Ocak Sönmesin Diye - Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı. Hasan Yılmaz
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ocak Sönmesin Diye - Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı - Hasan Yılmaz страница 12

Название: Ocak Sönmesin Diye - Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı

Автор: Hasan Yılmaz

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-44-0

isbn:

СКАЧАТЬ devirde verilen hizmetin nimetidir

      Ailemizin kanıtı, açık şeceresidir

      İnşallah çilen dolar, değişir nöbet yerin

      Bir gün meyveye durur dramatik eserin

21.01.1981 Etimesgut

      Siz kaç kardeşsiniz?

      Dört kardeşiz. İki kız iki erkek. Kızlar benden büyük, biraderim benden küçük. Biraderim hukuk fakültesini bitirdi, şimdi avukat. O da Melih Gökçek gibi büyük iş adamı olacaktı. Ama eve bir senet geldi diye koca iş yerini devretmiş. Ticarete aklı basıyordu, sonra avukat oldu.

      Babamın telkinleriyle ve annemin özendirmesiyle şiire başladım. İlk şiirimi ortaokul çağlarında yazdım. 1970’te yayımlanan “Genç Şairler Antolojisi”nde iki şiirim yayımlandı. Türkiye Genç Şairler yarışması açılmıştı. Şiiri doğrudan iki fotoğrafımla yarışmaya gönderdim. Bunlardan birisi daha sonra Nurettin Topçu’nun “Hareket” dergisinde yayımlandı.

      … Sarı yapraklar, hüzünlü otlar yok artık.

      Yalnız taş binalar ve yüreği taştan insanlar var.

      Konuşamıyor, dertleşemiyorum ülkemdeki otlarımla yapraklarımla,

      Çok uzakta kaldı onlar. Çünkü onlar da yalnız.

      Onları teselli edecek arkadaşları gitti.

      Bu taş binalar arasında ne işim var?

      Kent ve insan ilişkisini anlatan bir şiirdi. Öbür şiirim de İstanbul’un fethiyle ilgili bir şiirdi. 1970 yılında yazdığım “Fetih Marşı” şiirinde bir aruz denemesi yapmıştım. Nihat Sami Banarlı’nın edebiyat kitabını ablalarımdan yürütür, o kitaptan aruz veznini öğrenirdim. Aruz veznini, kendi çabamla ortaokul sıralarında öğrendim. Daha sonra 1977 yılında Yozgat’ta açtığımız Ülkü Ocakları’nın 1111’inci şubesinin açılışında 29 Mayıs’ta Ülkü Ocakları’nda çıkarttığımız ve “Fetih Şuuru” diye 100 bin bastığımız gazetede bu şiirim yayımlandı.

      Ankara’ya geldiğinizde hangi liseye kaydoldunuz?

      1970-71 döneminde şeker fabrikasına yakın diye Sincan Lisesine kaydoldum. Sincan Lisesi o zaman matematikte yeni yöntemin (modern matematik) kullanıldığı deneme lisesiydi. Diğeri de Bahçelievler’deki deneme lisesiydi. Okula şeker fabrikasının servisleri ile gidip geliyordum. Aslında Atatürk Lisesine de gidebilirdim; ben Sincan Lisesine gittim.

      Liseye başladığımda duvar gazetesi çıkartıyordum. Birbirine âşık olan kızlara erkeklere onlar adına agrostişle şiirler yazardım. Böyle yüzlerce şiir yazdım.

      Sincan Lisesinin futbol takımında da oynardım. Bir ara Şekerspor’un genç takımında da oynadım. İşte o günlerde okula giderken yanından gelip geçtiğim, içinde bozkurt resimleri olan bir kulübe vardı. Şeker Fabrikasından çıkıp Etimesgut’a doğru yürürken istasyon yolu üzerinde bir kulübeydi. Büyük Ülkü Derneği çoğu zaman kapalıydı. Babamdan dolayı tarihe de merakım olduğu için oradaki resimler ilgimi çekiyordu. Bizim evimize emekli generaller, profesörler, milletvekilleri gelirdi. İşte Sadık Beyler, Tevfik Koraltan, Prof. Dr. Rafet Seçkin (Sonra fakültede hocam oldu.)… Onlar gelirdi. Onlarla sağcı solcu CHP’li, AP’li çok tartışmalar olurdu. Babam müzmin muhalifti. Çok seviyeli siyasi tartışmalar olurdu.

      Lise arkadaşlarıyla

      NASIL ÜLKÜCÜ OLUNUR? ÜLKÜCÜ NASIL OLUR?

      Babanızın siyasete uzak bir insan olmadığını anlıyorum. Ancak verdiğiniz örnekler günümüzde merkez sağ denilen biraz daha Demokrat Parti çizgisinde olduğunu gösteriyor. Siz ise daha sonraki yıllarda İslamcıların ırkçı diye yaftaladığı, liberallerin aşırı sağcı diye tanımladığı bir çizgiye yönelmişsiniz. Nasıl ülkücü oldunuz?

      Lisede okuduğum yıllarda, sonradan eniştem olacak Ali Bilir diye boylu boslu bir arkadaş vardı. O benim Büyük Ülkü Derneğinin önünden geçerken duvardaki afişlere bakışımdan, ilgimi anladı. Çünkü daha önce de Büyük Ülkü Derneğindeki arkadaşlar ülkücü olmam için ısrar ediyorlar, okumam için Peyami Safa’nın romanlarını veriyorlardı.

      Lisedeyken her düşünceye eşit bakıyordum. O yüzden “Bizim Anadolu” ile “Cumhuriyet” gazetesini birlikte alıyordum. Bizim sınıfta Selametçi bir çocuk vardı; derse Kur’an tefsiri ile gelirdi. Bir de devrimci bir çocuk vardı; sık sık sara nöbeti geçirir, bayılırdı. Bir de şimdi Gazi Üniversitesi Kimya Fakültesinde profesör olan Atilla Murat Murathanoğlu diye bir arkadaşım vardı. Einstein gibi buluşları olduğu için ona Einstein derdik. Yani sınıfımız da dönemin ideolojik eğilimlerine uzak değildi.

      Ali Bilir, beni harekete kazandırmaya karar vermiş ama huyuma göre davranıyor. Ben daha lise son sınıftayken bir seminer verdirdi. 1972-73 döneminde verdiğim ilk seminer “Türk Dili ve Milliyetçilik” konulu idi. Hâlen o seminerde anlattığım konulara imzamı atarım. Çok güzel bir araştırmaydı. Ahmet Caferoğlu, Fuat Köprülü, Necmettin Hacıeminoğlu, Sadri Maksudi Arsallardan dipnotlar edinip hazırladığım bir çalışmaydı.

      Bu semineri verdiğiniz esnada siyasi kimliğiniz henüz oluşmamıştı değil mi? “Cumhuriyet” gazetesini ve “Bizim Anadolu” gazetesini birlikte alan bir Şehsuvaroğlu var. Senteze devam ediyorsunuz…

      Evet, devam ediyorum ve her tarafa aynı mesafedeyim. Ali Bilir, 50-60 kadar kişinin dinlediği seminerden sonra bana “Sen şimdi bize üye oldun.” dedi. Dinleyenler arasında Ticaniler de vardı. Şimdiki cemaat gibi o zaman da Ticaniler çok yaygındı. O zaman, dinleyenler arasında yaşlı başlı Ülkücüler de vardı. Ali Bilir orada, benim Genç Ülkücüler Teşkilatına üye olmam için çok ısrar etti. İnat ettim “Olmam!” dedim. Konuyu değiştirip ihtiyaçlara değindi. Derneğin aidat ile ayakta durduğunu söyledi. Ben de cebimdeki 20 TL’yi verdim. Aidat kestiler, “Şimdi oldun.” dediler. Yine “Olmam!” dedim. O kadar ısrar ettiler ki kabul etmeyeceklerini düşünerek yapamayacakları bir işi söyledim; duvarda Türkeş’in resmi asılıydı. “Şu çirkin adamın resmini indirirseniz ben üye olurum.” dedim. Artık işi gıcıklığa vurdum. Aralarında yetiştirme yurdundan gelmiş, “Güven” dergisinde yazan Vehbi adındaki arkadaş, “Olmazsa olmasın!” dedi. Ali Bilir gitti, “Yeter ki sen üye ol, ben bu resmi indiririm.” dedi ve resmi indirdi. İndirince ben lafımı yemedim ve teşkilata üye oldum.

      Ali Bilir’in sizi üye yapmak için ısrar etmesinin nedeni ne? Sizde ne gördü?

      Ali Bilir, Sincan Lisesinin benden önceki mezunlarındandır. O bölgeye ülkücülük mayasını çalan adamdır. Bir inatla Ülkü Ocakları’na üye olduktan sonra, indirttiğim resmi kendim astım.

      Ali Bilir ile sonraki dönemde çok iyi arkadaş olduk. Birlikte ocağa insan kazandırma teknikleri geliştirirdik. Ocağa yeni gelen kişileri kazanmak için soğuk kış gecelerinde danışıklı tartışmalar yapardık. Birimiz sağcı olur, birimiz solcu olur tartışırdık. Gelen kişinin yenen fikri desteklemesi için danışıklı bir tartışma yapardık. Doğrudan doğruya propaganda yapmak yerine, öyle bir enstantane yaratıyorduk. Tabii galip gelen fikir, ülkücülük olurdu mutlaka.

      Ülkü Ocakları, Kültür Merkezi miydi?

СКАЧАТЬ