Название: Celâleddin Harzemşah
Автор: Namık Kemal
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-97-6
isbn:
Celâleddin’in ise böyle bir yakınlık gütmesi değil, kendine vefa edecek ve hatta hıyanet etmeyecek bir kimse ile yakınlığı bile yoktu. Bundan başka merhumun uğradığı yerlerde bin bir özür ile dıştan itaat gösteren bir ümeraya ve yine şiddetli hasmı olan Nasır tarafından üzerine gönderilir de kahraman elinde esir olan Muzafferüddin ile adamlarına o zamanda eşi görülmemiş bir af ve ihsan ile karşılık verdiği ve bu kadar harbin felaket ve yorgunlukları arasında devletini kuvvetlendirmek için İran, Hint ve Turan’ın her tarafını dolaşmaya mecbur olmuşken, Ahlat’tan başka bir İslam şehrinin zorla zaptına rıza göstermediği ve biraderi Gıyaseddin, birkaç kere makam, belki de arkadan vurmayı kastetmişken, kendisinin daima Gıyaseddin’i istikbal, taltif ve rahat ettirmek için çalıştığı ve Seyfeddin’in atının başına bir kamçı vurulduğundan dolayı isyan ve hıyanete hazırlandığını her tavrıyla göstermiş iken cihat kılıcına onun bile kanını bulaştırmak istemediği tarihçe teslim edilmiş hakikatlerdendir. Bu yolda, bu yaradılışta olan ulvi karakterli bir kahraman nasıl zulüm yapabilir?
Merhumun aziz mefahirinin -meftun olduğumdan dolayı- büyüklüğünü bir tiyatroda tasvir etmek arzusunda bulunduğum sırada, insandaki tabiat vergilerinin hiçbirinde o kadar fevkaladeliğe sebep olacak kuvvet görememiştim. Gerek araştırma ve gerekse muhakeme ile ne kadar zihin yordumsa da ahlaki faziletlerin ve ulvi meziyetlerin en büyüğü olan vazifeperverlik duygusundan başka o kadar yüce fikre bir saik bulamamıştım. Şarkiyat ile uğraşan Avrupa yazarlarının tetkiklerini bu fikre yakın görürdüm. Fakat bizim tarihlerde düşündüğüm hakikati tayin eder bir sarahat bulamadığım için çıkardığım neticeleri bir kati hüküm saymaya cesaret edemezdim.
Sonunda bir mecmuada Kemal-i İsfehani’nin bazı yazılarına tesadüf ettim ki Celâl’in karakter ve ahlakını belirtiyordu. O fazilet sahibi edip, Celâleddin İran’da bulundukça meclislerine devam eder, o zamanın âdetlerine göre ara sıra bazı kasideler ile padişahın tavsifinde bulunduğu gibi ahbabına yazdığı kâğıtlarda da padişahın ara sıra içmesini yumuşaklık ve afda etrafındakilerin tutumunu beğenmemekle beraber İslamiyet gayretinde olan çalışmalarının ashap ve tâbiin devrini andıracak derecede olduğunu ve meclisinde milletin kurtuluşuna çare aramaktan başka bir dakika boş durmadığını beyan eder.
Kemaleddin’in bazı mahremlerine yazdığı ve iyi olan şeylerden bahsettiği sırada fena gördüğü şeylerden dahi birer birer bahsettiği mektuplarını mübalağa ve dalkavukluğa bağlamak için bir akli sebep mevcut olmadığından, padişahın hâlini apaçık görmüş olan böyle bir fazilet sahibi hakseverin şehadeti, Celâleddin hakkında olan tahminimi hüküm derecesine ulaştırdı. Binaenaleyh o kahramanın maksadı dinin yükselmesi ve yolu vazifeperverlik olmak üzere tasvir eyledim. Zannederim ki bu suret, merhumun manevi çehresine aynıyla uygun düşer.
İlahi dinin şerefine o asır halkının hepsinden ziyade hizmet etmiş, bin türlü güç yetmez meseleler içinde o dinin dipdiri mucizesi kabul edilecek kadar harikalara mazhar olmuş büyük irade sahibi bir zatın ruhundaki yücelik ve meziyeti tasvir etmek arzusunu göz önüne getirdikçe, fikrin büyüklüğü gönlümü bir ürperme ve dehşet içinde bırakırdı. Hatta tiyatro nevinden olan diğer âcizane eserlerimin en büyüğünü yazmak için bir haftadan fazla uğraşmadığım hâlde bu telif elimde yıllarca süründü. Mamafih vicdan, o büyüklüğün hasıl ettiği şiddetli şevk ve arzuya galebe edemeyerek eserimin tamamlanmasına cesaret ettim.
Celâleddin her ne kadar Şark padişahlarından ise de hakikatte İslam kahramanlarından olarak, onun ahlakını tasvir, İslam ahlakını kaleme almak demek olduğundan, merhumdan bahseden bu eserde İran ve Turan’ın fikir ve âdetlerine göz nuru dökmek âcizane kanaatimce abes göründü. Binaenaleyh Celâleddin’in sembolik varlığı yalnız kendi zamanıyla kaim bir terbiyenin değil, kendi devrinden kıyamete kadar devam edecek bir terbiyenin, din gayreti ve memleket idaresinde misli görülmemiş örnek bir eseri olarak tasvir edildi. Oyunun sonlarına doğru Celâleddin’in çelik metanetinde bir dereceye kadar tenakuz eserleri görülmeye başlar ise de bu değişikliğin neticeye varmak için ne kadar tabii bir şey olduğu en küçük bir mülahaza ile anlaşılır.
Celâleddin’in yüksek ahlakı, mertçe tavırları ile temayüz etmiş, şanlı ve şerefli bir hanedana mensup olduğu ve ailesinin birçok efradının ilmî olgunluk ve şairane tabiata sahip olduğu, tarihçe apaçık bir hakikat olduğundan merhumun manevi çehresinin tasvirinde bu irsî tabiatın yeri geldikçe hakkı verildi.
Övdüğüm bu şahsiyetin, yetiştirdiklerinin olgunluğuna örnek olmak ve olayın parçalarını birbirine bağlayarak cereyanına kolaylık sağlamak için çizdiğim dört hamiyet timsalinden Özbek’i Celâleddin’in fedakârlığından ve kahramanlığıdan; Orhan’ı askerî tedbirlerde üstün kabiliyetiyle zamanın kötü cereyanlarına karşı duyduğu şiddetli nefretten; Melik Nusret’i büyük gönüllülüğünden ve yiğitliğinden; Nureddin’i hakikatleri kavrayışı, hikmetli düşüncelerinden istifade ile yetişmiş göstermek istedim. Harzemşah devletinin padişahları, şehzadeleri gibi devlet ümerası da umumiyetle bilgili kimseler olduğu için sözlerini de tarihlerde kayıtlı olan kendi sözlerine dayandırmak istedim.
Bu dört zatın, her birine ayrı bir meziyet verilmekle beraber, feyiz kaynakları, İslamiyetten ve terbiyeleri aynı hamiyet mesleğinden olması dolayısıyla birinde mevcut olan faziletleri, diğerlerinde de mevcut ve fakat her birinin şahsına münhasır olan büyüklüklerini diğer meziyetlere üstün bir özellik olarak gösterdim. Bir de tâbilerin esas örneğe bütün bütün benzememesi için, Özbek’in fedakârlığını, kahramanlığını telaş ve infial ile Orhan’ın askerî mahareti ve kötülüğe olan nefretini, harp tertibatı ve suçluların cezalanması işinde fazla şiddeti ile Melik Nusreddin’in yiğitliğini, büyük gönüllülüğünü lüzumsuz bir heyecan ile Nureddin’in hakikati kavrayışını, hikmetli düşüncesini kaideye karşı fayda aramasındaki küçük zaaf ile değiştirdim.
Özbek, Orhan, Nusret ve Nureddin’in şahsiyetlerinin mahiyeti ilk bakışta birbirine benzer gibi görünürse de yukarıda arz ettiğim incelikler düşünülünce şahıslar birbirini andırır ve fakat hiçbiri diğerine benzemez, dört kardeş gibi birkaç hususi işaretlerle birbirlerinden ayrılmış oldukları anlaşılır.
“Ravzat’üs-Safa”da Melik Nusret’le Gıyaseddin’in sipahi macerası, şu suretle yazılmıştır: “O sıralarda Gıyaseddin’in çavuşlarından bir şahıs ki;Melik Nusret’in huzurunda olup onun en ileri gelen nedimlerinden idi. Gidip onun yanında bulunmaktan çekinmiş idi. Sultan Gıyaseddin bunu kalbinde gizliyordu. Bir gün şarap meclisinde Melik Nusret’e hitap etti ki: ‘Niçin bizim yakınlarımızı hizmetine aldın?’ Melik Nusret latifeyi çok sevdiğinden, latife tarikiyle söyledi ki: ‘O memura hizmet etmek için ekmek vermek lazımdır.’
Tarihin bu ifadesine bakılırsa Melik Nusret’i yiğitlikle, büyük gönüllülükle değil, zarafet ve letafete meyli ile tasvir etmek lazım gelir.
Ve bu suret ise tebessüm eden bir çehre ile bir eğlence parçası vücuda getireceğinden o cihet ele alınırsa âcizane eserim dış görünüşte daha da parlak olabilirdi. Celâleddin gibi İslam’ın faziletlerini üzerinde toplayan bir şahsın azamet ve hamiyet dolu meclislerine mizahı yakıştıramadığımdan ve bu türlü eser tahayyülünde ise hakikatin kendisinden ziyade hakikate yakışanı tercih etmek gerektiğinden Nusret’in latifeciliğini, o yaradılışın yakınlarından olan büyük gönüllülüğü ile değiştirdim.
Tabiat СКАЧАТЬ