EYLÜL. Mehmet Rauf
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу EYLÜL - Mehmet Rauf страница 5

Название: EYLÜL

Автор: Mehmet Rauf

Издательство: Автор

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8035-48-3

isbn:

СКАЧАТЬ alır seni götürür,” dedi.

      Süreyya alaycı bir tavırla, “Evet, sayenizde…” diye söylendi.

      Necib dedi ki: “Ne iyi olur vallahi! Küçük bir yalı… Karı koca, istediğiniz gibi bir yalıyı otuz liraya tutarsınız.”

      Suad, kalbi birden atarak sordu: “Otuz liraya mı?”

      Süreyya, annesinin elini tutmuş, ona sızlanıyor, yalvarıyordu. Annesi, gülerek başını sallıyor, “Mümkün değil, imkânı yok!” diye tekrar ediyordu. Babasının elindekini avucundakini çubuklara verdiğini, hatta parasızlıktan şikâyet ettiğini söylüyor, kendisine gelince, “Ben nereden bulurum?” diyordu.

      Süreyya: “Ah sizde ne çıkınlar vardır,” diyor, annesi gülerek, “Otuz lira… Mümkün değil… Sen erkek değil misin, bir karını besleyemiyorsun?” diye eğleniyordu.

      O zaman Süreyya öfkeyle, “Evet, hakkın var,” dedi. “Fakat ben maaşımla ancak boğazımızı besleyebilirim. Önceden peşin otuz lira… Bunun için borç mu yapmalı?”

      Onlar konuşurlarken Suad, kocasına duyurmamaya çalışarak Necib’e dedi ki: “Bugün gidiyor musunuz?”

      Ve Necib tereddüt ederken, burada kalmanın onun için bir fedakârlık olduğunu düşünerek rica eder bir sesle ekledi, “Bugün kalınız.” Sonra bunu da yeterli görmeyerek, “Kalınız, size ihtiyacım var,” dedi.

      Bu ses, bu tavır o kadar esrarengiz, o kadar tatlıydı ki Necib, hatta şaşırmış bile görünmeden başını eğdi.

      2

      Suad onları sıkmadan akşamı etmek için ruhunu feda etti. Hava, Süreyya’yı iyice öfkelendirmek istiyormuş gibi o kadar sıcak, o kadar durgun olmuştu ki hepsi, perdelerin arkasına sinen serince gölgeye baygın baygın sığınmıştı. Fatin ile Beyefendi, İstanbul’a kalemlerine3 gittiklerinden evde iki erkekle üç kadın kalmıştı. Hacer ise bugün öğle yemeğinden önce görünmedi; onun merak edip önem verdiği şeylere karşı böyle birden küsüşleri, sebepsiz ihmal edişleri vardı ve bu sabah sarışın vücutlara özgü hassasiyetle pek sıkıntılı olduğuna hükmederek onlar, Suad’la iki erkek otururlarken Suad, gezme teklifini mümkün görmediğinden nihayet piyanoyu bir kurtuluş çaresi olmak üzere kabul etti. Necib’in müziği pek sevdiğini bildiğinden onu eğlendirebilmek için birçok zamandır ihmal ettiği piyanosuna geçti.

      Süreyya uzanmış olduğu minderde, gözleri tavana dikilmiş, kımıldamayarak, “Sıcakta dinlenmiyor,” dedi, sonra gülerek, “Bununla birlikte çal Suad, teşekkür ederim. Etraftaki haşarat uğultusunun yanında piyano gerçekten musiki yerine geçiyor,” diye gülmeye devam etti.

      Necib, özellikle pek memnun olarak alçak bir sandalyeyle köşeye, piyanonun yanına gelip oturmuştu. Suad, çoktan beri çalmadığı havaları çalmakta güçlük çekiyor; elinin maharetinin, tembelliğinin cezası olarak kaybolduğundan söz ederek sızlanıyordu.

      Evin içinde piyanonun nağmeleri sürekli dalgalandı. Yemek haberi geldiği zaman Süreyya, uzun bir of ile kalkarak koştu, piyanonun kapağını kapattı. “Musikiyle idam!” diye eğlenerek, “Aman kurtulduk ya Rabbim! Sen de mi eziyet meleklerinden oldun Suad?” dedi.

      Sofrada yine o konuyu açtılar; Necib, şikâyete başlamadan Hanımefendi gülerek, “İşte yalıya gidiyorsunuz ya!” dedi. Süreyya, acı bir ricayla, “Evet, sayenizde!” derken Hacer, merakla soruyor, Hanımefendi tatlı sesiyle ağır ağır anlatıyor; Süreyya’nın artık burada sıkıldığından kaçacağını, Boğaziçi’nde bir yalı tutup Suad’ı götüreceğini hafif bir tebessümle haber veriyordu. Hacer, önce gerçek zannetti, bütün yüzünü birden kaplayan bir öfke alevinden sonra kendini tutarak, “Oh ne âlâ!” dedi. “Burada yalnız başımıza…”

      Hanımefendi gülerek sözünü kesti, “Artık biz de yalıya misafir gideriz; şimdiye kadar onlar bizde misafirdi, şimdiden sonra da biz onlarda… Değil mi Hacer?”

      Hacer, soğuk bir tavırla, “O niçinmiş o? Biz de istesek gidemez miyiz?” dedi.

      Süreyya, ah çekerek, “Gitsek de hep beraber gitsek…” dedi.

      Hacer, yüzüne yayılan sevinç parıltısını gizleyemeyerek, “Ha!” dedi. “Ben de gerçekten gidiyorlar zannettimdi.”

      Necib, Hacer’in böyle küçüklüklere pek çok kapılarak onları, böyle basitçe açığa vurduğunu görmekle beraber ona acıyordu. Hacer, güzellikte belki Suad’dan üstündü; fakat Suad’ın bütün diğer şeylerde ona üstünlüğü o kadar göze çarpıyordu ki bunu, Hacer’in de fark etmemesi mümkün değildi. Ahlâkta, ağırbaşlılıkta, uysallıkta ve nezaketteki bu üstünlük Suad’a öyle bir hal veriyordu ki, güzelliği bunlarla zenginleşiyordu. Kocasına olan bağlılığı, sakin, daima güler yüzlü, daima mütevazı halleri bir yükseliş sebebi oluyor; onu yükseltiyordu. Oysaki Hacer’in öyle anları olurdu ki, bir gölge gibi belli belirsiz olan ince kaşları, şeffaf cildi, saçlarının şeklinin güzelliğiyle gerçekten güzel bir kadın olduğu görülüyordu. Necib, bu güzellikte biraz yaramaz, biraz yırtıcı kuş rengi bulurdu. Sonra Suad’ın mutluluğunun yanında kendisinin ziyan edilmiş evlilik hayatı, bu kadına karşı saklamaya nezaket ve tahammülünün yetmediği bir kinle onu incitir dururdu. Necib, eğer Suad’ın huyunun yumuşaklığı ve idaresi olmasa Hacer’le anlaşmanın mümkün olamayacağını; Hacer’in, fırsat bile beklemeyen şu hırçın hücumlarına Suad’ın nasıl bir yumuşaklık ve tahammülle karşılık verdiğini fark ediyordu.

      Sofradan kalkıp salona çıktıkları zaman, “Siz çok iyi yapıyorsunuz?” dedi.

      Suad, önce anlamamazlıktan geldi; bunların kendisine bir saldırı olmadığını, Hacer’in bazen herkese karşı böyle davrandığını iddia etti. Fakat Süreyya da onlarla birlik olup bütün o tavırların birer açık saldırı olduğunu kabule zorladılar. O zaman onu, bir küçük kardeş gibi sevdiğini, her haline pek çok acıdığını, bunun için öyle küçük şeylerine önem vermemeyi tercih ettiğini söyledi. “Yemin ederim ki…” dedi. “Hacer, sizin zannettiğiniz kadar fena bir kız değildir; eğer iyi idare edilse çok iyi olur, oysaki…”

      Süreyya, ağız dolusu duman savurarak, “İşte asıl iş orada ya!” diye haykırdı. “Bu kadar kişinin içinde de bu sabır bir sende var…”

      Necib gülerek, “İşte ben de bu sabra hayran oluyorum,” dedi.

      Süreyya, Suad’ın elinden tutmuş, Necib’e gösteriyordu, “Benim karım bir melektir Necib.”

      Suad, gülümseyerek, “Kızarmak gerekiyor mu?” diye sordu.

      Süreyya: “Sen ne yaparsan yap,” dedi. “Ben izninizle dinlenmek ya da dinlenmek niyetiyle gider şuraya yatarım.”

      Salona henüz giren Hacer: “Oo, ağabeyim bu yıl öğle uykusuna pek erken başladı,” diye söylendi, sonra dönüp Suad’a: “Bu uykuyla yalıda ne yaparsın? Senin orada yalnızlıktan canın çok sıkılacak gibi anlıyorum,” dedi.

      Suad, tebessüm ederek sordu: “Niçin, siz gelmez misiniz?”

      Hacer, СКАЧАТЬ



<p>3</p>

Kalem: Devlet dairesi