Beyaz Aslan. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Beyaz Aslan - Хеннинг Манкелль страница 31

Название: Beyaz Aslan

Автор: Хеннинг Манкелль

Издательство: Ayrıksı Kitap

Жанр:

Серия: Kurt Wallander

isbn: 978-605-71714-9-8

isbn:

СКАЧАТЬ Uzaklardan bir polis arabasının sireni duyuldu. Birden Jan Kleyn’in kendisiyle yeniden bağlantı kurmasının çok özel bir nedeni olması gerektiği geldi aklına. Bin randa adam öldürecek birçok kiralık katil vardı. Ama Jan Kleyn ona önceden beş bin rand vermişti, bu da yalnızca onun Güney Afrika’nın en iyi ve soğukkanlı katili olmasından kaynaklanıyordu.

      Otoyoldan hızla çıkan arabanın sesiyle irkildi. Kısa süre sonra kendisine yaklaşan farları görecekti. Gölgelerin arasında yavaşça ilerledi ve tabancasını sıkıca kavradı.

      Araba yolun kenarında durdu. Farlar çalılarla araba enkazını aydınlatıyordu. Victor Mabasha gölgelerin arasında bir süre bekledi. Sabırsız ve endişeliydi.

      Arabadan bir adam indi. Victor onun Jan Kleyn olmadığını fark etti. Aslında onu görmeyi beklemiyordu zaten. Jan Kleyn konuşmak istediği kişileri yanına aldırtmak için daima başkalarını kullanırdı. Victor arabanın yanından yavaşça ortaya çıkarak adamın arkasına doğru yaklaştı. Araba tahmin ettiği yerde durmuştu.

      Adamın hemen arkasında durdu ve tabancanın namlusunu adamın şakağına dayadı. Adam şaşkınlıkla irkildi.

      “Jan Kleyn nerede?” diye sordu Victor Mabasha.

      Adam başını yavaşça çevirdi. “Seni ona ben götüreceğim,” diye karşılık verdi. Victor Mabasha adamın korktuğunu fark etmişti.

      “Nerede?” diye yineledi sorusunu bir kez daha.

      “Pretoria yakınlarındaki bir çiftlikte. Hammanskraal’da.”

      Victor bunun bir tuzak olmadığını hemen anlamıştı. Daha önce de Hammanskraal’da Jan Kleyn’le iş yapmıştı. Tabancasını yerine koydu.

      “O zaman oraya gidelim,” dedi. “Hammanskraal buradan yüz kilometre ötede.”

      Victor arabada arka koltuğa oturdu. Direksiyondaki adam sessizdi. Kentin kuzeyindeki otoyolda ilerlerken Johannesburg’un ışıkları göründü. Johannesburg’a ne zaman gelse içindeki nefret duygusunun arttığını hissederdi. Johannesburg onu yakalamak için peşinden koşan vahşi bir hayvan gibiydi. Bu kentle ilgili anılarını unutmaya çalışıyor ama bir türlü başaramıyordu.

      Victor Mabasha, Johannesburg’da doğmuştu. Babası madenciydi ve eve çok ender gelirdi. Uzunca bir süre Kimberley’deki elmas madeninde çalışmış, daha sonra da Johannesburg’un kuzeydoğusundaki Verwoerdburg’daki madenlerde çalışmıştı. Kırk iki yaşında ciğerleri iflas etmişti. Victor Mabasha babasının son yıllarında nefes almaya çalışırken çıkardığı o korkunç sesleri ve bakışlarındaki korku dolu ifadeyi hâlâ hatırlıyordu. O yıllar boyunca annesi dokuz çocuğun sorumluluğunu üstlenip evi geçindirmeye çalışmıştı. Gecekonduda yaşıyorlardı ve Victor’un çocukluğu sürekli olarak aşağılanıp hor görülmeyle geçmişti. Küçük yaşlarda içinde bulundukları yoksulluğa başkaldırmış ama onun bu isyanı hedefini bulamamıştı. Bir çeteye katılmış, tutuklanmış ve beyaz polisler kendisini yakalayarak içeri atmışlardı. Burada yediği dayaklar ve aşağılanmalar, içindeki yoğun acıyı daha da artırmıştı. Hapisten çıkınca sokaklara ve suç dünyasına geri dönmüştü. Yaşıtlarının tersine hor görülmekten kurtulabilmek için kendi yöntemlerine başvurmuştu. Yeni yeni oluşan siyahilerin hareketine katılacağına tam tersini yapmıştı. Beyazların baskısı yüzünden yaşamının mahvolmasına karşın bundan kendini kurtarmanın tek yolunun beyazlarla iyi geçinmek olduğuna karar vermişti. Beyazların kendisini korumaları karşılığında onlar adına hırsızlıklar yaparak işe başlamıştı. Sonra bir gün, yirmisine bastıktan kısa bir süre sonra beyaz bir dükkân sahibine hakaret eden siyahi bir politikacıyı öldürmesi için kendisine bin iki yüz rand teklif edildi. Victor bir an için bile duraksamamıştı. Bu, onun beyazların tarafına geçtiğinin son kanıtıydı. Onlara belli etmeden onları sürekli olarak hor gördüğünü düşünerek beyazlardan intikam aldığını varsayıyordu. Beyazlar onun hakkında, Güney Afrika’da zencilerin nasıl davranması gerektiğini bilen biri diye düşünüyorlardı. Ama Victor yüreğinin derinliklerinde beyazlardan nefret ediyordu.

      Zaman zaman gazetelerde arkadaşlarından birinin idam haberini ya da ömür boyu hapse mahkûm olduğunu okuyordu. Arkadaşlarının başlarına gelenlere üzülüyordu ama hayatta kalabilmek için doğru yolu seçtiğine ilişkin bir an için bile kuşkuya kapılmıyor ve belki de bu yolun sonunda gecekondu mahallelerinin dışında bir yaşam kurabileceğini düşlüyordu.

      Yirmi iki yaşındayken Jan Kleyn’le tanıştı. Aynı yaşta olmalarına karşın Jan Kleyn ona hep tepeden baktı ve onu sürekli hor gördü.

      Jan Kleyn bir fanatikti. Victor Mabasha onun siyahilerden nefret ettiğini, siyahilerin beyazlar tarafından kontrol altında tutulan hayvanlar olduğunu düşündüğünü biliyordu. Kleyn küçük yaşlarda faşist Afrika Direniş Hareketi’ne katılmış ve birkaç yıl içersinde de liderlik konumuna yükselmişti. Ama siyaset adamı değildi ve Güney Afrika Milli İstihbarat Teşkilatı’nda çalışıyordu. En önemli özelliği acımasızlığıydı. Ona göre bir siyahiyi öldürmekle bir fareyi öldürmenin arasında hiçbir fark yoktu.

      Victor Mabasha, Jan Kleyn’den hem nefret eder hem de ona tapardı. Kleyn’in Güney Afrikalı beyazların seçilmiş kişiler olduklarına ilişkin ödün vermez inancı ve acımasız davranışları Victor ’u çok etkiliyordu. Jan Kleyn düşünceleri ve duygularını her zaman kontrol altına alabilen ender insanlardan biriydi. Victor Mabasha, Jan Kleyn’in zayıf bir yanını bulup çıkarmaya çok çalışmıştı ama öyle bir şey söz konusu bile değildi.

      Jan Kleyn için iki kez cinayet işlemişti. Bu iki görevi de başarıyla yerine getirmişti. Jan Kleyn ondan çok memnundu. O günden beri sürekli olarak karşılaşmalarına karşın Jan Kleyn, Victor Mabasha’nın elini hiç sıkmamıştı.

      Johannesburg’un ışıkları artık arkada kalmıştı. Pretoria otoyolunda trafik yoğun değildi. Victor Mabasha arkasına yaslanarak gözlerini kapadı. Bir daha görüşmeme kararı alan Jan Kleyn’in neden fikir değiştirdiğini az sonra öğrenecekti. İstememesine karşın yine de heyecanlandığını hissetti. Çok önemli bir şey olmadıkça Jan Kleyn onu yanına çağırtmazdı.

      Tepedeki ev, Hammanskraal’ın yaklaşık on kilometre dışındaydı. Tel örgülerle çevriliydi. Alman çoban köpekleri eve yabancıların yaklaşmasına izin vermiyordu.

      O akşamüstü iki adam avcılıkla ilgili kupalarla dolu bir odada oturmuş Victor Mabasha’nın gelmesini bekliyordu. Perdeleri çekilmiş ve hizmetkârlar evlerine gönderilmişti. Yeşil örtülü masanın iki başında oturuyorlardı. Viski içiyor ve alınmış tüm önlemlere karşın sanki birilerinin kendilerini duymasından korkarcasına alçak sesle konuşuyorlardı.

      Adamlardan biri Jan Kleyn’di. Çok ciddi bir hastalıktan yeni kalkmışçasına zayıftı. Yüzü sivri ve köşeliydi. Gri gözleri, ince sarı saçları vardı. Koyu renk bir takım elbise, beyaz gömlek giymiş ve bir kravat takmıştı. Sesi boğuk çıkıyordu.

      Diğer adamsa onun tam tersiydi. Franz Malan uzun boylu ve şişmandı. Göbeği kemerinden fırlamıştı, yüzü kırmızı, lekeliydi ve sürekli olarak terliyordu. Görünüşe göre, 1992 Nisan gecesi, Victor Mabasha’nın gelmesini uyumsuz bir çift bekliyordu.

      Jan Kleyn saatine baktı.

      “Yarım СКАЧАТЬ