İlk Düşen Ak. Омер Сейфеддин
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İlk Düşen Ak - Омер Сейфеддин страница 7

Название: İlk Düşen Ak

Автор: Омер Сейфеддин

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-927-1

isbn:

СКАЧАТЬ mu gönderdi?”

      “Onu da bilmem!”

      “Gündüz gönderdin. Şimdi unutup laf mı çıkarıyorsun?”

      Ali Usta:

      “Ben hiçbir şeyi unutmam.” dedi.

      “Haydi oradan bunak, sen de… Çamaşır yıkıyordum. Bir adam geldi. ‘Mermer tezgâhlı Ali Ustanın evi burası mı?’ dedi. ‘Evet.’ dedim. ‘Benimle bu kuzuyu gönderdi.’ dedi. Ben de aldım.”

      “Nasıl adamdı?”

      “Beni namahreme bakar sanıyorsun ha… Görmedim bile.”

      “Sesi nasıldı?”

      “Beni namahremin sesini işitir sanıyorsun ha… Vallahi işitmedim..”

      ?…

      !…

      Karı koca bu kuzu yüzünden bir güzel kavga ettiler. Ali Usta bu nefis kuzudan değil, öbür yemeklerden bile ağzına bir lokma koyamadı. Acaba bu kuzuyu kim göndermişti? Merakından çatlayacaktı. Yoksa evini barkını dağıtmak için bir büyü müydü? Kahvesini, çubuğunu da içemedi, ömründe ilk defa olmak üzere o gece uykusu kaçtı. Sabaha kadar uyuyamadı. Karısı hâlâ onu unutkanlıkla itham ediyor, “Bunamışsın ayol, git kendini Pabucu Büyük’e okut.” diyordu.

      Sabah namazını kılmadan dükkânına indi. Kepenkleri açtı. O kadar dalgındı ki, köşede kendisini gözetleyen Cabi Efendiyi bile görmedi. Mihaniki bir sükûn ile keserini eline aldı. Dünden kalan işini mermer tezgâhın üstüne koydu. Cabi Efendi açık kapıdan onun dalgınlığına bakarak gülümsüyordu. Zavallının aklı fikri hep dün akşamki kuzuda idi. “Kim gönderdi yarabbi, kim gönderdi, kim olabilir?” diye düşünüyordu. Kaldırdığı keskin, kalın, ağır keseri çattadak indirince gözleri açıldı. El kadar bir mermer parçası tezgâhtan kopmuş, yere fırlamıştı. Aynı zamanda arkasındaki kapıdan bir ses işitti:

      “Geçmiş olsun Usta!”

      ?…

      Döndü. Dün kovduğu küçük ihtiyarı görünce bütün bütün şaşırdı.

      Cabi Efendi sordu:

      “Hani sanatının eriydin! Ne oldu böyle?”

      !…

      Zavallı Ali Usta ağzını açamadı. Sapsarı kesildi. Dudakları titriyordu.

      O vakit Cabi Efendi düşüncesizliğin neticesi olan dikkatini bu ana kadar kendisinde bir meziyet sayan bu adama acıdı.

      “Artık düşünme.” dedi. “O kuzuyu ben gönderdim.”

      “Sen mi?”

      “Evet.”

      “Niçin?”

      “Seni biraz düşündürmek için…”

      Sonra üşenmedi, ona, ayak üstünde, insanın “düşünen bir hayvan” olduğunu, dalgınlıkla bazen dikkat hassasını kaybettiğini, “yanılmaz, keskin bir dikkat”in sırf “düşüncesiz hayvanlar”a mahsus bir fazilet sayılacağını uzun uzadıya anlattı.

      Kapıdan çıkarken:

      “Haydi oğlum.” dedi. “Dünyanın nizamını bozmaya kalkma. Marangozun tezgâhı kalastan olur. Şimdi kırdığın şu mermeri hemen kaldır. Yerine ahşap bir tezgâh koy!”

***

      Bir saat sonra Cabi Efendi Harem İskelesi’nin koyu lacivert dalgalarında sallanan köhne bir kayığa biniyordu. Dün gitmeye karar verdiği “Kız Kulesi”nin neye deniz ortasına yapıldığını keşfedecek, mutlaka bunun da asıl sebebini bulacaktı! Ama bu sabah erkenden nadanın birine “dikkatin hakikati”ni öğretebildiği için o kadar memnundu ki…

      DAMA TAŞLARI

      Deli pazarı … pazarı

–Atalar sözü–

      Ali Dânâ Efendi Edirnekapısı semtinde dedesinin dedesinden kalma eski viran evde oturur; kırk yılda bir dışarı çıkardı. Son zamanlarda birtakım genç âlimlerin bin bir rica, yüz bin teşekkürle gezip yıkık sakiflerinin eğrilmiş camsız pencerelerinin, düşük kapılarının resimlerini aldıkları bu harabe iki yüz yaşını çoktan doldurmuştu. Beş dönüme yakın bahçesi kablettarihî bir ormanı andırırdı. Büyük çitlembik, çınar ağaçlarının altında isimlerini kimsenin bilmediği irili ufaklı yüzlerce ağaç, otlar, baldıranlar, deve dikenleri, yılanyastıkları arapsaçı gibi birbirine karışmıştı. Ağustos böceklerinin ninnileri, dızdızların ahenkleri sanki bu karanlık gölgelerde saklı haşaratı uyuturdu. Çitlembik çalmak için yüksek duvarlardan aşarak bu bahçeye bir defacık girmek kabadayılığını gösterebilen küçük külhanbeyleri bir daha buna cesaret edemezler, benizleri sarararak “sık ağaçların içinde, karanlık kovuklarda ayılar, kurtlar, kaplanlar, hatta devler” gördüklerini yeminlerle anlatırlardı. Baykuşlar o kadar çoktu ki kahkahaları gündüz bile işitilirdi.

      Dânâ Efendi bu evin ceddi Mahmut Ağa tarafından yapıldığını bilirdi. Bu Mahmut Ağa, Kara Mustafa Paşanın kethüdalarından biriydi. Evi gezmeye gelen meraklıların önlerine çok eski bakır kaplar, kazanlar, cezveler, sahanlar yığar, bunların kenarlarındaki “kargacık burgacık” istilinde okunmaz bir mührü göstererek:

      “Bakınız, mimi görüyorsunuz ya? Kefin ucunda da kaf var. Tı, fe… Rı silinmiş eskiden şine nokta koymazlarmış. Dikkat ediniz. Okuyamıyor musunuz? Efendim, gayet açık: Veziriazam Kara Mustafa Paşa kethüdası Mahmut Ağa!” derdi.

      Hâlbuki Dânâ Efendinin içinde su gibi bir satır yazı okuduğu bu mühürcüğün nısıf kutru ancak yarım santimetreydi. Gören genç âlimler bu mührü “hat sanatı nefisimizin tespih böceği büyüklüğünde emsalsiz bir abidesi telakki ederlerdi. Eski ev, eski eşya, eski kitap, eski esvap, eski kundura, eski halı, eski şarap meraklısı olan Dânâ Efendi evinin kırılan çerçevelerini tamir ettirmez, eski çamaşırlarını değiştirmez, eski dostlarından vazgeçmezdi. Tam evvel zamankâri bir rint hayatı sürüyordu.

      Eski bir merakı da dama oyunu idi. Kışın çini ocaklı odasında, yazın bahçesindeki yıkık, suyu yosunlu eski havuzun kenarına serdiği hasırın üstünde eski dostlarından biriyle dama oynamak yegâne zevki, yegâne eğlencesiydi.

      Yine bir gün bu eski hasırın üstünde uzanmış, çubuğunu çekiyordu. Evin camları kırık tepe pencerelerinden girip çıkan serçelere gözleri dalmıştı. Hızlı bir rüzgâr esti. Geniş saçaktan bir tahta parçası koptu. Yere düştü. Dânâ Efendi sevgili evinin bu kışı nasıl geçireceğini acı acı düşündü. Her şey gibi, içinde doğup büyüdüğü, içinde evlendiği, dedesinin, babasının, annesinin, kardeşlerinin, bir bir; arkasına aldığı karıların, çocuklarının, kızlarının ölülerini içinde kefenlediği bu uğurlu ev de yıkılacaktı…

      Dünyada zaten ne bâkiydi? Hiç, hiç… Evet hiç! Gözlerini saçaktan ayırdı. Havuza dikti. Orada gayet iri, kart bir kurbağanın СКАЧАТЬ