Dostoyevski'nin hayatı. Любовь Федоровна Достоевская
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Dostoyevski'nin hayatı - Любовь Федоровна Достоевская страница 4

Название: Dostoyevski'nin hayatı

Автор: Любовь Федоровна Достоевская

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8068-05-4

isbn:

СКАЧАТЬ şiir solur. Mavi nehirler denizlere berrak ve aheste akar, çiçeklerle örtülmüş küçük göller sakince uyur; bereketli meşe ormanlarında hayal kurmak ne güzeldir. Ukrayna’da her şey şiirdir: köylülerin kıyafetleri, şarkıları, dansları ve her şeyden önemlisi de tiyatroları. Ukrayna, başka yerlerde olduğu gibi kitlelerin zevkini geliştirmek için aydınlar tarafından organize edilmemiş, bizzat halk tarafından yaratılmış bir tiyatroya sahip olup da Avrupa’da yer alan tek ülkedir. Ukrayna tiyatrosu halkla öyle özdeşleşmiştir ki bundan bir burjuva tiyatrosu devşirmek dahi mümkün olmamıştır. Eskiden Ukrayna, Karadeniz kıyılarındaki Yunan kolonileriyle yakın temas halindeydi. Ukraynalıların damarlarında bir miktar Yunan kanı akar, bu kan kendini onların büyüleyici güneş yanığı yüzlerinde ve zarif tavırlarında gösterir. Hatta Ukrayna tiyatrosu antik Yunanların sevgilisi dramanın uzaklardan gelen bir yankısı bile olabilir.

      Işık, çiçekler ve Ukrayna’nın Yunan şiiri, Litvanya’nın karanlık ormanlarından ve rutubetli bataklıklarından çıkan atalarımın gözlerini kamaştırmış olmalı. Yürekleri güneyin güneş ışıklarıyla ısınmış, dizeler yazmaya başlamışlar. Büyükbabam Mihail, babasının evinden kaçtıktan sonra bu Ukrayna şairliğinin bir kısmını yoksul öğrenci cüzdanında taşımış ve bunu uzaklardaki evinden bir hatıra olarak özenle saklamış. Sonrasında ise bunları iki büyük oğlu Mihail ve Fyodor’a aktarmış. Bu gençler de dörtlükler ve şiirler yazmış; babam gençliğinde Venedik’te geçen aşk hikâyeleri ve tarihi dramalar kaleme almıştır. Muazzam bir hayranlık beslediği Ukraynalı büyük yazar Gogol’u taklit ederek yazmaya başlamıştır. Dostoyevski’nin ilk yapıtlarında bu duygusal ve romantik şiire sıklıkla rastlıyoruz. Hapse girinceye, yani bir Rus oluncaya kadar, büyük bir dehaya ve muhteşem bir geleceğe sahip bir ulus olan Ruslara mahsus geniş bakış açısını ve düşünce derinliğini romanlarında bulamıyoruz. Yine de Dostoyevski’nin o güçlü gerçekçiliğinin Rus asıllı olduğunu söylemek doğru olmayacaktır. Ruslar gerçekçi değildir; hayalperest ve mistiktirler. Yaşamı mercek altına almaktansa kendilerini hayallerde kaybetmeye bayılırlar. Gerçekçi olmak istediklerinde ise bir anda Moğol kinizmine ve erotizmine kapılırlar. Dostoyevski’nin realizmi ise Normanlaşmış atalarından kalan bir mirastır. Norman kanından gelen tüm yazarlar derin gerçekçilikleriyle diğerlerinden ayrılırlar. Dostoyevski boş yere Balzac’a son derece kalpten bir hayranlık beslemiyor, onu kendine örnek almıyordu.

      Dostoyevskiler aslen göçebe bir aileydi. Bir bakmışız Litvanya’dalar, bir bakmışız Ukrayna’da; bir gün bakıyoruz Moskova’da yaşıyorlar, ertesi gün Petersburg’a taşınmışlar. Bu pek şaşırtıcı değildir, zira Litvanya tuhaf “göçebe aydınlar” sınıfıyla diğer ülkelerden ayrılmaktadır. Diğer ülkelerde ise göç eden proletaryadır. Rusya’da her yıl kitleler halinde Ural Dağları’nı aşan ve Asya tarafından yutulanlar mujiklerdir; Avrupa’da ise kısmetini Amerika, Afrika ya da Avustralya’da arayanlar köylüler ve orta alt sınıflardır. Oysa Litvanya’da halk ülkede kalırken yalnızca aydınlar göç eder. Litvanya, Avrupalı şairleri ve âlimleri kendine çeken muhteşem bir büyük düklükken Litvanyalı soylular yuvalarında kaldılar. Fakat Litvanya’nın ihtişamı azalmaya başladığında aydınlar12 çok geçmeden kendilerini ormanlarında, bataklıklarında hapsolmuş hissederek komşu ülkelere göç ettiler. Lehlerin ve Ukraynalıların hizmetine girerek medeniyetlerini kurmalarına yardımcı oldular. Ünlü Lehlerin ve Ukraynalıların çok büyük bir bölümü Litvanya kökenlidir.13

      Sonra, Rusya Litvanya’yı ilhak ettiğinde bir sürü Litvanyalı aile büyük kentlerimize doluştu. On dokuzuncu yüzyılın başında Lehler kendi istekleriyle Rusya’nın hizmetine girdiler, fakat yurttaşlarım çok geçmeden Leh ve Litvan “ski”lerinin14 birbirlerinden farklı olduğunun ayırdına vardılar.

      Lehler Rusya’da yaşayıp zenginleşmelerine karşın Katolik olarak kaldılar, kendi aralarında Lehçe konuşup Ruslara barbar muamelesi yaptılar. Litvanlar ise anadillerini unuttular, Ortodoks inancına geçip ata topraklarını düşünmeyi bıraktılar.15

      Aydınların bu göçü ve onları kabul eden uluslarla birleşebilme yetenekleri Normanların, kendilerinden sonra gelen Litvanyalı torunlarına bıraktıkları en karakteristik özelliktir. Antik dönem ulusları arasında yalnızca Normanlar göçebe soylulara sahipti. En önde gelen ailelerin gençleri Norman prenslerinden birinin sancağı altında toplanır, yeni yurtlar aramak üzere hafif tekneleriyle yelken açarlardı. Kuzey Avrupa aristokrasilerinin tümünün Normanlar tarafından kurulduğu fikri çoğunlukla öne sürülmektedir. Bunda şaşılacak hiçbir şey yoktur: Genç Norman soyluları ne zaman ilkel insanların arasında boy gösterseler doğal olarak vahşilerin ve cahil yerlilerin şefleri olmuşlardır. Onların soyundan gelen yönetmeye alışkın kişiler, birbirini izleyen yüzyıllar boyunca yönetimde bulunmaya devam ettiler. Daha önce de görmüş olduğumuz üzere Normanlar fethettikleri uluslardan uzak durmamışlar, ülkenin kadınlarıyla evlenip düşüncelerini, giyim kuşamlarını ve inançlarını benimsemişlerdir. Normandiya’ya varmalarından iki yüzyıl sonra Normanlar anadillerini unutup birbirleriyle Fransızca konuşmuşlardır. Fatih William, savaşçılarıyla beraber İngiltere’ye ayak bastığında İngilizlere getirdiği kültür Norman değil Latin kültürüydü. Norman Comtes d’Hauteville ailesi Sicilya’yı fethettiğinde ülkede buldukları Bizans ve İslam kültürünü inanılmaz bir hızla benimsemişlerdi. Litvanya’da fethedenlerle fethedilenler tam bir kaynaşma içindeydi; Normanlar Litvanyalılara güçlü karakterlerini aktarmış, komşu halkları uygarlaştırma görevini miras bırakmışlardı. Litvanya’nın tüm göçebe aydınları aslında gizli Normanlardır. Atalarının müthiş çalışmasını bitmek tükenmek bilmeyen bir cesaret, sabır ve adanmışlıkla sürdürmektedirler.

      Irkının seçkinliğini diğer ırklara dağıtan zavallı Litvanya’nın bir daha asla büyük bir devlet olamayacağı açıktır. Bunu kendi de anlıyor ve bundan pişmanlık duyuyor. “Litvanyalılar genel olarak en zeki ırk olarak değerlendirilmelidir,” diyor Vidunas, “buna karşın Litvanya’nın Avrupa uygarlığı üzerinde hiçbir etkisinin olmaması, Litvan zekâsının daima diğer ulusların hizmetinde olması ve tüm güçlerini anayurdu için ortaya koyamamış olmasıyla açıklanabilir.” Vidunas Litvanyalı aydınların göç etmiş olmalarından dolayı hayıflanmakta şüphesiz ki haklıdır, ne var ki Litvanya’nın Avrupa uygarlıkları üzerinde hiçbir etkide bulunmadığını söyleyerek hata etmektedir. Aslına bakılacak olursa hiçbir ülke, Slav devletlerinin uygarlaşması için Litvanya kadar çok şey yapmamıştır. Diğer halklar yalnızca kendileri, kendi ihtişamları için çalışmışlardır; Litvanya ise kendi dehasından doğan yetenekleri komşularının hizmetine sunmuştur. Polonya, Ukrayna ve Rusya bunu henüz anlamıyor, bu nedenle de Litvanya’ya haksızlık ediyorlar. Ancak gün gelecek mütevazı ve suskun Litvanya’ya neler borçlu olduklarını açıkça görecekler.

      Dostoyevskiler böyle gezginlerdi, yeni düşüncelerle yeni izlenimler edinmeye öyle susamışlardı ki geçmişi unutmaya çalışıp atalarının çocuklarıyla konuşmayı reddetmişlerdi. Ne var ki böylece geçmişten feragat ederken bir yandan da gezip duran ailelerini Ariadne’nin ipine benzer bir şekilde birbirine bağlama arzusunu taşıyorlardı. Onları yüzyıllar boyunca takip edebilmemizi sağlayan bu ip, taşıdıkları aile adı olan Andrey’dir. Litvanyalı Katolik Dostoyevskiler geleneksel olarak erkek çocuklarından birine, genellikle de ikincisine ya da üçüncüsüne bu adı verirlerdi; Ortodoks Dostoyevskiler de bu geleneği günümüze dek sürdürmüşlerdir. Ailemizin her neslinde her zaman bir Andrey olur СКАЧАТЬ



<p>12</p>

Eleştirmenler beni her zaman eşanlamlı olmayan “soylu” ve “aydın” kelimelerini birbirine karıştırmakla itham edebilir. Fakat unutmamaları gerekir ki bir zamanlar proletarya ve orta sınıflar için eğitim almak imkânsızdı. Litvanya’nın başlıca eğitimcileri olan Katolik ve Ortodoks din adamları yalnızca soyluların çocuklarıyla, yani geleceğin yasa koyucuları ve ülkelerinin yöneticileriyle ilgileniyorlardı.

<p>13</p>

Büyük Leh şair Mickiewicz’in Litvanyalı olduğu düşünülmektedir. Şiirlerinden biri şöyle başlar: “Litvanya, ülkem.”

<p>14</p>

Leh ve Litvan soylularının soy isimleri “ski” sonekiyle biter.

<p>15</p>

Litvanya kökenli büyük Rus aileler arasında özellikle son zamanlara dek hüküm süren ailenin Borussi kabilesine mensup ataları Romanovları; Litvanca isimleri Saltik olan Solitikovları ve Dük Guedimin’in soyundan gelen Golitsinleri saymak gerekir. Polonya’da da Jagellon kraliyet ailesi de dahil olmak üzere aristokrat ailelerin çoğunluğu Litvanya kökenliydi.