Aylak bir adamdan aylak düşünceler. Джером К. Джером
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Aylak bir adamdan aylak düşünceler - Джером К. Джером страница 5

Название: Aylak bir adamdan aylak düşünceler

Автор: Джером К. Джером

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8068-73-3

isbn:

СКАЧАТЬ dersin. Ne kaybettiklerini çok geç öğreneceklerdir ve sen de acı acı onların o zaman sana duyacaklarını farz ettiğin saygıyı, şimdiki şüphe uyandırmayan hürmetleriyle kıyaslarsın.

      Bu hayaller kendini biraz daha mutlu hissetmeni sağlar ama sadece kısa bir süreliğine, çünkü biraz sonra, başına gelebilecek herhangi bir şey için herhangi birinin üzüleceğini hayal etmenin ne kadar aptalca bir şey olduğunu düşünürsün. Havaya uçman, asılman ya da evlenmen, bayılman kimin umurunda olurdu ki? Hiç kimsenin umurunda değilsindir. Hiçbir zaman adabınca takdir edilmemiş, hiç hak ettiğin saygıyı görememiştin zaten. Geçmiş yaşantının tamamını gözden geçirirsin ve beşikten çıktığın andan itibaren kötü muamelelere maruz kaldığın can yakıcı şekilde açığa çıkar.

      Yarım saat bu düşüncelere dalman, seni herkese ve her şeye karşı vahşi bir öfke nöbetine sokar; özellikle de sadece anatomik nedenlerden dolayı tekmeleyemediğin kendine karşı. Sonunda uyku vakti, seni fevri bir şey yapmaktan alıkoymak için gelir ve üst kata çıkıp üzerindekileri çıkarıp odanın her yerine, dağınık duracak şekilde atarsın. Sonra mumu söndürürsün ve sanki daha önce ağır bir bahse girmiş de artık bahsin süresi dolmuş gibi kendini yatağa atarsın. Yatakta birkaç saat bir o yana bir bu yana döner, monotonluğu üzerinden atmak için de arada bir yataktan çıkıp kıyafetlerini tekrar giyersin. Sonunda huzursuz ve aralıklı bir uykuya dalar, kötü rüyalar görür ve ertesi sabah geç kalkarsın.

      En azından biz zavallı bekar erkeklerin bu şartlar altında yapabileceği bu kadardır. Evli erkekler eşlerine çatar, akşam yemekte söylenir ve çocukların yatağa gitmesi için diretirler. Tüm bunlar ev ortamında fazlaca huzursuzluk yaratsa da kederli hisseden bir adama büyük huzur verir. Ne de olsa kavgalar, ilgi duyabileceği tek eğlence kaynaklarıdır.

      İlletin bulguları her koşulda aynıdır ancak illetin kendisi çeşitli şekillerde zuhur edebilir. Şair, “üstüne bir mutsuzluğun çöktüğünü” söyler. Arry, Jimee’ye tutarsız yüreğinin iniş çıkışlarını “geçici aksilikler” olarak adlandırdığını belirtir. Kardeşin, bu gece ne problemi olduğunu bilmiyordur. Toptan keyifsiz hissediyor ve başına bir şeyin gelmemesini umuyordur. Her gün genç hisseden adam “seninle görüştüğü için aşırı sevinçlidir”, çünkü “bu gece kendini fazlasıyla perişan hissediyordur.” Bana gelince, genelde “bu gece içimde tuhaf, ne idüğü belirsiz bir his var,” der ve “dışarı çıksam iyi olur,” diye söylenirim.

      Bu arada, bu his akşam vakti hariç hiçbir zaman uğramaz. Güneş açmışken, dünya hayat dolu biçimde dönerken iç çekip surat asamayız. Çalışma gününün uğultusu, küçük perilerin kulağımıza fısıldadığı düşük tonlu besteyi boğar adeta. Gün içinde sinirli, hayal kırıklığına uğramış veya içerlemiş bir haldeyizdir ama asla “kederli” ve melankolik değilizdir. İşler sabah saat 10’da ters gittiğinde biz, daha doğrusu sen, küfreder, mobilyaları devirirsin ama talihsizlik akşam 10’da kapıyı çalarsa, şiir okur ya da karanlıkta oturup dünyanın ne kadar boş olduğunu düşünürüz.

      Ama genelde bizi melankolik yapan, bela değildir. Gerçeklik, duygusallığa izin vermeyecek kadar acımasızdır. Bir resme ağlar dururuz ama orijinalinden çabucak gözlerimizi kaçırmalıyızdır. Gerçek acıda dokunaklı bir yan, gerçek tasada lüks bir nokta yoktur. Keskin kılıçlarla oyun oynamaz, kemirgen bir tilkiyi mıncıklamayı seçmeyiz. Bir adam ya da kadın bir üzüntüye saplanıp kalır da onu hafızasında canlı tutmaya gayret ederse, onun artık bir acı olmadığına emin olabilirsin. Başlarda ondan ne kadar acı çekmiş olurlarsa olsunlar, hatırlanan şey artık bir zevk haline gelmiştir. Her gün lavanta kokulu çekmecelerde duran küçük ayakkabılara bakıp onlarla tıpış tıpış yürümüş minik ayakları düşünen bir sürü değerli yaşlı hanım ve her gece yastıklarının altında, tuzlu suların yuttuğu bir erkeğin başından aşağı kıvrılan saçları saklayan güzel yüzlü genç hanımlar benim iğrenç, alaycı bir canavar olduğumu ve saçmaladığımı söyleyeceklerdir ancak yine de inanıyorum ki kendilerine dürüst bir şekilde hâlâ üzüntülerine takılıp kalmayı tatsız bulup bulmadıklarını sorarlarsa cevabın “hayır” olduğunu göreceklerdir. Kimi ruhlar için gözyaşları da kahkahalar kadar tatlıdır. Eski tarihçi Froissart’tan tanıdığımız, dillere destan İngiliz erkeği zevklerini üzüntüyle kabul ederken İngiliz kadını bir adım öteye gidip zevklerini doğrudan üzüntüden alır.

      Dalga geçmiyorum. Bu zorlu, yaşlı dünyada kalpleri yumuşak tutmaya yardımcı olan hiçbir şeyle, bir an olsun dalga geçmem. Biz erkekler herkese yetecek kadar soğuk ve akılcıyız zaten; kadınlar da aynı olsun istemeyiz. Hayır, hayır, sevgili bayanlar, her zaman duygusal ve yufka yürekli olun. Bizim işlenmemiş, kuru ekmeğimizin yumuşatıcı tereyağı olun. Hem ne de olsa, bizim için eğlence neyse, kadınlar için de duygular odur. Bizim mizah anlayışımızı sevmiyorlar; öyleyse onların kederlenme haklarını ellerinden almak elbette ki adil olmaz. Hem kim onların eğlence tarzlarının bizimki kadar hassas olmadığını iddia edebilir ki? Ne diye gülmekten yerlere yatmış bir bedenin; buruşuk, mor bir suratın ve çıkardığı kulak tırmalayan seslerle açık bir ağzın küçük, beyaz bir ele dayanmış; düşünceli bir surattan ve nazik, akıtacak yaşı kalmamış, kaybolan bir geçmişten Zaman’ın karanlık sokağına bakan bir çift gözden daha akılcı bir mutluluğa işaret ettiğini varsayıyoruz ki?

      Pişmanlık’la arkadaş olup yüründüğünü gördüğümde mutlu olurum. O zaman mutlu olurum, çünkü bilirim ki yaşlardaki tuz akıp gitmiş ve şiddet, biz bir daha onun solgun dudaklarını kendimizinkilere değdiririz diye Hüznün güzel yüzünden koparılıp alınmıştır. Zaman iyileştirici elini yaranın üzerine değdirmiştir; artık bizi bir zamanlar bayıltmış acıya tekrar dönüp bakabiliriz. Acı veya umutsuzluk yükselmez artık yüreğimizden. Geçmiş belalarımıza karşı artık yalnızca eski şövalye yürekli Albay Newcome’ın yoklama alınırken “buralarda” dediğindeki veya Tom ve Maggie Tulliver’ın onları ayıran sisler arasından ellerini kenetlemeleri ve birbirine kilitli ellerin, Floss’un kabarık sularının altına doğru gidişindeki mutluluk ve hüznün tatlı karışımını hissederiz. Yük artık ağır değildir.

      Zavallı Tom ve Maggie Tulliver’dan bahsedince aklıma George Eliot’ın bu melankoli konusuyla ilintili bir sözü gelir. Bir yerde, “bir yaz akşamının hüznünden” bahseder. Ne kadar da doğrudur bu gözlem – tıpkı o muhteşem kalemden gelen diğer her şey gibi! Kim o ağır ağır gözden kaybolan günbatımlarındaki kederli büyüyü hissetmemiştir? Dünya, gün ışığını sevmeyen; düşünceli, çukur gözlü bir genç kıza, Melankoli’ye aittir. “Işık koyulaşana ve karga kayalık ormana kanat çırpana kadar” ormandan bir şey çalmaz. Sarayı alacakaranlık diyarındadır. Bizimle orada buluşur. Gölgeli kapısında elimizi kendi avcunun arasına alır ve mistik krallığı boyunca yanımızda yürür. Şeklini şemalini görmeyiz ama kanat çırpışını duyar gibi oluruz.

      Çalışması bitmeyen can sıkıcı şehirde bile ruhu gelir bize. Her bir uzun, donuk sokağa karamsar bir hava hakimdir ve karanlık nehir, hayalet gibi siyah kemerler altından, sanki çamurlu sularında bir tür sır taşırmış gibi, süzülür.

      Sessiz kırda ağaçlar ve çitler uzakta belirip, yükselen gece görüntüsünde bulanıklaşınca, yarasanın kanadı yüzümüzde pır pır edince ve bıldırcın kılavuzunun ötüşü hüzünlü şekilde tarlalar boyu yankılanınca büyü yüreğimize daha derin saplanır. O saatte görünmez bir ölüm yatağının başında duruyor gibi oluruz ve karaağaçların sallanışında ölen günün iç çekişini duyarız.

СКАЧАТЬ