokabileceğini sorar. Sokrates ikinciye olabileceğini söyler; hem kendi özlerinden hem faydalarından dolayı olan doğruluklara. “Öyleyse genel olarak dünyadaki herkes seninle aynı fikirde değil. Çünkü adaletin, sadece sonuçları için istenen doğruluk sınıfına ait olduğunu söylerler.” Sokrates bunun Thrasymakhos’un bir prensibi olduğunu ve kendisinin bunu reddettiğini söyler. Glaukon Thrasymakhos’un, sihirbazın sesini dinlemeye çok hazır olduğunu düşünür ve adaleti ile haksızlığın doğalarını, bütün dünyanın kulağına tekrarlayıp durduğu sonuçları ve getirilerinden ayrı olarak incelemeyi teklif eder. İlk olarak adaletin doğası ve aslından, ikinci olarak insanların onu bir doğruluktan ziyade bir ihtiyaç olarak görmesi durumundan bahsedecektir ve üçüncü olarak görüşünün makullüğünü kanıtlayacaktır.
Haksızlık yapmanın doğru olduğu söylendi, haksızlıktan dolayı acı çekmenin de kötü. Kötülük; daha iyi olma arzusundan dolayı ortaya çıktığı için aynı zamanda fail olamayan mağdurlar5, her ikisine de sahip olamayacaklarının taahhüdünü verirler ve bu taahhüde veya orta yola adalet denir ama aslında tam olarak haksızlık yapmanın imkânsızlığıdır. Hiç kimse zorunda olmasa böyle bir taahhüt vermez. Diyelim ki adaletli kişi ve adaletsizin, herkesin bildiği hikâyedeki Gyges gibi, onları görünmez yapabilen yüzükleri var. O zaman bu ikisinin arasında bir fark kalmaz çünkü ikisinin de koşullar uygun olduğu zaman kötülük yapma ihtimali vardır. Ayrıca bundan kaçınan kişi, dünyadaki herkes tarafından bu çabası yüzünden bir ahmak olarak değerlendirilir. İnsanlar onu, kendileri için korktuklarından dolayı herkesin içinde övebilir ama içlerinden hep ona güleceklerdir. (Gorgias.)
Ve şimdi de adaletli ve adaletsizin örneklerini tasarlayalım. Adaletsiz adam zanaatının ustası olsun, çok nadiren hatası çıkan ve bunları kolayca düzeltebilen biri. Para, hitabet ve güç gibi Tanrı vergilerine sahip; en büyük kötü adamdan en üst huylar fışkırıyor yani. Yanına da bütün asaleti ve sadeliğiyle adil kişiyi koyalım. Sadece görünüşle kalmayıp özünde de -yani bir şöhret ve ödül olmadan- saf adaletiyle giyinmiş, en kötüsü olduğu düşünülse de aslında bütün insanların en iyisi. Ve yaşadığı gibi de ölsün. Gerisini haksızlığı övenlerin ağzına bırakmayı tercih etsem de adil adamın kamçılanacağını, acılar içinde kıvranacağını, esir tutulacağını, gözlerinin oyulacağını ve sonunda işkence edileceğini (hatta tam olarak kazığa oturtulacağını) ekleyebilirim. Hem de bütün bunların hepsi, özünde iyi olmayı, dıştan iyi görünmeye tercih ettiği için oluyor. Görünüşte asıl gerçek oymuş gibi sadık kalan adaletsiz adamın durumu ne kadar da farklı! Yüce şahsiyeti onu bir efendi yapıyor, istediği yerde evlenebiliyor, ticaret yapabiliyor, arkadaşlarına yardımcı olup düşmanlara zarar veriyor. Sahtekârlıkla elde ettiği servetinin sayesinde tanrılara daha çok dua edebiliyor ve böylece adil adamdan daha çok seviliyor.
Adeimantos, haksız dövüşe dâhil olduğunda ben ne cevap vereceğimi düşünüyordum. Bütün bunların en önemli noktasının çıkarıldığını düşündü: İnsanlara sadece mükâfat için adaletli olmak öğretiliyor. Anne-babalar ve vasiler erdemlere teşvik eden kişiler olarak itibar kazanıyorlar. Ayrıca, varlıklı bir evlilik ve yüksek sınıflar gibi daha esaslı başka faydaların da sözleri veriliyor. Homeros ve Hesiodos’ta bu hayatta adil bir adam için besili bir koyun ve ağır postun, bereketli mısır tarlalarının ve meyvelerinden dolayı devrilecek gibi duran ağaçlar tasvir edilir. Orfeus tarzındaki ozanlar buna benzer bir tasvir daha eklerler. Musaeus ve Eumolpos’un, başlarında çelenklerle erdemlerin ödüllerinin tadını çıkararak bir festivalde, ölümsüz bir sarhoşluğun cennetinde koltuklarda uzanırlar. Bazıları daha ileri gider ve üçüncü, hatta dördüncü nesillerde de dürüst bir soydan bahseder. Fakat kötü huylu olanı bir bataklığa gömerler ve ona bir elekle su taşıtırlar. Bu hayatta onlar, Glaukon’un adaletsiz görünüp adil olanların yaşayacağını öngördüğü rezilliği, onlara atfederler.
Hem şiirde hem düzyazıda geçen bir başka görüşü ele alalım: Hesiodos’un dediği gibi “Erdem, yücedir ama zorludur. Ahlaksızlık kolaydır ve kazançlıdır.” Çoğu zaman kötü huylu olanı büyük bir refah içinde, düzgün olanın da Tanrı’nın isteği doğrultusunda dert çektiğini görürüz. Dilenen kâhinler, kendilerinin ya da babalarının günahlarını kolay bir şekilde kurbanlarla, şenlik oyunlarıyla, tılsım ve muskalarla telafi etme vaadiyle zengin kimselerin kapısını çalar ve ilahi bir yardımla iyi veya kötü bütün düşmanlardan kurtaracaklarını vadederler, hem de küçük bir masrafla. Musaeus ve Orfeus’un yazdığını iddia ettikleri kitaplara başvururlar. Bütün şehirleri peşlerinden sürüklerler ve “ruhlarını araftan kurtaracaklarını” garanti ederler. Onları dinlemeyi reddedersek başımıza kim bilir ne gelir.
Keskin zekâlı temiz kalpli bir genç bütün bunları duyduğunda varacağı sonuç ne olabilir? Pindar’ın deyimiyle “Adaleti yükseltecek mi yoksa kendini eğri düzenbazlığı ile güçlendirecek mi?” Adalet, dışarıdan adalet şeklinde gözükmüyorsa sefalet ve mahvoluştur, diye dile getiriyor. Adaletsizlik, harikulade bir yaşam vadeder. Görünüş, gerçeğin efendisi ve mutluluğun sahibidir. Görünüşe döneceğim: Erdem oyununu sahneleyeceğim ve arkamdan da Arhilohos’un tilkisini sürükleyeceğim. Bazılarının şöyle dediğini duyabiliyorum, “Kötülük kolay kolay gizlenemez.” Onlara şöyle cevap veriyorum: Büyük şeyler kolay değildir. Birlik, kuvvet ve hitabetin çok faydası olacak. İnsanlar tanrıları yenemediklerini söylerlerse tanrıların varlığını nereden bilebiliriz? Yalnızca ozanlardan öğrenebiliriz çünkü onlar kurban kesilmesiyle tanrıların bastırılabildiklerini kabul ederler. Öyleyse neden önce günah işleyip sonra affedilmek için ödeme yapmayalım ki? Yani, doğrucular sadece cezasız kalıyorlar, bundan öte bir ödül olmuyor ama kötülük yapanlar hem cezasız kalabiliyor hem de günah işlemenin zevkine varabiliyorlar. Peki ya aşağıdaki dünya? Hayır, der bu argüman. Tanrıların evlatları olan ozanların söylediği gibi bu olayı düzeltip telafi edecek güçler vardır ve bu da devlet yönetimi tarafından onaylanmıştır.
Adaletsizliği savunan bu görüşlere karşı nasıl direnebiliriz? Adabı elden bırakmayız ve bilgenin söylediği gibi iki dünya için de elimizden geleni yapmaya çalışmalıyız. Acınası bir alçak olmayan kim adalet hakkında söylenen iyi şeylere gülmeyi bırakacak! Bir kişi, ileride kazanacağı şeyleri bilse de diğerlerine kızmaz. Çünkü insani erdemlerin, bir insanı kurtarmaya yetmeyeceğini bilir ve sadece adaletsizliği hiç yapmamış olan adaleti metheder.
Kötülüğün kökeni; zamanın başlangıcından beri bütün insanların, kahramanların, ozanların, gençliği eğiten kişilerin hep “geçici muafiyeti”, СКАЧАТЬ
5
Yani daha iyisine sahip olmak isteyen kötü insanlar. (ç.n.)