Название: Peygamberler Tarihi ve Hz. Muhammed’in Hayatı
Автор: Ahmet Cevdet Paşa
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-45-7
isbn:
Hz Muhammed’in (s.a.v.) doğumu sırasında, İran hükümdarının sarayı sarsıldı. On dört balkonu yıkıldı. Fars vilayetinde İstahrâbâd adlı şehirde ateşe tapanların bin seneden beri yanan ateşleri söndü. Sâve Gölü yere batıp görünmez oldu, Semâve Vadisi’nde tam tersine sular taştı. İran’ın Başkadısı Mubedan da o gece rüyasında, bir alay sert ve başıboş devenin bir bölük Arap atını yenerek, Dicle Nehri’ni geçip İran şehirlerine dağıldıklarını görmüştür.
O zaman Sasaniler sülalesinden İran Şahı Nûşirevan, sarayın sarsılıp da balkonların yıkılmasından canı sıkılmış bir hâlde yakınlarıyla bu meseleyi konuşurken, İstahrâbâd’dan, ateşinin söndüğü haberi geldi. Yine bu sırada Sâve Gölü’nün battığı ve Semâve’de suların taştığı işitildi. Hesapladılar. Bütün bunların, balkonların yıkıldığı zamana rastladığını hayretle gördüler.
Bunun üzerine Nûşirevan telaşlanıp hemen Mubedan’ı çağırtarak, bu olanları bir bir anlattı. O da o gece görmüş olduğu rüyayı söyledi.
Nûşirevan daha çok telaş ve endişeye düşüp, “Acaba bu işaretler ne ola?” diye Mubedan’a sordu. Mubedan, ne olacağını biliyordu. Hemen, “Arabistan’da büyük bir olay çıkması gerekir.” diye cevap verdi.
Hemen Nûşirevan, Arap hükümdarlarından kendisine bağlı Numan İbni Münzir’e ferman gönderip, “Bana bilgin bir adam gönder.” diye buyurdu. Numan da Abdül-Mesih adında tanınmış bir bilgini gönderdi.
Abdül-Mesih hemen İran hükümdarının başşehri Medayin’e varıp Nûşirevan’ın yanına girdi. Nûşirevan olup bitenleri söyleyip, “Bu işaretler ne manaya gelir?” diye sordu. Abdül-Mesih de “Benim Şam taraflarında oturan Satih adında bir dayım vardır. Bunların manasını ancak o açıklayabilir.” diye cevap verdi.
Bunun üzerine Nûşirevan, “Haydi çabuk Satih’in yanına git. Ona sor, bana cevabını getir.” diye emretti. Abdül-Mesih de hemen Medayin’den çıkıp Şam ülkesine gitti.
O zaman Araplar içinde kâhin ve arrâfe denen birtakım bilgin adamlar vardı ki Allah’ın sırlarından bahsederler ve gelecek şeyleri haber verirlerdi. En ünlüleri işte bu “Kâhin Satih” dedikleri şahıstır ki çok yaşlı bir adamdı. Hatta Nizar ölünce, mirasını oğlu Mudar ile diğer oğulları arasında pay eden oydu, derler. Aslen Yemenliydi ancak Şam tarafında bir manastırda yerleşip kalmıştı. Hâlbuki bedeninde kemik yoktu, şekil ve kıyafetçe benzeri görülmemiştir. Daima sırtüstü yatar ve bir tarafa götürülecek olursa kendisini döşek gibi devşirip hayvan üzerine yükletirlermiş. Kısaca insana benzemez, dilinden başka organı oynamaz, acayip bir kişiydi. Fakat gayet güzel, düzgün ve akıcı sözler söyler, nice yıllar sonra olacaklardan bahsedermiş.
Abdül-Mesih büyük bir süratle Satih’in olduğu yere gitti. Yanına girdi, selam verdi. Satih ise ölüm döşeğine döşenmiş, gözleri kapanmış olduğundan, Abdül-Mesih’in selamını işitmiyor, dünya kelamı kulağına gitmiyordu. Satih’in bu hâli Abdül-Mesih’e çok dokundu. Hemen Satih’i etkileyecek, içinde yanık sözler bulunan bir şiir söyledi.
Şöyle ki: “Acaba Yemen’in ulusu sağır mıdır, yoksa işitiyor mu? Yoksa ölüp gitti de bizleri bütün bütün ümitsiz mi bıraktı? Ey zorlukları sona erdiren faziletli adam! Bir büyük ve muhterem topluluğun büyüğü olan kız kardeşinin oğlu, şah-ı Acem tarafından gönderilmiş olmasıyla dağ ve düzlük, gece ve gündüz demeyip, yollardaki tehlikelere aldırmayıp fevkalade sürat ile sana geldi. Bütün bilginlerin âciz kaldığı önemli bir işi senden sorup öğrenmek ister.”
Bunun üzerine Satih gözlerini açtı ve dedi ki: “Abdül-Mesih, sürat ile Satih’e geldi. Satih ise kabre girmek üzeredir. Seni melik-i Sasan gönderdi. Sarayının sarsılması ve ateşgedenin sönmesinin neye delalet eylediğini soruyor, bir de Mubedan’ın gördüğü rüyanın tabirini istiyor ki rüyasında bir alay sarhoş devenin, bir bölük Arap atını yenerek, Dicle’yi geçip memleketine dağıldığını görmüştü.
Ey Abdül-Mesih! O zaman ki okuma çoğala ve Sahib-i Hirâve görüne ve Fâris ateşi söne ve Semâve Vadisi taşa ve Sâve Gölü bata, Şam artık Satih için Şam değildir. Beni Sasan’da yıkılan sütunlar adedince on dört melik ve melike gelir ve artık olacak olur!” dedi ve hemen vefat etti.
Abdül-Mesih, Medayin’e döndü ve Satih’ten işittiği sözleri Nûşirevan’a söyledi. Nûşirevan ise kendisinin saltanatında bir kötülük çıkacağından endişe etmekte olduğu için bu haberle teselli buldu, memnun oldu ve “Bizim neslimizden on dört hükümdar gelip gidinceye dek neler olur?” dedi.
Hakikaten on dört hükümdar gelip geçinceye kadar çok yüzyıllar geçmiş olacaktı. Oysa Nûşirevan’dan sonra bir aralık Sasani devletinin durumu bozularak, yalnız dört yıl içinde Sasani sülalesinden on hükümdar gelip geçmiştir. Sasaniler’in ömrü sanıldığı kadar uzun olmadı. Kısa zamanda ülkeleri Müslümanların eline geçti. Nûşirevan’dan sonra on dördüncü hükümdar olan Yezdicürd, Hz. Osman’ın halifeliği sırasında öldü. Onunla Sasani devleti yıkılmış ve sona ermiştir.
Hâtemül-Enbiyâ Hz. Muhammed’in Doğumundan Peygamberliğine Kadar Meydana Gelen Harikulade Olaylar
Mekke ahalisi, öteden beri yeni doğan çocuklarını Mekke’de tutmayıp, aşiretlerden bir sütanneye verirler ve aşiretler içinde havası temiz olan yerlerde terbiye ettirirlerdi.
Bu şekilde aşiretlerden ara sıra Mekke’ye sütanneler gelir, emzirip büyütmek üzere birer çocuk alır ve çocukları büyütüp de annesine babasına teslim ettiklerinde ikram görür, yardım alırlardı.
Muhammed’in (s.a.v.) doğumu zamanında da Beni Sa’d Kabilesi’nden Mekke’ye birçok sütanne geldi ve her biri birer çocuk aldığı sırada içlerinden Haris adlı kişinin eşi Halime de Hazreti Muhammed’i aldı ve kendi yurduna götürdü.
O sene Beni Sa’d diyarında kıtlık ve pahalılık vardı. Halime, Fahr-i Âlem’i alıp da götürdüğü gibi hayvanlarının sütü çoğaldı ve hanesinde fevkalade bereket meydana geldi. Haris buna dikkat çekip, “Ya Halime! Bu getirdiğin yetimin ayağı ne uğurluymuş. O geleli gecemiz hayır oldu. Aman ona iyice bakalım.” dedi. Halime ise onu öz evladından fazla severdi. Hatta büyüyüp de ayak üzerinde gezmeye başladığında Âmine onu almak istedi fakat Halime, “Mekke’nin havası ağırdır. Aman dokunmayınız. Bir müddet daha bizim yanımızda kalsın.” diyerek Âmine’yi ikna etti ve onu kendi yanında alıkoydu. Halime, onu canı gibi sevip, esen rüzgârdan sakınıp asla yanından ayırmazdı.
Bir gün her nasılsa Halime’nin dalgınlığına gelmiş, o da süt kardeşi Şeyma ile birlikte öğleyin kuzuların yanına gitmiş. Geldiklerinde Halime, kızı Şeyma’ya, “Niçin güneşin böyle kızgın zamanında dışarı çıkıyorsunuz?” demiş. Şeyma da “Biz sıcak görmedik. Kardeşimin baş ucunda bir kara bulut dolaşıyor. O nereye giderse bulut da beraber gidiyor, bir yerde dursa duruyor. Buraya kadar hep gölgelikte geldik.” diye cevaplamış.
Bunun üzerine Halime ve Haris, âlemlerin övüncü olan Hz. Muhammed’in СКАЧАТЬ