Kürk Mantolu Madonna. Сабахаттин Али
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kürk Mantolu Madonna - Сабахаттин Али страница 10

Название: Kürk Mantolu Madonna

Автор: Сабахаттин Али

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-917-2

isbn:

СКАЧАТЬ “Neden?” diye sorarak yüzüme baktı

      Başladığım şeye devam etmek ve son bir çareyi denemek için ona daha çok sokuldum ve kendisine karşı duyduğum bütün alaka ve sevgiyi gözlerimde toplamaya çalıştım.

      “Bu defteri bir gece, yalnız bu gece bende bırakmaz mısınız? Bu kadar zaman arkadaşlık ettik, bana kendinize dair hiçbir şey söylemediniz… Sizi merak etmemi tabii bulmuyor musunuz? Bana karşı da bu kadar saklanmaya muhakkak lüzum görüyor musunuz? Dünyada benim için en kıymetli insansınız… Buna rağmen sizin gözünüzde herkes gibi bir hiç olduğumu söyleyerek mi beni bırakıp gitmek istiyorsunuz?”

      Gözlerim yaşarmıştı. Göğsümün içi titreyerek, sözüme devam ettim. Aylardan beri beni kendisine yaklaştırmaktan kaçan bu adama karşı ruhumda biriken sitemleri de sanki bu anda ortaya döküyordum:

      “İnsanlardan itimadınızı çekip almakla belki haklısınız. Fakat bunun istisnaları yok mu? Olamaz mı? Unutmayın ki siz de bu insanlardan birisiniz… Yaptığınız nihayet manasız bir hodbinlik olabilir.”

      Bu sözlerin, ağır bir hastaya söylenecek şeyler olmadığını hatırlayarak sustum. O da susuyordu. Nihayet son bir gayretle “Raif Bey, siz de beni anlayınız! Sizin sonunda bulunduğunuz yolun ben daha başlarındayım. İnsanları öğrenmek, bilhassa insanların size ne yaptıklarını bilmek istiyorum…” dedim.

      Hasta başını şiddetle sallayarak sözümü kesti. Bir şeyler mırıldanıyordu; eğildim, nefesini yüzümde hissediyordum:

      “Hayır, hayır!” diyordu. “İnsanlar bana hiçbir şey yapmadılar… Hiçbir şey… Hep ben… Hep ben…”

      Birdenbire sustu ve çenesi göğsüne düştü. Daha hızlı nefes alıyordu. Bu sahnenin onu yorduğu muhakkaktı. Ben de büyük bir ruhi yorgunluk duymaya başlamıştım. Defteri sobaya atıp dışarı kaçmayı düşünüyordum. Hasta tekrar gözlerini açtı:

      “Hiç kimsenin kabahati yok… Hatta benim bile!..”

      Sözüne devam edemedi. Öksürüyordu. Nihayet gözleriyle defteri işaret ederek “Oku, göreceksin!” dedi.

      Bunu bekliyormuş gibi hemen siyah kaplı defteri cebime koydum.

      “Yarın sabah getirir, gözünüzün önünde yakarım!” dedim. Hasta, biraz evvelki titizliğine hiç benzemeyen bir tavırla “Ne yaparsan yap!” makamında omuzlarını silkti.

      Hayatının en mühim kısımlarını ihtiva ettiği muhakkak olan bu defterle bile artık alakasını kesmiş bulunduğunu anladım. Ayrılmak için elini öptüm. Doğrulmak istediğim zaman beni bırakmadı, kendine doğru çekti, evvela alnımdan, sonra yanaklarımdan öptü. Başımı kaldırınca gözlerinden şakaklarına doğru yaşlar sızdığını gördüm. Raif Efendi bunları saklamak veya silmek için hiçbir harekette bulunmuyor, gözlerini kırpmadan bana bakıyordu. Ben de kendimi tutamamış, ağlamaya başlamıştım; bu ancak fevkalade büyük ve sahici kederlerde görülen, sessiz, hıçkırıksız ağlayışlardan biriydi. Ondan ayrılmanın bana güç geleceğini biliyordum. Fakat bunun bu kadar korkunç, bu kadar acı olacağını tasavvur edememiştim.

      Raif Efendi, tekrar dudaklarını kımıldattı. Duyulur duyulmaz bir sesle “Seninle hiç şöyle uzun boylu konuşamadık evladım… Yazık!” dedi ve gözlerini kapadı.

      Artık birbirimize veda etmiş bulunuyorduk… Kapının önünde bekleyenlere yüzümü göstermemek için âdeta koşarcasına holden geçtim ve sokağa fırladım. Yolda soğuk bir rüzgâr yanaklarımı kuruttu. Hiç durmadan “Yazık!.. Yazık!..” diye söyleniyordum.

      Otele geldiğim zaman arkadaşımı uyumuş buldum. Yatağa girerek baş ucumdaki küçük lambayı yaktım ve derhâl Raif Efendi’nin siyah kaplı mektep defterini okumaya başladım:

      20 Haziran 1933

      Dün başımdan garip bir hadise geçti ve bana on sene evvelki başka birtakım hadiseleri yeniden yaşattı. Unutup gittiğimi zannettiğim bu hatıraların, bundan sonra beni hiç bırakmayacaklarını biliyorum… Hangi hain tesadüf dün onları yolumun üstüne çıkardı ve beni, senelerden beri dalmış olduğum derin uykudan, artık yavaş yavaş alıştığım hissiz uyuşukluktan ayırdı. Deli olacağım yahut öleceğim dersem yalan söylemiş olurum. İnsan tahammül edemeyeceğini zannettiği şeylere pek çabuk alışıyor ve katlanıyor. Ben de yaşayacağım… Ama nasıl yaşayacağım!.. Bundan sonraki hayatım nasıl dayanılmaz bir işkence olacak!.. Ama ben dayanacağım… Şimdiye kadar olduğu gibi…

      Yalnız bir şeye dayanmak artık benim için mümkün değil: Her şeyi kafamda yalnız başıma saklayamayacağım. Söylemek, bir şeyler, birçok şeyler anlatmak istiyorum… Kime?.. Şu koskocaman dünyada benim kadar yapayalnız dolaşan bir insan daha var mı acaba? Kime, ne anlatabilirim? On seneden beri hiç kimseye bir şey söylediğimi hatırlamıyorum. Boşuna yere herkesten kaçmış, boş yere bütün insanları kendimden uzaklaştırmışım; ama bundan sonra başka türlü yapabilir miyim? Artık hiçbir şeyin değişmesine imkân yok… Lüzum da yok. Demek böyle olması icap ediyormuş. Yalnız söyleyebilsem… Bir kişiye olsun içimdekileri dökebilsem… Bunu sahiden istesem bile artık böyle bir insan bulmama imkân yok… Bende arayacak hâl kalmadı… Kalsa da aramam… Zaten bu defteri neden aldım? Küçük bir ümidim olsa dünyada en sevmediğim bu yazmak işine kalkışır mıydım? İnsanın muhakkak kendini boşaltması lazım… Dünkü hadise olmasaydı… Ah, dün her şeyi öğrenmiş olmasaydım… Şimdi eski ve belki de rahat hayatım devam edecekti…

      Dün sokakta giderken iki kişiye rast geldim. Birini ilk defa görüyordum, öteki de dünyada bana belki en uzak insanlardan biriydi. Bunların hayatım üzerinde bu kadar müthiş tesirleri olabileceği aklıma gelir miydi?

      Fakat mademki bir kere yazmaya karar verdim, her şeyi sükûnetle ve baştan anlatmalıyım… Bu takdirde birkaç sene, hatta on on iki sene geriye gitmek lazım… Belki de on beş… Fakat sıkılmadan yazacağım… Belki manasız tafsilat arasında asıl korkunç tarafları boğmak, onların tesirinden kurtulmak mümkün olur. Belki yazacaklarım yaşadığım kadar acı olmaz ve ben biraz ferahlarım. Birçok şeylerin zannettiğimden daha ehemmiyetsiz, basit olduğunu görüp kendi heyecanımdan utanırım… Belki…

      Babam Havranlıydı. Ben orada doğdum ve büyüdüm. Orada ilk tahsilimi yaptım, sonra bir müddet, bize bir saat kadar uzaktaki Edremit İdadisine gidip geldim. Umumi Harp’in son senelerinde, on dokuz yaşlarında askere alındım; fakat daha talimgâhta mütareke ilan edildi. Kasabaya döndüm. Tekrar idadiye devam edip bitirmedim. Zaten okumaya pek hevesim yoktu. Araya giren bir senelik zaman ve o sıralarda bu havalide hüküm süren karmakarışık vaziyet beni tahsilden soğutmuştu.

      Mütarekeden sonra bütün bağlar gevşemiş, ne doğru dürüst bir hükûmet ne de muayyen bir fikir ve hedef kalmıştı. Bazı mıntıkalar ecnebi kuvvetleri tarafından işgal ediliyor, birdenbire türeyen bir sürü çeteler, türlü türlü namlar altında, bazen düşmana karşı cephe kurarak, bazen köyleri soyarak faaliyet gösteriyor; dün bir kahraman olarak ismi ağızdan ağıza dolaşan bir sergerdenin bir hafta sonra tenkil edildiği19 ve ölüsünün Edremit’te Konakönü Meydanı’nda asılı durduğu ilan ediliyordu. Böyle bir devirde, dört duvar arasına kapanarak Osmanlı tarihi veya musahabat-ı ahlakiyeСКАЧАТЬ



<p>19</p>

Tenkil etmek: Düşman veya zararlı kimseleri topluca ortadan kaldırmak. (e.n.)