Название: Kelt masalları
Автор: Joseph Jacobs
Издательство: Maya Kitap
isbn: 978-605-7605-90-0
isbn:
“Mücevherler mi dedin sen? Beni de götüremez misin?”
“Peki, sen dürüst bir adamsın. Her ne kadar gün ışığı kadar güzel olsa da ya da tepeden tırnağa mücevherlerle kaplı olsa da ben kralın kızını umursamıyorum, onunla sen evlenmelisin. Şu bağı çözüp beni buradan çıkar, evlilikten kaçmamam için beni çok sıkı bağladılar.”
Donald dışarı doğru emekledi, çuvalın içine çiftçi girdi.
“Şimdi öylece dur, sallantıyı da dert etme, sarayın merdivenlerinden çıkarken biraz sallamaları normal. Ha bir de kralın kızıyla evlenmeyi kabul etmediğin için sana berduş falan diyebilirler, onu da dert etmene gerek yok. İşte! Bu tekliften senin için vazgeçiyorum, tabii ki prensesi umursamadığımdan dolayı.”
“Karşılığında sığırlarımı alabilirsin,” dedi çiftçi, çok geçmeden Donald sığırları önüne katıp eve doğru yol almaya başladı.
Hudden ve Dudden, handan çıktılar. Sopanın bir ucunu biri, diğer ucunu da diğeri omuzladı.
“Daha da ağırlaşmış sanki,” dedi Hudden.
“Boş ver, nasıl olsa Kahverengi Göl’e çok kalmadı,” dedi Dudden.
“Evleneceğim! Onunla evleneceğim!” diye bağırdı çiftçi, çuvalın içinden.
“Tabii evlenirsin,” dedi Hudden, elindeki sopasını çuvala batırdı.
“Evleneceğim! Onunla evleneceğim gerçekten!” diye avazı çıktığı kadar bağırdı çiftçi.
“İşte geldik,” dedi Dudden; Kahverengi Göl’e varmışlardı, çuvalı omuzlarından indirip göle doğru pat diye bıraktılar.
“Artık bize oyun oynayamayacaksın,” dedi Hudden.
“Aynen öyle,” dedi Dudden. “Ah Donald, dostum, o tartıyı hiç ödünç almamalıydın.”
Endişesiz ve kaygısız bir şekilde geri döndüler. Ancak evlerine yaklaştıklarında gördükleri kişi Donald O’Neary’nin ta kendisiydi; etrafı ise otlayan inekler, topuklarını ve kafalarını birbirine tokuşturan buzağılar ile doluydu.
“Donald, sen misin?” diye sordu Dudden. “Nasıl olur! Bir de bizden önce gelmişsin.”
“Çok haklısın Dudden, size teşekkür etmeme izin verin; niyetiniz kötü de olsa sonuçları benim için iyi oldu. Kahverengi Göl’ün dilekleri gerçekleştirdiğini siz de duymuşsunuzdur. Hep yalan söylüyor gibi duruyorum, ancak bu doğru. Şu sığırlara bir bakın.”
Hudden şöyle bir baktı, Dudden’ın da ağzı açık kaldı; gözlerini sığırlardan alamıyorlardı. Bu sığırlar iyi besili şişman sığırlardı.
“Bunlar en kötüleriydi,” dedi Donald O’Neary, “Diğerleri o kadar şişmandı ki onları getirmek imkânsızdı. Hakları da var, yemyeşil ve taptaze çimenlerin ufuk çizgisine kadar uzandığı yerden ayrılmak istemediler.”
“Ah Donald, hiçbir zaman gerçek dost olamadık,” dedi Dudden, “Ancak hep söylediğim gibi, sen çok düzgün bir adamsın, bize yolu gösterirsin değil mi?”
“Bunu neden yapayım bilmiyorum, çünkü orada daha bir sürü sığır var. Hepsini neden kendime saklamayayım?”
“Gerçekten de zenginleştikçe kalbin katılaştığı doğruymuş. Sen hep komşularını gözeten bir insandın Donald. Tüm bu talihi kendine saklamak istemeyeceğini biliyorum, değil mi?”
“Her ne kadar bana kötü davransanız da sanırım haklısın Hudden. Bana yaptıklarınızı düşünmeyeceğim. Orada zaten bir sürü sığır var, bu yüzden gelin benimle.”
Yola koyuldular; kalpleri rahat, adımları hevesliydi. Kahverengi Göl’e vardıklarında gökyüzü bembeyaz bulutlarla doluydu ve gökyüzünün beyazlığı göle yansıyordu.
“İşte! Bakın, oradalar!” diye bağırdı Donald, göldeki bulut yansımalarını işaret ediyordu.
“Nerede? Neredeler?” diye bağırdı Hudden, Dudden ise “O kadar açgözlü olma!” diye haykırdı; ancak en şişman sığırları kapmak için hemen tüm gücüyle göle atladı. O atladıktan sonra Hudden da çok geç kalmadan peşinden atladı.
Hiç geri dönemediler, belki de istedikleri sığırlar kadar şişmanlamışlardır. Donald O’Neary’ye gelince, tüm hayatı boyunca ona yetecek kadar sığırı ve koyunu ile yaşamaya devam etti.
Myddvai Çobanı
Caermarthenshire’da bulunan Kara Dağlar’ın tepesinde Lyn y Van Vach adında bir göl bulunur. Bir gün Myddvai Çobanı, bu gölün kenarlarına kandillerini koydu ve hayvanları otlarken orada uzandı. Bir an, gölün karanlık sularından üç genç kızın çıktığını gördü. Kızlar, çobanın sürüsünün gezindiği kıyıya doğru süzülürken saçlarındaki parlak damlaları silkeliyorlardı. Güzellikleri insanı aşıyordu, çoban ise yakınına gelen kızı görünce aşkla doldu. Yanındaki ekmeği kıza ikram etti, kız da ekmeği alıp tadına baktı. Sonra çobana bir şiir okudu:
“Bu çok pişmiş bir ekmek,
Daha fazla çabalaman gerek.”
Bunu söyledikten sonra gülüp göle doğru koştular.
Ertesi gün çoban, yanında daha az pişmiş bir ekmek götürdü ve genç kızların tekrar ortaya çıkmasını bekledi. Kızlar kıyıya gelince çoban yine ekmeğinden ikram etti, kızlar da ekmeğin tadına bakıp yine bir şiir okudular:
“Bu da pişmemiş bir ekmek,
Artık imkânsız seninle evlenmek.”
Çoban üçüncü kez genç kızı cezbetmeyi denedi; bu kez ona göl kenarında bulduğu, gölün üzerinde süzülen ekmeği ikram etti. Bu, kızı memnun etti ve kız, eğer ertesi gün kız kardeşleri arasından onu ayırt edebilirse çobanın eşi olacağına dair söz verdi. Zaman gelince çoban, sevdiği kızı sandaletinin kayışından tanıdı. Kız da ona, kendisine sebepsiz yere üç kez vurmayacağı takdirde, dünyadaki tüm genç kızlardan daha iyi bir eş olacağını söyledi. Çoban böyle bir şeyi asla yapmayacağını söyledi, kız da çeyizi için gölden üç inek, iki öküz ve bir boğa çıkardı. Sonra da çobanın eşi olarak eve doğru yol aldı.
Göl kızı ve çoban, yıllarca mutlu yaşadılar ve üç çocukları oldu. Ancak bir gün vaftiz törenine giderken kız, yolun yürünemeyecek kadar uzun olduğunu söyledi. Çoban da kıza öyleyse atları getir dedi.
“Getiririm,” dedi kız, “Eğer evde bıraktığım eldivenlerimi getirirsen.”
Ancak çoban eldivenlerle birlikte geldiğinde kız atları getirmemişti. Bu yüzden çoban elindeki eldivenlerle kızın omzuna hafifçe vurdu ve “Hadi, hadi,” dedi.
“Bu СКАЧАТЬ