EYLÜL. Mehmet Rauf
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу EYLÜL - Mehmet Rauf страница 6

Название: EYLÜL

Автор: Mehmet Rauf

Издательство: Автор

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8035-48-3

isbn:

СКАЧАТЬ daha çok meşgul eder.”

      Necib, yine, “Hep beraber burada otururuz, değil mi Hacer Hanım?” derken Süreyya, yattığı yerden seslendi, “İsterseniz gezmeye çıkın, kütük ormanlarına veya fasulye korusuna…”

      Hacer, Necib’in itiraz eden tavırlarına, Süreyya’nın biraz kuru sesine baktıktan sonra Suad’ın sessiz duruşuna karşı atıldı, “Yalıyı nerede tutuyorsunuz Suad?”

      Suad, tebessüm etmeye çalışarak, “Bakalım, daha karar vermedik?” dedi.

      “Öyle ise karar vermemek için çok zahmet çekmeyeceksiniz. Ben de önce gerçek zannettimdi. Bizde bu züğürtlük varken… Böyle söylenilir, söylenir. Birçok tatlı hayal kurulur.” Gülerek Süreyya’ya, Necib’e bakıyordu. “Sonra vazgeçilir, değil mi? Zaten bundan kolay şey mi olur? Ağabeyim, malûm ya, önce bir heves, bir heves… Üstüne uyku… O, Paris’e de böyle gidip gelmedi miydi?”

      Suad, bu lâfların arasında hep kendi kendine, “Ah akşam olsa!” diyordu. Akşamüstü hepsini kandırıp yola çıkardı; fakat son tren gelip de dadısının çıkmadığını görünce canı pek sıkıldı. O kadar yalvardığı halde babasının belki aldırmayacağını düşünerek kızıyordu. Dadısı ertesi akşam, öbür akşam da gelmedi. Suad, her gün akşama kadar bin sabırsızlık işkenceleriyle bekliyor; bütün gün umduğu halde son saatte ümidini kesip onun gelmeyeceğini, gelse bile boş geleceğini düşünüyor, kederleniyordu. Öbür gün, Necib’i tekrar alıkoymak için çok sıkıldı; fakat niçin alıkoyduğunu da anlamıyordu. Sadece, onun Süreyya’ya ne derece bağlı olduğunu kesinlikle bildiğinden, para geldiği zaman kocasının sevincinde hazır bulunmasını istiyor, bundan başka Necib’in Boğaziçi hakkındaki bilgisinden yararlanabileceğini de düşünüyordu; fakat akşamlara kadar Hacer’in şımarık, hırçın kadınlığının elinden neler çektiğini görerek sıkılıyordu. Bunun için yine “Kalınız!” sözünü, kendini oldukça zorlayarak söyleyebildi; fakat Necib Bey, ciddi davranarak bu alıkoymaların sebebini anlamak için hiçbir imada bulunmamış, sessiz kalarak hep beklemişti.

      İkinci akşam yine bir ara yalnız kalınca, “Sizi akşama kadar burada bekletip sıkıyorum; affediniz,” dedi. “Süreyya’ya bir oyun yapacağım, sizin de bulunmanızı istiyorum, fakat olmuyor ki!”

      Necib: “Zaten cumartesi inmeye karar vermiştim,” diye ricayı tekrar geri çevirdi. Ne olduğunu anlamamakla beraber bu oyunun yalıya dair olacağına hükmediyordu. Artık, bütün köşkün ağzında bir alay olan bu meseleden söz edildikçe Suad’ın heyecanlı hali, bu kararı destekliyordu; fakat bu konuda hepsi o kadar ileri gidiyordu ki artık gereğinden fazla oluyor, hatta rahatsız ediyordu. Bunu fark eden Necib, Suad’ın cevap vermediğini gördükçe kadının sabrına, tahammülüne şaşırıyordu.

      Suad’la beş seneden beri tanışıyorlardı; bu beş sene içinde ona olan saygısı her an çoğalmış, kadınlar arasında böylesine rastlamanın çok güç olduğunu zannetmeye kadar varmıştı. Necib, zaten pek nadir ziyaret ettiği bu aileye Süreyya’nın evliliğinden sonra daha seyrek gelmeye başlamıştı; o zaman henüz okuldan çıkmış, uzun tahsil senelerinin biriktirdiği bir koşuşturma ve ateşle yaşamaya koyulmuştu. Kadınlar hakkında pek uzaktan ve sayfalar arasında inceleme, tecrübe ve düşünmekten çok; hayallerden ortaya çıkmış yüzeysel bir incelemenin verdiği arzuyla önce, pek hülyalı fikirleri vardı. Tecrübe, kendisine acı hayal yaraları açtı ve gençliğe özgü o ateşin yönlendirmesiyle tecrübelerini, uygulamaya pek kolayca geçirerek kadınlara dair sağlam ve itiraz edilemez bir fikir ve felsefe edindi. Artık, hayat kavgalarındaki yaralanma tehlikesine karşı tamamen dayanıklı bir zırhla silahlanmış olduğuna inanarak öylece yaşamaya başladı. Bu sırada ara sıra gördüğü Suad, onun ağırbaşlılığı ve sessizlik içindeki neşesi, ciddiyet ve ağırbaşlılığa engel olmayan çocukluğu ona çok yüzeysel, çok yapmacık gelir, onun da öteki kadınlar gibi olduğunu düşünerek, Süreyya’nın ilk zamanlar gösterdiği memnuniyet ifadelerine içinden, “Çok geçmez görürsün,” diye baş sallardı. Fakat zaman geçip, bu memnuniyetin fazlalaştığını gördükçe merakı arttı; nihayet öyle oldu ki bir gün Süreyya’ya, “Sen birinci ikramiyeyi kazanmışsın, azizim!” dedi ve elini sıkarak, “Fakat birinci ikramiye de lâyık bir ele düştüğüne teşekkür etmelidir; çünkü iltifat etmediğime eminsin ya, inanmanı isterim ki birbirinize lâyıksınız,” diye devam etti.

      Şimdi köşkte hepsi: Bey, Fatin, Hacer, hatta bazen bunlara katılan Hanımefendi hep birden eğlenmek için yalı meselesini dillerine dolamışlardı. Süreyya, kâh sert kâh şakayla karşılık veriyor; sadece Fatin’e ağırca ve acı gelen bu şakalarıyla ara sıra hepsini güldürüyordu. Necib, daima tarafsız kaldığı bu konuşmaların kendi üzerindeki tesirini düşünmek isteyerek Suad’ın sessizliğine şaşırıyordu.

      Fatin, iki lokma fırsat bulup bir kahkaha salıverirken Beyefendi, sert simasıyla sessizliğini biraz bozarak, “Ben Suad Hanım’ı böyle çocukluklara kulak asmaz zannederdim,” diyor, o zaman Süreyya köpürerek, “Canım ortada bir şey yok, bir yere giden yok,” diye haykırıyor, Hacer: “Sadece gitmek isteyen var,” diye eğleniyor; Hanımefendi gülümseyerek ağır ağır söyleniyordu, “Galiba herkesten habersizce kaçacaklar. Zavallı Suad’ın suçu yok ki, götürmek isteyen Süreyya…”

      Ve Fatin, iki lokma arasında tekrar, “Ve karı, kocasına itaate daima mecburdur!” kuralını söylüyordu.

      Bu durum, dadının dönüşüne kadar devam etti. O da ancak cumartesi günü öğleyin gelebildi.

      “Senin baban kolay kolay bu kadar uğraşmazdı, ama bilmem ki ne yazdın? Üç gündür bunlar için uğraştı durdu…” diye Suad’ın eline bir zarf verdi.

      Suad, zarfın kenarını hemen yırttı. Gözlerinin dumanı arasında fark etmiyordu. Bu dolu zarfı açamıyor, eli titriyordu; sonra koştu, balkonda konuşan Necib’le Süreyya’nın arasına atıldı, “Yalıya gidiyoruz!” dedi.

      Süreyya bakıyordu, önce inanmadı, “Ne oluyor, niçin?” diye bakan bir gözle Suad’ın gösterdiği paraları aldı; sonra birden, “Bu ne? Bunlar ne? Nereden?” diye sordu.

      Suad, eliyle ağzını kapayarak, “Sus!” dedi.

      Öbürü, “Kim gönderdi?” diye sorarken, “Babam, babam!” cevabını verdi. Sonra oraya oturup alçak sesle, “Şimdi bu parayla kimseye haber vermeden gidip yalıyı tutmalı, sonra da hepsinin gözünün önünde buradan çıkıp gitmeli…” dedi.

      O zaman üç kişi karar verdiler ki yalı tutuluncaya kadar kimsenin bir şeyden haberi olmayacaktı; yalı tutulunca köşkten, sadece Hanımefendi’ye haber verilerek sıvışılacaktı ve herkes, bir sabah kafesi boş, kuşları uçmuş bulup şaşıracaktı.

      Şimdi oradaki hayatı, masrafı düşünüyorlar, herhâlde on beş lirayla idare edebileceklerini zannediyorlardı. Süreyya: “Ah bir kere oraya gidelim de aç kalalım,” diyordu, sonra Necib’e dönüp, “Artık bize misafir gelirsin,” diyor; Suad, “Elbette!” diyerek Necib Bey’i üç gündür sadece bunun için, yalı birlikte gidilip tutulsun diye alıkoyduğunu itiraf ediyor ve plânının ne olduğunu anlatıyordu.

      Süreyya seviniyor, “Ah Suad, Suad!” diyor ve sabredemeyerek şimdi gidip her şeyi onların yüzüne haykıracağını ve hepsine birden, “Yarın yalı tutuluyor…” diyeceğini söylüyordu.

      Suad: СКАЧАТЬ