Название: Tom Amca’nın Kulübesi
Автор: Гарриет Бичер-Стоу
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-99852-0-6
isbn:
“Ah, evet, evet!” dedi Bayan Shelby, çabucak ve dalgın bir şekilde altın saatine dokundu. “Çok fazla para edecek mücevherim yok.” diye ekledi düşünceli bir şekilde. “Ama bu saat bir işe yaramaz mı? Alındığında, epey pahalıydı. En azından Eliza’nın çocuğunu kurtarabileceksem, sahip olduğum her şeyi feda ederdim.”
“Çok üzgünüm, gerçekten çok üzgünüm, Emily.” dedi Bay Shelby. “Bu işin seni bu kadar etkilemesine üzgünüm ama bir işe yaramayacak. Doğrusu şu ki Emily, her şey olup bitti. Satış anlaşmaları çoktan imzalandı ve Haley’nin ellerinde. Daha kötüsü olmadığı için minnettar olmalısın. O adamda hepimizi mahvedecek bir güç vardı ve şimdi neyse ki ondan kurtulduk. Adamı benim kadar bilseydin, kıl payı kurtulduğumuzu düşünürdün.”
“O zaman çok acımasız.”
“Tam olarak zalim değil de biraz sert biri, -sadece satış ve kâr için yaşayan biri- soğuk, duraksamayan ve merhametsiz, ölüm ve mezar gibi. İyi bir fiyata anasını bile satabilir, tabii ihtiyar kadına bir zarar gelsin istemez.”
“Bu adi adam bir de iyi, sadık Tom ve Eliza’nın çocuğunun sahibi!”
“Eh, sevgilim, bu da bana zor geliyor; düşünmekten nefret ettiğim bir şey. Haley işleri ayarlayıp yarın emanetleri alacak. Sabah erkenden atıma binip uzaklaşacağım. Şu bir gerçek ki Tom’u göremem ve sen de bir yerlere gitsen ve Eliza’yı alsan iyi olur. O burada ortalarda yokken işler olup bitsin.”
“Hayır, hayır.” dedi Bayan Shelby. “Bu zalim işe hiçbir şekilde suç ortağı ya da yardımcı olmayacağım. Gidip zavallı yaşlı Tom’u göreceğim, sıkıntıları için Tanrı ona yardım etsin! Ne olursa olsun, hanımlarının onların ne hissettiklerini anladıklarını ve onlarla olduğunu görsünler. Eliza’ya gelince düşünemiyorum bile. Tanrı bizi bağışlasın! Biz ne yaptık ki, bu zalim gereklilik bizi buldu?”
Bu konuşmanın Bay ve Bayan Shelby’nin hiç aklına gelmeyecek bir kulak misafiri vardı.
Dairelerinde dış koridora bir kapıyla açılan büyük bir dolap bulunuyordu. Bayan Shelby Eliza’ya o gece için izin verince, ateşli ve heyecanlı duyguları bu dolap fikrini aklına getirmişti ve kendini oraya saklamıştı. Kulağı kapının çatlağına yapışmış hâlde, konuşmanın bir kelimesini bile kaçırmamıştı.
Sesler kesilince ayağa kalkıp usulcacık uzaklaştı. Solgun, tir tir titreyen hâli, donmuş yüz çizgileri ve kasılmış dudaklarıyla, o zamana kadar olduğu yumuşak ve çekingen yaratıktan tamamen başkası gibi olmuştu. Holde dikkatlice ilerledi, hanımının kapısında bir anlığına durdu ve ellerini sessiz bir yakarışla göğe doğru kaldırdı, sonra da dönüp kendi odasına süzüldü. Odası hanımıyla aynı katta sessiz, düzenli bir daireydi. Dikiş dikerken sık sık oturduğu güneşli hoş bir penceresi vardı; küçük bir kitap dolabı ve birkaç güzel küçük süs eşyası, aralarına serpiştirilmiş Noel hediyeleri bulunuyordu. Dolabında ve çekmecelerinde basit giysileri vardı, burası kısacası onun eviydi, içinde mutlu olduğu yer. Ama orada, yatakta uyuklayan oğlu yatıyordu, uzun bukleleri kayıtsızca bilinçsiz yüzüne düşmüştü, gül gibi ağzı yarı açıktı, küçük şişman elleri çarşafın üzerindeydi ve bir gülümseme güneş ışığı gibi tüm yüzüne yayılmıştı.
“Zavallı çocuk! Zavallıcık!” dedi Eliza. “Seni sattılar! Ama annen seni kurtaracak!”
O yastığa hiçbir yaş damlamadı; bunun gibi üzüntülerde, yüreğin akıtacağı yaş yoktur, sadece kan damlatır, kendi kendine sessizce kanar. Bir parça kâğıt, kalem aldı ve aceleyle yazdı:
“Hanımım! Sevgili hanımım! Benim nankör olduğumu sanmayın, hakkımda hiçbir şekilde kötü düşünmeyin, bu gece sizin ve efendinin dediklerinin hepsini duydum. Oğlumu kurtarmaya çalışacağım, beni suçlamayın! Nezaketiniz için Tanrı sizi kutsasın ve ödüllendirsin!”
Aceleyle katlayıp üzerini yazdı, çekmeceye gidip oğlunun giysilerini küçük bir paket yaptı, bir mendille sıkıca beline bağladı; o dehşet dakikalarında bile şefkatli bir annenin hatırlayacağı gibi en sevdiği oyuncaklardan bir ikisini küçük pakete koymayı unutmadı, onu uyandırdığında eğlendirecek güzel boyanmış bir papağanı da ayırdı. Küçük uykucuyu uyandırmak biraz sorun olduysa da biraz uğraştıktan sonra yatakta oturup kuşuyla oynamaya başlamıştı, bu sırada annesi bonesini takıp şalını örtmüştü.
“Nereye gidiyorsun anne?” dedi çocuk, annesi yatağın kenarına küçük paltosu ve başlığıyla yaklaşırken.
Annesi yanına yaklaşıp gözlerine öylesine içten baktı ki o zaman çocuk olağandışı bir şeyler döndüğünü hemen anladı.
“Sus Harry.” dedi. “Yüksek sesle konuşmamalısın, yoksa bizi duyarlar. Kötü bir adam küçük Harry’i annesinden almaya gelecek ve karanlığın içine götürecek ama annesi buna izin vermeyecek. Küçük oğlanın şapkasını, paltosunu giydirecek ve çirkin adam onu yakalayamasın diye onunla kaçacak.”
Bunları söylerken, çocuğun basit kıyafetini bağlayıp düğmeledi ve onu kollarına alarak çok sakin durması gerektiğini fısıldadı; odasının dış verandaya açılan kapısını açarak sessizce dışarı süzüldü.
Işıl ışıl, dondurucu, yıldızların aydınlattığı bir geceydi ve annesi şalını çocuğuna sardı, belli belirsiz bir korkuyla tamamen sessiz çocuk boynuna sarıldı.
Verandanın diğer ucunda uyuyan büyük bir Newfoundland olan yaşlı Bruno, kadın yaklaştığı sırada hafif bir homurtuyla ayağa kalktı. Kadın hafifçe adını söyledi, kadının eski oyun arkadaşı olan hayvan hemen kuyruğunu sallayarak bu basit köpeğin kafasında belli ki pek anlam veremediği bu yersiz gece yarısı yürüyüşü ne anlama geliyorsa, onu takip etmeye hazırlandı. Kendi ölçülerine göre belli belirsiz, bazı akılsız veya yakışıksız fikirler onu oldukça utandırıyordu; zira ilerledikçe sık sık durdu, sonra özlemle önce ona, sonra eve baktı ve sanki düşüncelerinde güven tazeledikten sonra onun ardından peşi sıra gitti. Birkaç dakika sonra Tom Amca’nın kulübesine geldiler ve Eliza durarak yavaşça pervaza vurdu.
Tom Amcalarda süren dua toplantısı ilahi söylenmesi yüzünden geç saatlere kadar sürmüştü; sonrasında Tom Amca birkaç uzun soloya kendini kaptırmıştı, sonuç olarak da şu an saat on iki ile bir arasında olsa da o ve değerli yardımcıları daha uyumamışlardı.
“Aman Tanrı’m! Bu ne?” dedi Chloe Teyze, fırlayıp aceleyle perdeyi açtı. “Bu Lizy değilse ne olayım! Üstünü giy, yaşlı adam, çabuk! Yaşlı Bruno da burada, dolanıp duruyor; neler oluyor! Ben kapıyı açmaya gidiyorum.”
Sözlerine uyarak kapıyı ardına kadar açtı ve Tom’un aceleyle yaktığı mum ışığı kaçağın bitkin yüzüne ve koyu, yabani gözlerine düştü.
“Tanrı seni korusun! Sana bakmaya korkuyorum, Lizy! Hastalandın mı, ne oldu sana?”
“Kaçıyorum Tom Amca ve Chloe Teyze, çocuğumu kaçırıyorum. Efendi onu sattı!”