Zalimane Bir İdam Hükmü. Ebubekir Hâzim Tepeyran
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Zalimane Bir İdam Hükmü - Ebubekir Hâzim Tepeyran страница 7

Название: Zalimane Bir İdam Hükmü

Автор: Ebubekir Hâzim Tepeyran

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-92-1

isbn:

СКАЧАТЬ “Nasıl ve nerede?”

      Reis: “Akşam saat altıda Köprü’den Haydarpaşa’ya giden vapurun yan kamarasında, Evkaf ve Adliye nazırları da hazırmış. Sarayburnu önünden geçerken pencereden bir İngiliz zırhlısının toplarını göstererek:

      ‘Bu toplar İstanbul’a ne yapabilirler?’ demişsiniz. Bunu İstanbul vilayeti yaveri mülazım İsmail Efendi işitmiş.”

      Ben: “Kapısında süngüsü takılmış tüfeği ile bir İngiliz askeri nöbet beklemekte bulunmasına rağmen, ben bir Osmanlı Divanıharbi’nde muhakeme edilmekte olduğumu sanıyordum. Bu sualden pek ziyade hayrete düştüm. Evvela her nerede olursa olsun, bir düşmanın kuvveti küçümsenmiş olsa bile Osmanlı Divanıharbi bunu nasıl cürüm sayabilir? Saniyen siz ‘Alâmeleinnas’ (herkesin önünde) tabirinin manasını bilmiyor musunuz?

      Vapurun ancak üç dört kişi alabilen küçük yan kamarasında geçmiş bir söz ‘Alâmeleinnas’ söylenmiş olur mu? ‘Alâmeleinnas’ bir mitingde yahut köprübaşı gibi kalabalık bir yerde, bağıra bağıra söylenen sözlere denebilir. Mamafih ben gerek vapurda ve gerek başka bir yerde böyle bir söz söylemedim.”

      “O günlerdeki fevkalade meselelerden dolayı çok defa geceleri de Babıali’de geçirerek Erenköy’deki evime gitmediğim gibi işgal-gününü takip eden gece de gitmemiştim. Hatta Adliye Nazırı Celal Bey de İstanbul’da kalmıştı. Tahkik edebilirsiniz. Vapurun o kamarası saltanat hanedanına mensup olanlara mahsus olduğu hâlde bazen vekillerden de oturanlar bulunurdu. Orada vekillerden üç zat oturmakta iken vilayet yaverliğinde bulunan bir mülazımın bunların yanlarına girip oturamayacağı da malumdur.

      Bu mülazım, gerekli vasıfları haiz olmamasından dolayı Dâhiliye Nezaretinde bulunduğum esnada vilayet yaverliğinden çıkarılmış olduğundan, bundan hasıl olan kin ve garez ile böyle bir vaka tahayyül ve isnat etmiştir.

      Bu sözün cezayı gerektiren bir suç olabilmesi ihtimali varsa, o cezanın bu iftira eden mülazıma çektirilmesi lazım gelir.”

      Reis: “İstanbul işgalinden sonra Anadolu’ya sabık mebuslardan dört kişi gönderilmiş. Ne için gönderdiniz? Bu adamları evvelce tanıyor musunuz?”

      Ben: “Bunları ben göndermedim. Vükela Meclisi kararıyla gönderildiler. İşgali müteakip demir yolu ulaşımının kesilmesi, İstanbul’ca iaşe meselesini güç duruma getirmiş olduğundan zahire nakliyatına engel olunmaması için Anadolu’ca icap edenlere siparişlerde bulunmak üzere Ankara’ya, mebuslardan seçilmiş bir heyet gönderilmesi Vükela Meclisi’nce tensip olundu, fakat hükûmetin emri altında nakil vasıtaları bulunmadığından, işgal kuvvetleri kumandanından müsaade alınmadıkça denizden veya karadan bu heyetin gönderilmesi mümkün değildi.

      Hariciye Nazırı vasıtasıyla alınan müsaade ve nakil vasıtaları ile bu dört mebus gidebildiler. Keyfiyet sadaret makamından padişaha da arz edilmişti. Bu mebuslardan yalnız Abdullah Azmi Efendi’yi, Manastır Vilayeti valiliğinde bulunduğum zamandan beri tanırım. Yusuf Kemal Bey’le yalnız göz aşinalığım vardır. Diğer ikisini (Hoca Vehbi ile Rıza Nur Bey) evvelce hiç görmedim.”

      Reis İkdam gazetesinin 26 Şubat tarih ve 8377 numaralı nüshasını eline alarak: “Bu gazetenin muhabirine beyanatınızda: “Kuvayımilliye’yi ben dağıtamam, sadrazam da, hatta Mustafa Kemal Paşa da dağıtamaz.” demişsiniz. Maksadınız bu kuvveti ahaliye büyük göstermek midir?”9

      Ben: “O günlerde, belki de aynı günde yanıma gelen İngiltere ve Fransa sefaretleri tercümanlarına da aşağı yukarı böyle söylemiş ve şu sözleri de ilave etmiştim: ‘Kuvayımilliye’yi ancak Yunanlıları İzmir’den çıkarmak ve memleketimizin her türlü taarruzdan dokunulmazlığı temin olunmak şartıyla büyük devletlerin gösterecekleri adalet dağıtabilir. Çünkü bu kuvvet beynelmilel bir heyetin yerlerinde icra ettiği tahkikatla da sabit olduğu veçhile, Yunanlıların İzmir ve bazı bağlı yerlerinde yapmış oldukları vahşiyane cinayetlerden hasıl olan korku ve heyecanla namus ve hayatlarını muhafaza için toplanmıştır.’ demiştim. Mamafih, 6 Ağustos 1335 [1919] tarihli İstanbul gazetelerinin hepsinde aynen yazılı olduğu üzere zat-ı şahanenin ‘Morning Post’ adlı İngiliz gazetesinin muhabirine verdiği beyanatında: ‘Yunanlılar eski zaman barbarlarının hareketlerini taklit ettiler ve hâlâ da etmektedirler. Bu mesele insaniyet açısından tetkik edilerek buna bir nihayet verilmeli ve onların tecavüzlerine set çekilerek ahalinin mezbahada koyun keser gibi öldürülmelerine müsaade olunmamalıdır. Eğer İtilaf Devletleri, buna bir nihayet verdirmezlerse daha pek çok ehemmiyetli meseleler çıkabilir. Şahit oldukları vahşete ve tecavüze karşı ahalimizi susturmak pek müşkül olur. Memleketimiz halkı namusunu, hayatını, evini kurtarmak için pençeleşmeye hazırdır…” buyurmuş olduklarına nazaran benim sözlerim zat-ı şahanenin bu beyanatına tamamıyla muvafık olduğu hâlde sual sorulmasına pek ziyade hayret ediyorum.

      Reis: “Bursa’da vali iken Dâhiliye Nezaretine yazdığınız şifre telgrafta Kuvayımilliye reislerinden Ethem’in (Çerkez) bir evi yakmasını mazur göstermek istiyorsunuz.”

      Evrakım arasında -Kuvayımilliye efradının kanuna aykırı hareketlerine göz yummadığımın fiili bir delili olduğu için- muayeneye memur Avni Efendi’nin iyilik maksadıyla ayırdığı bu telgraftan Divanıharp Reisi hiç bahsetmek niyetinde olmadığı hâlde: “Hiç yoktan Kuvayımilliye taraftarlığına delil icat etmeye çalışıyorsunuz. Kâğıtlarım arasından alınan telgraflardan Çerkez İdris Ağa’ya dair olan telgraf, o yoldaki mesaiyi iptal etmeye kâfidir. O telgrafname okunsun.” dediğim için telgrafı okuduktan sonra Reis bu suali sormuştu.

      Dâhiliye Nezareti: “İdris Ağa namında bir Çerkez’i Bursa Divanıharbi niçin arıyor? Adı geçen Kirmasti kazasında bir köydeki hanesi niçin ve kimin tarafından yakılmıştır?” diye sordu. Ben resmî ve hususi tahkikata atfen: “Divanıharp bu adamı aramıyor, fakat bir katil meselesinden dolayı oğlu, divanıharp tarafından tevkif edilmiştir. Evinin yıkılması Anzavur’u takip için”…

      Reis sözümü keserek: “Ne için Anzavur Ahmet Paşa demiyorsun?”

      Ben: “O zaman daha paşa olmamıştı, o da bir şaki idi.”10 diyerek sözüme devam ettim. “Bandırma’dan Kirmasti tarafına gelen Kuvayımilliye müfrezesi üzerine, o hanede gizlenen şahıslar tarafından silah atılmasından ve bu esnada müfreze kumandanı Ethem’in (Çerkez) akrabasından birinin (galiba yeğeni) ölmesinden dolayı evin yakılmış olduğunu söylüyorum.

      Babıali’ce meçhul olduğu ve sorulmadığı hâlde Ethem’in diğer bir cürmünü de ilaveten bildiriyorum: ‘Bu haneden başka İdris Ağa’nın bir de değirmeni yakılmıştır ki bunun sebebi anlaşılamayıp Ethem müfrezesinin şu vesile ile vilayet dâhiline gelip gidişinde ika olunan taşkınlıkların bir devamı demek olur.’ ” diyerek bundan başka cürümler yapılmış olduğunu bildirerek açıktan açığa Ethem’in hareketleri aleyhinde bulunuyorum.

      Reis: “Bilakis Ethem’in ev yakmasını mazur göstermek istiyorsun. ‘Taşkınlık’ tabiri ise bir şey ifade etmez. İnsan kendi evladına da küçük bir münasebetsizlik üzerine ‘Taşkınlık ediyor.’ der.”

      Ben: “Lügat kitaplarına bakarsanız taşkınlık kelimesinin manasında lüzumu kadar şiddet bulunduğunu görürsünüz.”

      Son СКАЧАТЬ



<p>9</p>

Reis bu fıkranın altını üstünü okumadığı gibi, bu nüshayı evvelce görmemiş olduğundan gazetede bu fıkrayı takip eden cümlelerden haberim yoktu; bununla birlikte geç vakit Sadaret dairesinden çıkıp Nezaret dairesine giderken beni yolda çeviren gazeteciler: “Kuvayımilliye dağıtılacakmış, sahi mi?” diye sordukları için böyle cevap vermiştim.

<p>10</p>

İstanbul’da çıkan Le Journal d’Orient gazetesinin 1 Teşrin-i Sani (Kasım) tarih ve 716 numaralı nüshasından: “… Anzavur tarafından kumanda edilen hükûmet çetelerine gelince, intizamın muhafazasına memur Mustafa Kemal Paşa müfrezeleri adetlerinin azlığından dolayı geriye çekilmişlerdir. Bunun üzerine Düzce kasabası Çerkez ve Abazaların ellerine düşmüş ve bunlar üç gün muntazaman kasabayı soymuşlardır. Bu mücahitler Halife ordusuna mensup olduklarını söylüyorlar ve taharri bahanesiyle evlere giriyorlardı. Düzce kadın ve kızları pek şeni tecavüzlere hedef olmuşlardır. Ahalinin ‘Haydut Paşa’ dedikleri Anzavur Paşa muvasalat eder etmez, Düzce ahalisine otuz bin liralık bir vergi tarh ve cebren tahsil edilmiştir.”