Gece ve Gündüz
“Ey Türkistan’ın maarif işleriyle meşgul olan ülküdaş ve oğullarım! Sizlere vasiyet ediyorum:
Maarif yolunda gayret gösteren muallimleri himaye ediniz!
Maarife yardımcı olunuz! Ortadan nifakı kaldırınız!
Türkistan balalarını ilimsiz bırakmayınız! Her ne yaparsanız milletle birlikte yapınız!
Herkese azatlık yolunu gösteriniz! Azatlığı tez zamanda gerçekleştiriniz!”
GECE VE GÜNDÜZ ROMANI HAKKINDA
Prof. Dr. Şuayip KARAKAŞ2
Abdülhamid Süleymanoğlu (Çolpan), hiç şüphesiz yüz yıldan beri Türkistan semasını aydınlatan yıldızlar dan biridir. Daha çok şiir olmak üzere bütün edebî türlerde eserler vermiştir. Şiirden başka hikâye, tiyatro, tenkit, araştırma ve gazete yazıları yazmıştır. Bunların büyük bir kısmı Türkiye’de de yayımlanmıştır. Fakat Çolpan aynı zamanda bir roman yazarıdır. Çolpan hakkında Türkiye’de kaleme alınan hemen her yazıda adı zikredilen bu roman, yazarı tarafından Gece ve Gündüz” diye adlandırılmıştır. Fakat diğer eserlerinden farklı olarak “Gece ve Gündüz” romanı maalesef bugüne kadar Türkiye Türkçesine aktarılmamıştır. Bunun bir eksiklik olduğu düşünülerek bu eserin de Türkiye Türkçesine kazandırılmasının uygun olacağına karar verilmiştir. Eser Türkiye Türkçesine aktarılırken 2000 (Şark Neşriyatı-Taşkent) baskısı esas alınmıştır.
Önce şiir, hikâye ve tiyatro vadisinde eserler veren Çolpan, “Gece ve Gündüz” romanını ömrünün son yıllarında kaleme almıştır. Adından da anlaşılacağı üzere roman iki kısımdan müteşekkildir. Birinci kısım “Gece” adını taşımaktadır. İlk bölümleri 1935 yılında, “Sovyet Edebiyatı” dergisinin 1. sayısında yayımlanan bu kısmın, 1934 yılında yazıldığı tahmin edilmektedir. Eser ancak 1936 yılının sonlarında kitap hâlinde yayımlanabilmiştir. Bunun yayımlanmasından 8-10 ay sonra Çolpan tutuklanarak bir daha çıkamamak üzere hapse atılmış ve bir buçuk yıl kadar devam eden sorgu, işkence ve yargılamadan sonra Fıtrat, Abdullah Kâdirî gibi Özbek Cedit edebiyatının en tanınan şahsiyetleriyle beraber halk düşmanı ilân edilmiş ve yine bu şahsiyetlerle beraber 1938 yılında 4 Ekim’i 5 Ekim’e bağlayan gece yarısından sonra halk düşmanı ilan edilerek kurşuna dizilmiştir.
Romanın ikinci bölümü olan “Gündüz” de kaleme alınmış fakat Çolpan tutuklanırken evindeki bütün eşyası ve kütüphanesi müsadere edilmiştir. Tamamlanmamış veya henüz yayımlanmamış şiirleriyle beraber romanın bu bölümü de müsadere edilmiş ve Çolpan’ın öldürülmesinden sonra 1940’lı yıllarda onun kütüphanesine ait bütün eserler yakılarak imha edilmiştir.
“Gündüz”ün akıbeti hakkında bugün farklı rivayet ve tahminler bulunmaktadır. Prof. Dr. Naim Kerimov, “Çolpan’ın ‘Gece ve Gündüz’ Romanı Hakkında” yazısında bunları etraflıca anlatmaktadır. Netice itibariyle bugün romanın ikinci bölümünü teşkil eden “Gündüz” kısmı hiçbir yerde mevcut değildir.
Naim Kerimov roman hakkında kaleme aldığı yazısında, “basit olaylar silsilesi ile başlayan romanın, sonunda
20. asrın 1910’lu yıllarında, Özbekistan’ın sosyal ve siyasi manzaralarını açıkça tecessüm ettirmek isteyen bir eser” olduğunu söylemektedir.
Esere dikkat nazarıyla baktığımız zaman şu birkaç hususa bilhassa dikkat çekildiğini görmekteyiz:
– Cehalet, eğitim eksikliği, geri kalmışlık ve Usûl-i Cedit mektepleri: Mahmud Hoca Behbûdî, Abdullah Avlânî, Abdurrauf Fıtrat, Abdullah Kâdirî, Hamza Hekimzâde Niyazi, Münevver Kaarî ve Çolpan gibi Özbek Cedit edebiyatının hemen bütün temsilcilerinin 1910-1920’li yıllarda kaleme aldıkları eserlerinde bu hususlar üzerinde önemle durulduğu görülmektedir. Böylece Türkistan’da eğitim başta olmak üzere siyasetten ticarete, ziraatten millî sanayiye, idareden, yönetim tarzından insan haklarına, Türkistan’ın işgalciler tarafından sömürülmesinden kadın haklarına, istiklal ve hürriyet arzusundan millî devlet kurma çalışmalarına, din ve diyanet işlerinden ahlaki yozlaşmaya, rüşvet ve adaletsizliklere kadar toplum hayatının bütün cephelerinde görülen eksiklik ve aksaklıklar teşhis ve tespit edilmiş, bunlar edebî eserler vasıtasıyla teşhir edilerek doğrusu halka gösterilmeye ve benimsetilmeye çalışılmıştır. Bu hususlar, Cedit hareketinin çalışma programını teşkil etmektedir. Cedidin yenilenme ve aydınlanma olduğu unutulmamalıdır. Ceditçi aydınlar, Türkistan’da daima Rusya’nın tahakkümünden kurtularak yeni bir dünya yaratmak ülküsüyle çalışmış ve hepsi hapishanelerde ve Sibirya çalışma kamplarında çürütülerek veya kurşuna dizilerek bu yolda kurban olmuşlardır. Bu sebeple mektep, bilgi sahibi olma, aydınlanma, gaflet uykusundan uyanma meseleleri, bütün Ceditçi aydınların üzerinde en fazla durduğu hususlar olmuştur.
Çolpan, ‘Gece ve Gündüz’ romanında cehaleti ve bunun sebep olduğu geri kalmışlığı bütün yönleriyle ifşa etmektedir. Buna bağlı olarak romanın muhtelif yerlerinde Cedit mekteplerinin öneminden, eski geleneksel eğitim kurumlarından yana tavır alanların Cedit mekteplerine ve bu mektep muallimlerine olan haksız ve fena muamelelerinden söz etmektedir. Yazar ancak Cedit mektepleri ve bu mekteplerde verilen eğitim sayesinde cehaletin sebep olduğu karanlıktan aydınlığa çıkılabileceğini düşünmektedir. Zaten bu karanlık sebebiyle romanın ilk kısmına “Gece” adını vermiştir. Bu münasebetle açılan Cedit mekteplerinden, kendi evlerinde çocuklarına yeni usulde ders verdirenlerin hususi muallim tuttuklarından söz etmekte, Orenburg’daki Hüseyniye medresesi ile Ufa’daki Âliye medresesinin isimlerini zikretmektedir. Bu medreselerde usûl-i cedit üzere eğitim yapılmaktadır. Böyle eğitim kurumlarının çokça açılması ve Türkistanlı çocuklara bu kurumlarda çağın gerektirdiği bilgilerden ibaret yeni usulde eğitim verilmesi, toplumun ilerlemesi, aydınlanması için fevkalade önem arz etmektedir.
– Kadının aile ve toplum içindeki yeri ve değeri: 1910’lu yıllarda Türkistan toplumunda kadının hemen hiçbir değerinin bulunmadığı, romanda çok açık bir şekilde dile getirilmektedir. Kızların rızası alınmadan erken yaşta kendilerinden çok ileri yaştaki erkeklerle anne babalarının ve çevrenin baskısıyla ikinci, üçüncü, dördüncü hanım olarak evlendirilmesi ve bu evliliklerin ebedî mutsuzluk ve nihayet facia ile sonuçlanması, bu romanın esasını teşkil eden olayların da merkezini oluşturmaktadır. Ceditçi şair ve yazarlar hem 1910’lu yıllarda hem de Sovyet döneminde bu konuyu da eserlerinde çok işlemişlerdir.
Çolpan’ın romanında bu konunun izahına dair ilginç ifadelerle karşılaşmaktayız. Romanın kahramanlarından Rezzak Sofi, hanımı Kurbanbibi’ye devamlı surette ‘fitne’ diye hitap etmektedir. “Bizim Sofi, mümin-Müslümanın bu örfüne de riayet etmez, o kendi helali Kurbanbibi’yi her zaman ‘fitne’ diye çağırır. Mesela ‘Fitne, sarığımı ver!’, ‘Fitne, kız geberesice haydi!’, ‘Fitne, parayı uzat!’”
Aynı yıllarda Türkistan toplumunda erkeğin hanımına tenezzül etmediği için ismiyle hitap etmediği, onun yerine kızı veya oğlunun adıyla hitap ettiği belirtilmektedir: “Özbek’te nihayet her erkek kendi hanımını, kendi helalini, kızı veya oğlunun adı ile çağırır. Kendi hanımını ismini söyleyerek çağırmak olmaz. Hanımının ismi Meryem, kızının ismi Hatice olsa, mümin-Müslüman, hayâ sebebiyle hanımını ‘Hatice’ diye çağırır. Birçok anne ve çocuk beraber ‘evet!’ der. Bunun üzerine ailenin hakiki sahibi olan baba, ‘büyüğünü çağırıyorum, büyüğünü!’ der. Hatta o zaman bile ‘Meryem’i’, demez…”
Veya erkeğin kadınları konuşmaya değer varlıklar olarak görmediği, buna riayet СКАЧАТЬ
1
1919 yılında Rusların tahrik ve teşvikiyle başı balta ile kesilerek idam edilen Türkistan’ın Ceditçi lideri Müftü Mahmudhoca Behbûdî’nin vasiyeti.
2
İstanbul Aydın Üniversitesi öğretim üyesi.