Hanım bu haberi alır almaz şaşkınlık dolu bir dehşetle sordu: “Dilber mi kaçmış? Kız sen delirdin mi? O yaştaki bir çocuk kaçmayı ne bilir?”
Taravet, çocuğun kaçtığı yeri göremediğinden ortaya çıkan hırs ve öfke nedeniyle kararan yüzünde, karanlıkta sönük bir kandil gibi parlayan gözlerinin beyazını gösterdi. Sesi, korkudan titriyordu. Şaşkınlıktan, siyah bir piyanonun bir parça açılmış kapağından görünen beyaz kemikleri gibi parlak dişleri görünecek kadar açılan ağzı, telâşından tamamen kaybolmuştu. İyice düşünüp, hanımına gerçeği anlatmaya çalışarak, “Eğer kaçsa… Bohçası olmaz mıydı… Dolabı…Esvabı… Sokak kapısı ardına kadar…Açık…Yok… Hiç yok.”
Hanım birdenbire öfkelenerek, “Hep kabahat sende! Şimdi, şimdi gidip bul. Yoksa dayaktan canın çıkar,” deyince Taravet, başını örtüp, sokağa çıkarak geleni geçeni durdurup, “Bizim hanımın halayığını sen mi çaldın?” diye sordu.
İhtiyar kadın eve gidip Mustafa Efendi’nin hanımıyla oturduğu odaya girince hanım, ayağa kalkarak telaşla, “Ah hanım nine. Başıma gelenleri sorma. Benim o pis halayık, o pis Çerkes kaçtı,” dedi.
İhtiyar kadın sakinlikle ve yumuşaklıkla:
“Hayır kızım, senin cariyen kaçmadı, bendedir.”
Bu söz üzerine hanım, şaşkınlığından bulunduğu yerde cansız bir cisim gibi donakaldı.
İhtiyar kadın sözüne devam etti: “Kızım, Cenabı Hak çocukların günahını affettiği gibi hanımları da kusurlarını affetmelidir. Size bir ricaya geldim. Biriktirdiğim beş kese akçeyi size hediye edeyim, siz de bana çocuğu verin.”
“Ne yapacaksınız?”
İhtiyar kadın, meseleyi, başarıyı sağlamak için ciddiyetten uzaklaştırarak ve büsbütün şaka tarzına büründürerek ağzından çok, gözleriyle gülerek, “Kandil gecesi bir kuş azat edeceğim.”
Hanımın, kendine özgü soğuk bir tavırla, “Ben halayığımı kimseye satamam,” yolundaki itirazı, ihtiyar kadına dokundu.
“Kızım, ben de zulümden kaçarak bana sığınmış bir çocuğu kimseye veremem.” Mustafa Efendi söze atılarak, “Eviniz hırsız yatağı mı?” diye sordu.
İhtiyar kadın sustu. İhtiyarlara saygının, kadınlara hürmetin, çocukları korumanın; insaniyetin ve medeniyetin vicdana yüklediği kutsal bir görev olduğunu bilmeyen bu iğrenç vahşi, “Esirim değil mi? Öldürürüm de yine sana satmam,” der demez ihtiyar, ayağa kalktı.
Hayatın baş dönmesi veren derin uçurumlarını görmüş gözlerini, Mustafa Efendi’nin kuzguni siyah sakalının daha da çirkinleştirdiği – İran ile etrafında bulunan kavimlerde görülen toprak renginden esmer, uzun, gayet çok ve sık sakalıyla bıyığının arasında küçük bir siyah nefes deliği gibi görünen ağzının üzerine kadar inmiş uzun ve yuvarlak burnu, kılları, dik kaşları, çekik gözleriyle yırtıcı bir kuşa benzeyen-yüzüne dikerek ve zamanın beyaz saçlarla taçlandırdığı başını sallayarak, bir Roma imparatoruna özgü büyüklükle, “Lanet olsun size!” dedi.
Hemen başını örttü ve her adım attıkça inleye inleye evine gidip de doğruca Dilber’in yanına girdiği zaman, bir dişi kalmayan ve sabahtan akşama kadar Cenab-ı Hakk’a yalvaran ağzıyla çocuğun gözlerinden öperek dedi ki: “Kızım, yeryüzündeki kelebeklere uçmak için çiçekten kanat veren Cenab-ı Hak seni daima onların elinde bırakır mı? Sen yine hanımına git. Korkma yavrucuğum. Bundan sonra seni dövmeyecekler.”
İhtiyar kadın bunları söylerken sokak kapısı çalınıyordu. Cumbadan başını uzatarak:
“Ne istersin İmam Efendi?” dedi.
“Mustafa Efendi’nin cariyesini almaya geldim. Çabuk aşağıya insin!” cevabını verdiği zaman ihtiyar kadın, ışığı sönmeye başlamış; fakat yaşları dinmemiş kederli ve ıslak gözlerini çocuğa çevirdiği sırada, Dilber de kendisini ıstırap zindanına çağıran ve gök gürlemesinin çocukların kalplerinde doğurduğu dehşeti andıran bu ses üzerine,yardım isteyen bir bakışla ihtiyara bakıyordu.
Hiç şüphe yok ki bu iki yaralı ruh, birbirlerini bulundukları yücelik ve Allah’a yakınlık mertebesinde; fakat kederli bir durum içinde görüyorlardı. İhtiyar kadın, çocuğu kucaklayarak gözlerini sildi.
Dilber, ihtiyarın kucağından, doksan beş senelik bir hayatın son gün batımının ışığı olan beyaz ve uçları kınalı saçlarını yüzünden ayırarak odadan dışarı çıktı; fakat hiç ağlamıyordu. Ağlamak, uğradığımız felaketlere karşı vücudumuzda kalan son gücün bir feryadıdır. Ağlamadığımız zamanlar, o gücün yok olduğu zamanlardır ki onun yerini alan sessiz bir acı, en şiddetli ve kederli gözyaşlarından daha gönül yakıcıdır.
Dilber, böyle bir sakinlikle aşağıya inerek doğruca İmam Efendi’nin ellerinden tutup yürümeye başladı.
Çaresiz çocuk. Bu kısacık hayatı boyunca ikinci defa; fakat öncekinden daha şiddetli bir kılavuzla demirden kuvvetli, ölümden soğuk esaret pençesine giderken nasıl güçsüz olduğunu anladı. Gece yarısı kaçtığı zindan azabının kapısına gelince ruhunun, vücudunun bütün gücü ve cesaretiyle kurtulmaya çalıştığı acılara ve kederlere, zahmetli hizmetlere yıkıcı bir güç tarafından tekrar teslim edildiğini görerek zihninin yetişemediği ve kendisinin tabiatüstü saydığı bu korkunç güce karşı masum hisleri ve çocukça düşünceleriyle tamamen güçsüz ve mahkûm olduğu için baştan ayağa sinirsel bir titremeyle evin kapısından içeri girdi.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Vakıflardan sorumlu СКАЧАТЬ