Fahr-i Âlem de “Ya Rabbi! Sen bize Mekke gibi Medine’yi de sevdir ve burada bize bereket ve geçim genişliği ver.” diye Allah’a yalvarırdı. Yüce Allah da duasını kabul buyurdu ve Medine’yi muhacirlere sevdirdi.
Hatta Hz. Ömer (r.a.), “Ya Rabbi, bana senin yolunda şehitlik nasip et ve resulünün şehrinde ölmeyi takdir et.” diye dua ederdi.
Mescid-i Şerif ile yanındaki odaların yapılmasına kadar Resul-ü Ekrem, yedi ay süresince Ebu Eyyûb Ensari’nin (r.a.) evinde kaldı.
Ensar, her gün oraya, Allah’ın elçisi için, sırayla yemek getirirdi.
Resul-ü Ekrem’in şeref vermesine karşılık olarak ensarın her biri böyle bu şekilde yardım etmiş ve her biri bir şey vermiştir. Enes bin Malik’in annesi pek fakir olduğundan, hiçbir şey götürüp veremediğine üzülüp dururdu. Nihayet bir gün, on yaşında olan oğlu Enes’in elinden tuttu, götürüp, “Ey Allah’ın elçisi! Bu da size hizmet etsin.” diyerek bırakıp gitti. Ondan sonra Enes de (r.a.) Hz. Peygamber’in hizmetine devam etti.
Peygamber mescidi ile yanındaki odalar yapıldıktan sonra Resul-ü Ekrem, Ebu Eyyûb Ensari’nin evinden odalara taşındı.
Hz. Ebu Bekir’in (r.a.) sevgili kızı olup, Mekke’deyken Resul-ü Ekrem’e nikâhlanmış olan Aişe’nin (r.a.) zifafı da o sırada oldu. Onun odasından Mescid-i Şerif’e bir yol açıldı. O zaman, Hz. Muhammed’in hicretinin üzerinden sekiz ay geçmişti.
Mescidin bir tarafında bir sofa vardı. Üstü sundurmalıydı, yani üstü kapalı, önü açık bir yer idi. Orada ashabın fakirleri yatardı. Onlara “ashab-ı suffa” denilirdi. Onların akşam yiyecekleri yoktu. Her gün akşam olunca bir kısmını Resul-ü Ekrem yanında tutar, diğerlerini ashabın evlerine paylaştırırdı. Her biri varıp bir evde yemek yerdi.
Resul-ü Ekrem, sadaka kabul etmeyip ancak hediye kabul ederdi. Kendisine sadaka diye gelen şeylere el sürmeyip onları suffa ashabına verirdi. Gelen hediyelerden de onlara hisse ayırırdı.
Ashab-ı suffa, daima mescitte hazır bulunurdu ama öteki ashap, namaz zamanı mescide gelerek Hz. Peygamber ile birlikte namaz kılıp giderdi.
Sonra ezan okumak uygun görüldü. Namaz vakti olunca Bilâl-i Habeşî (r.a.) ezan okurdu. Ashap da onu işitir işitmez camiye toplanırdı.
Bu sene Mekke’de müşrik reislerinden As bin Vâil ile Velid bin Mugire dünyadan göçüp ceza yerine gittiler.
Medine-i Münevvere’de de ensarın en büyüklerinden olan Es’ad bin Zürare ile Berâ (r.a.) dünya sıkıntısından geçip, İslam’a yaptıkarı hizmetin bol bol mükâfatını almak üzere ahirete gittiler.
Bu seneye Senetü’l-İzin, yani Ruhsat Yılı denilir. Başında Mekke’den Medine’ye göç etmek üzere ashaba izin ve ruhsat verildi. Onlar da hemen muharrem ayında göçe başlamış ve arka arkaya Mekke’den Medine’ye gitmişlerdir. Nihayet Resul-ü Ekrem de safer ayında Mekke’den çıkıp, rebiülevvel ayında Medine’ye ulaşmıştı.
Sonradan bu sene, muharrem ayının başı İslam tarihinin başlangıcı sayılmıştır. İşte Hicret tarihi dediğimiz budur. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) doğumunun elli dördüncü ve Hz. İsa’nın doğuşunun altı yüz yirmi ikinci yılıdır.
Müslümanların tamamen Mekke’den çıkıp gitmeleri, ilk bakışta müşriklerce bir çeşit başarı sayılıyordu. Mekke’nin, artık yabancılardan boşalmış olarak kendilerine kaldığını sanıyorlardı.
Hâlbuki Medine’de muhacirlerin yerleşip, ensar ile birleşmesiyle müşriklerin aleyhine büyük bir ordu toplanıyordu.
Hakikat gözüyle bakanlara bu senenin muharreminin başlangıcı, kâfirlere karşı Müslümanların elinde yalın kılıç bir zafer silahı gibi görünüyordu.
İlk zamanlarda ashaptan bazıları, “Kâfirlerin niçin bu kadar eza ve cefalarını çekelim?” diyerek kendilerine saldıran kâfirlere silahla karşı koymak üzere izin istedikçe, Resul-ü Ekrem, “Şimdilik savaşa izinli değilim.” derdi. Bu sene kâfirlerle çarpışmak için Müslümanlara izin verildi.
Çünkü Evs ve Hazreç kabileleri iman edince İslam dini kuvvet bulmuş ve Müslümanların kudreti, müşriklerle savaşabilecek kıvama gelmişti.
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hicretinden beş altı ay sonra, zaman zaman muhacirlerden birer birlik kurulur ve Resul-ü Ekrem’in amcası Hz. Hamza İbni Abdül-Muttalib ve amcasının oğlu Hz. Ubeyde İbni’l-Haris İbni Muttalib İbni Abdi Menaf gibi ashabın büyüklerinden biri kumandan tayin edilirdi. Beyaz bir bayrak verilerek bu birlikler Mekke müşriklerinin kervanlarına saldırmak üzere Medine’den çıkarılır oldu.
Hicret’in ikinci yılının safer ayında Resul-ü Ekrem altmış kişilik bir muhacir grubu ile Medine’den çıktı ve Sa’d bin Ubade’yi Medine’de vekil bıraktı. Sancağı amcası Hz. Hamza’ya (r.a.) verdi. Hemen Medine ile Mekke arasında olan Veddân ve Ebvâ köylerine doğru yürüdü.
Bu seferden maksat o yerden geçip giden bir Kureyş kervanına yetişmek ve Kinâne Kabilesi’nden olan Zamreoğulları Aşireti’ni itaat altına almak idi. Hâlbuki Ebva köyüne varılınca kervanın savuşup gitmiş olduğu anlaşıldı. Zamreoğulları şeyhi gelip aman diledi. Resul-ü Ekrem de bundan sonra Müslümanların düşmanlarına yardım etmemek ve icabında Müslümanların tarafını tutmak üzere Zamreoğulları ile bir anlaşma yaptı ve kendilerine bir de amanname verdikten sonra Medine’ye döndü.
Daha sonra Ebu Süfyan’ın bir kafile ile Mekke’den çıkıp Şam’a gittiği işitilince yine Hicret’in ikinci yılının cemâdi’l-û’lasında Resul-ü Ekrem (s.a.v.) yüz elli kadar Müslüman ile Medine’den çıktı. Bu defa Ebu Selem İbni Abdi’l-Esed’i Medine’de vekil bıraktı. Bayrak yine Hz. Hamza’nın (r.a.) omuzundaydı.
Yenbu tarafında Uşeyre denilen yere vardılar. Kureyş kervanının yine savuşup gitmiş olduğu haber alındı. Hemen Kinâne’den, orada oturan Müdlicoğulları ile barış yapıldı. Onlara da Zamreoğulları gibi bir amanname verildikten sonra Medine’ye dönüldü.
Birkaç gün sonra, Mekke taraflarında göçer olan Kureyş kabilelerinden ve Fihr bin Malik’in soyundan Kürz İbni Câbiri’l-Fihri’nin, müşriklerden bir grupla Medine yakınlarına gelip, Medine halkının hayvanlarını yağmalamış olduğu haberi alındı. Bunun üzerine Resul-ü Ekrem hemen Zeyd bin Harise’yi Medine’de vekil bıraktı ve bayrağı Hz. Ali’ye verip muhacirlerden bir grup ile Medine’den çıktı ve Kürz İbni Câbiri’l-Fihri’nin peşine düştü. Kürz ise sapa yollardan savuşup gitmiş olduğundan, Resul-ü Ekrem ona yetişemeyip geri döndü.
Daha sonra Resul-ü Ekrem’in hâlâ çocuğu olan Abdullah İbni Cahşi’l-Esedi, on kadar muhacir ile Kureyş’in durumunu anlamak için Mekke taraflarına gönderilmiştir. Recep ayının sonlarında Mekke ile Taif arasında Batni Nahle denen yerde, Kureyş’in, Taif’ten Mekke’ye gelmekte olan bir kervanına rastladılar. СКАЧАТЬ