Ocak Sönmesin Diye - Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı. Hasan Yılmaz
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ocak Sönmesin Diye - Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı - Hasan Yılmaz страница 15

Название: Ocak Sönmesin Diye - Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı

Автор: Hasan Yılmaz

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-44-0

isbn:

СКАЧАТЬ yüksek bir ortam.

      Fakülte birinci sınıfta, henüz polis araya girmemiş iken solcu ve sağcı öğrenciler olarak tartışırdık. Fikrî tartışmalar yapardık. Marksizmi yanlışlayan görüşlerimizi söylerdik. Onlar da bizi eleştirirlerdi. Yani, üniversitelere polis girmeden önce siyasi gruplar tartışırlardı. 1974-1975 yılları tartışma ile geçti. Mesela 1976 yılının Aralık ayında öldürülen DHKP/C üyesi Aynur Sertbudak benim sınıf arkadaşımdı. Biz Aynur ile siyasi tartışma yapardık. Ama 1974 yılında çıkartılan affı takiben 1975 yılından sonra amfilerde ve okullarda olaylar başlayınca, polis duvar gibi araya girdi. Polis araya girince, diyelim ki sen bir tarafta kaldın solcu oldun, ben bir tarafta kaldım sağcı oldum. İkimiz aslında benzer insanlardandık.

      Böylece gruplar arasındaki etkileşim ve diyalog koptu.

      Birbiriyle tartışan, münazara yapan insanların arasına polis girince karşılıklı kampların insanları oldular. Sağcılar bir tarafta, solcular bir tarafta kaldı. Gruplara düşen Türkiye gençliği, o gruplar tarafından siyasi malzeme olarak kullanıldı. Öğrenciler zorunlu olarak kamplara sürüklendi. Şüphesiz bu sadece polise yüklenecek bir hata değil. Bütün örgütler gençlikten enerji devşirmek için zaten bir çalışma yapıyorlardı. Ama bu fikrî bir çalışma olabilirdi. Ne zaman ki polis araya girdi, gruplar arası çatışma keskinleşti. Gruplar da kendi adamlarını kaybetmemek için bu keskinleşmeyi derinleştirdiler. Her taraf örgütün elinde idi. Örgüt içinde yükselme, başka sosyo-psikolojik faktörler gençlikte başka saiklerle biçimlenmeye başlandı. Yani devrimci önderler, ülkücü abiler, akıncı örgütlenmeler gençleri biçimlendirmeye başladı.

      Sürecin sizi nereye götürdüğünü o zaman itibarıyla anlayabilecek durumda değildiniz tabii…

      Anlayabileceğimiz bir şeydi. Neden anlamayalım. Ama şefleri nerelere bağlıydı, bugünkü mesele neyse o zaman da geçerli olabilir.

      Polisin araya bilinçli bir şekilde girdiğini düşünebiliyor muydunuz?

      Polisin de bilinçli bir şekilde girdiğini zannetmiyorum.

      Bu yorumu sonradan yaptınız.

      O zaman da yaptık. Çünkü benim bazı arkadaşlarım vardı, öbür tarafta kaldı. Onlarla diyaloğu devam ettirmek isterdim, ettiremedik. Vatan çocuklarından bir kısmı devrimcilerin yanında, kimisi komünist örgütlerin içerisinde yer aldılar.

      Bu tarafa da hasbelkader düşen oldu mu?

      Olmaz mı? Sosyolojik bir şey, bu tarafa da düşer o tarafa da düşer. Dediğim gibi Aynur Sertbudak, DHKP-C’nin en hızlı üyelerinden benim sınıf arkadaşımdı. Hatta beraber peyzaj mimarisi tezi yazdık.

      Yani diyaloğunuz vardı, konuşabiliyordunuz. O diyaloğunuz devam etseydi belki siz solcu olacaktınız ya da o kız ülkücü olacaktı.

      Evet o kız DHKP-C üyesi olmayabilirdi, babası çok iyi bir insandı. Arada diyalog kesilince öyle bir ayrışma oldu. Bu ayrışmanın o dönemlerde bilinçli yapıldığı kanaatinde değilim. Ama üniversiteye polisin girmesiyle taraflar keskinleşti. Ayrıca taraflar da bu ayrışmayı keskinleştirdiler. Bu keskinleşme taraflara enerji sağlıyor. Sonra cenazeler oldu; cenazeleri kaldırırken güç gösterisi oluyor. Onların cenazesi 10 bin kişi, senin cenazen niye 5 bin kişi olsun; 10 bin kişi olması lazım. Ondan sonra kurtarılmış bölgeler oluşmaya başladı. Mesela SBF kurtarılmış bölge, orada devrimci bir öğrenci gelir kürsüyü işgal eder, “Ders bitmiştir, boykota gidiyoruz.” der. Yahut şu cenazeye gidiyoruz”, “şu mitinge gidiyoruz” der ve bütün okulu sürü hâlinde oraya götürür. Gidenlerin hepsi devrimci mi? Hayır. Ama giderler. Diyelim ki Yıldırım Beyazıt bölgesinde de biz götürüyoruz. Amfiye çıkar bir arkadaşımız, “Yürüyüş var arkadaşlar, okulu boşaltıyoruz!” dediğinde herkes boşaltırdı.

      Kızılcahamam’da yurt ve okul arkadaşlarıyla piknikte yarışma jurisi

      Katılmamanın da müeyyidesi var tabii, dışlanmak ya da dayak yemek gibi.

      E tabii.

      Ve bu süreçte iyice keskinleştiniz.

      Biz derken kim? Gençlik keskinleşir, kemikleşir. Ama kendimin keskinleşip kemikleştiği kanaatinde değilim hiçbir zaman.

      ÜLKÜ OCAKLARININ TARİHİ ÜZERİNE

      Günümüz Türkiye’si, dernek zengini. Her 70 kişiye bir dernek düşüyor. Kabaca 1 milyon dernekten söz ediliyor. Ama bunların içinde öyle dernekler var ki ülke çapında yankı uyandırabiliyor. Geçmişteki Ülkü Ocakları buna somut bir örnek. Siz de Ülkü Ocakları’nın mensuplarındansınız. Üniversiteye başladığınız yıllarda teşkilatçılığınız henüz yerel düzlemde devam ediyor. Ülkü Ocakları Genel Merkezi ile ilk ilişkiniz nasıl başladı?

      Genel merkez ile ilişkim tavsiye üzerine başladı. Yıldırım Beyazıt Yurdunun kantininde otururken herhangi bir bildiri filan hazırlanması gerektiğinde hemen beni bulurlardı. Etimesgut’tan deneyimli olduğum için hemen orada bildirileri kaleme alırdım. Kalemimin kuvvetli olması nedeniyle beni genel merkeze tavsiye ettiler. Zaten Ankara Ülkü Ocağı’na geçmeden genel merkeze giden nadir kişilerden biriyim. Bu durumum 12 Eylül savcıları tarafından da çok sorgulandı. Savcı Nurettin Soyer, “Sen nasıl Ankara ocağında görev yapmadan genel merkeze geldin? Var bunda bir iş!” diye bir hışımla sormuştu.

      Arada böyle bir hiyerarşi olması gerektiğini savcı biliyor muydu?

      Aldığı ifadeler ve okuduğu metinlerden böyle bir hiyerarşi olması gerektiğini düşünüyor. Böyle bir hiyerarşi zaten gerekmiyor. Ama senin kurduğun gibi o da öyle kurmuştu o hiyerarşik bağı. Esasında genel teamül de öyledir. Dolayısıyla Selahattin Sarı’nın başkanlığı döneminde de genel merkeze gitmiş oldum.

      Ülkü Ocağı’nda ilk başkan Selahattin Sarı mı?

      Hayır. İlk başkan Aytekin Yıldırım. Siyasal Bilgiler Fakültesinde başkanlık yaptı. Fakat onunki mevzi kaldı. Genel merkez hâline İbrahim Doğan zamanında geldi. Biz daha 1969 yılında ortaokuldan liseye geçtiğimiz günlerde, yakın zamanda son görev yeri olan TBMM Sağlık Merkezinden emekli olan Dr. İbrahim Doğan zamanında başkanlık oluştu. İbrahim abiden sonra Muharrem Şemsek, Sami Bal, Ali Batman başkan oldu. Ali Batman ile birlikte ben de Demirtepe’de köprünün başında sekizinci kattaki genel merkezin yazılarını yazmaya başladım. O dönemde benim “Millet” gazetesinde de tefrikalarım çıkıyordu. Ali Batman’dan sonra Selahattin Sarı başkanlık görevini üstlendi. O zaman ben de genel eğitim sekreteri oldum. O dönemde Etimesgut ile Yenimahalle’nin çok sıkı iş birliği vardı. 2011 yılının Ekim ayında kaybettiğimiz 24. Dönem Ak Parti milletvekili rahmetli Harun Çakır da Yenimahalle Ülkü Ocağı başkanıydı. O da benimle beraber Ülkü Ocakları genel sekreteri oldu. Böylece Selahattin Sarı döneminde biz genel merkezi oluşturduk.

      Yıldırım Beyazıt Yurdu kantininde arkadaşlarıyla

      Üniversite kaçıncı sınıftasınız СКАЧАТЬ