Название: Selahaddin - İslam’ın Birleştirici Gücü Kudretli Sultan
Автор: Stanley Lane-Poole
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-605-121-908-0
isbn:
Şimdi, ölmek üzere olan bir kudretli imparatorluğun son çırpınışları başında şaşkın bir bekleyiş, belirsizlik ve tereddüt, yeni güçler nüfuz kazanana kadar süren bir kargaşa hâkimdi, kısacası Avrupa’dan yapılacak bir istila için en uygun zamandı bu. Bir nesil öncesinde Selçuklu durdurulamaz bir durumdaydı ve bir sonraki neslin Selçuklu’dan kalan Suriye tahtına iyice yerleşmiş bir Zengi veya bir Nureddin muhtemelen istilacıları denize dökerdi. Birinci Haçlı Seferi’nin vaizlerinin başına konan bir talih kuşu onları, önemini zar zor kavrayabildikleri bir fırsatı değerlendirmeye sevk etti. Münzevi Peter ve II. Urban dirayet göstererek bu kutlu anı, sanki öncesinde Asya siyasetine ilişkin derin bir çalışma yapmış gibi, isabetli bir an olarak belirledi. Haçlılar, ağaç kütüğünü yaran bir balta gibi Müslüman imparatorluğunun gövdesini bir süreliğine kıymıklara ayırmış gibi görünüyordu.
Selahaddin’in doğumundan yedi yıl önce, 1131’de, Anjou Kontu Fulk, Kudüs tahtına çaktığında Latin Krallığı hâlâ zirvedeydi. Suriye ve Mezopotamya’nın yukarı kesimi, neredeyse her gün gerçekleştirdikleri akınlarla Mardin’den Diyarbakır’a, El-Ariş’ten Mısır’ın nehrine dek ulaşan haçlıların ayakları altındaydı. Buna rağmen ülke henüz boyun eğmemişti. Haçlılar kendilerini kısmi bir işgalle tatmin ettiler; kıyı kesimlerini ve Ürdün ve Lübnan’a kadar iç bölgelerdeki birçok kaleyi ellerinde bulundurdukları süre içinde ciddi olarak tam bir istilaya girişmediler. Halep, Şam, Hama, Humus gibi önemli şehirler hâlen Müslümanların elindeydi ve çeşitli kereler yaşanan badireler esnasında buraları ele geçirme ihtimali baş gösterse de Hristiyanlar bunu başaramadı. Kudüs dışında hâkimiyetleri altında tuttukları tek önemli şehir -ki bunu da kaybetmek üzereydiler- Urfa (Edessa) idi. Destekçi prenslikleri, kontlukları, beylikleri ve iktalarıyla Latin Krallığı sistematik bir fetihten ziyade silahlı bir işgal niteliği taşıyordu hatta işgal demeye bile yeterli bir durum yoktu. “Frenk” toprakları en geniş hâliyle bile kuzeyden güneye sekiz yüz kilometreden biraz fazla bir alana yayılmıştı fakat doğu-batı yönünde seksen kilometreden nadiren geniş, genelde de bundan daha dar bir bölgeyi kapsamaktaydı. Kuzeyde Urfa (Edessa) Kontluğu, Diyarbakır sınırından (çoğunlukla üzerinden) Halep’in biraz kuzeyine, Suruç, Tilbeşar (Turbesel), Samsat ve Antep iktalarını da içine alarak uzanıyordu.
KUDÜS’ÜN ALINMASI
(St. Denys’te bir vitraydan alıntı, 12. yy)
Urfa (Edessa) Kontluğu’nun batı ve güneyinde, Kilikya bölgesindeki Tarsus ve Adana’nın da bir zamanlar sınırları içinde yer aldığı Antakya Prensliği yer alıyordu ancak çoğunlukla kıyıda Ceyhan Nehri’nden biraz kuzeydeki Markap’a, karada başlıca iktaları arasında Atharib (Cerep), Maaret, Nehavend ve Lazkiye (Ladikiya) Limanı’nın bulunduğu Müslüman şehirleri Halep ve Hama’ya kadar uzanıyordu. Antakya’nın yine güneyinde, Lübnan ve Akdeniz arasında, Markab, Tartus, Karak, Trablusşam ve Cubeyl’i içine alan Trablusşam Kontluğu ince bir şerit hâlinde uzanıyordu. Tüm bu devletlerin idaresi, kendi toprakları Sayda’nın ilerisinde Beyrut’tan, Sur, Akka, Kaysariye, Arsuf, Yafa’ya, Mısır sınırında Aşkelon Kalesi’ne, doğuda Ürdün Vadisi’ne ve Ölüdeniz’e kadar yayılan Kudüs kralına aitti. Başlıca bölgeleri arasında Yafa ve Aşkelon Kontluğu [Yavne (İbelin), Tel-es Safi ve Mirabel (Migdat Afek) kaleleriyle Gazze, Lut ve Ramallah kasabaları dâhil], Karak (Crac des Chevalliers) ve Şobak lordlukları ve bunların yanı sıra Şam’dan Mısır’a giden kervan yolunu kesen Ölüdeniz’in ileri kesimlerindeki iki uç hisar; Tiberiye, Safed, Kaukab (Belvoir) ve oldukça iyi korunan diğer yerlerle Celile Prensliği; Sayda Lordluğu ve Tibnin (Toron), Beysan (Beth-Şan), Nablus vb.33 gibi ufak çaplı iktalar yer alıyordu.
Haritaya bir göz atılırsa Hristiyanların sahibi olduğu bu toprakların büyük kısmının, Frenklerin akınlarına karşılık olarak sık sık misilleme baskınları yapılmasının beklendiği bir Müslüman şehrinden veya karargâh edinilmiş bir kaleden bir veya en fazla iki günlük yürüyüş mesafesi uzaklıkta olduğu görülür.
Selahaddin’in kendinden yaşça büyük çağdaşı Arap Üsame’nin hayat hikâyesinden, devamlı bir gerilla çarpışmasıyla dostane ve sükût içerisinde geçen süreçlerin birbirini izlediği bir dönemin yaşandığı anlaşılıyor. Birinci Haçlı Seferi’nin ilk yerleşimcilerinin genel eğilimi Müslüman komşularıyla şüphesiz barışçıl ilişkiler kurmaktı. Hristiyanlara ait bölgelerde toprağı işletenlerin çoğunluğu tabii ki Müslümanlardı ve onlarla sürekli ilişki içinde olmak ve yakın sosyal ve ailevi bağlar kurmak, aradaki farklılıkları törpüleyerek ortak ilgileri ve ortak erdemleri belirgin hâle getirdi. Günümüzde Doğu’da yaşayan Avrupalı bir ailenin üçüncü nesle az çok Doğululaşmadan geçmesi imkânsız gibidir. Bu topraklara ilk gelen haçlılar, Suriye’de otuz yıl yaşadıktan sonra karakter ve alışkanlıklar açısından kısmen fethettikleri, aralarında yaşadıkları ve kadınlarıyla evlenmekten kaçınmadıkları bu insanlar arasında asimile olarak Levantenlere dönüştüler; “pullani” veya “kırma” adını aldılar. Müslümanlar ise evlilik konusunda biraz daha katıydı; “çok tanrılı” teslisçiler ile yapılacak evlilikleri güçlükle onaylıyorlardı fakat onlar için çalışmaya ve onların paralarını almaya oldukça hevesliydiler; ayrıca pek çok Müslüman yönetici Müslüman komşularına karşı bile olsa, Frenklerle ittifak kurmayı uygun buluyordu.
Rakip ırklar arasındaki bu ilginç yaklaşımın Şizar prensi doksanlık Üsame’nin büyüleyici hatıratında açıkça takdirle karşılandığını görüyoruz. Tarihî bir tanık olarak Üsame yaşadığı dönem konusunda şanslıydı.
Üsame, zapt edilen Antakya’nın Frenklere bir “dayanak noktası” oluşturarak Kudüs’ün fethine doğru ilerlemelerine imkân vermesinden üç yıl önce, 1095’te doğup 1188’de kutsal şehrin Selahaddin tarafından yeniden ele geçirilmesinden çok kısa bir süre sonra öldü. Haçlı girişiminin neredeyse tüm akışına, med ve cezrine tanıklık etti. Doksan üç yıllık uzun ömrüne Kudüs’teki Latin hâkimiyetinin tamamını sığdırmış, yalnızca Aslan Yürekli Richard’ın haçlı seferini kıl payı kaçırmıştı. Ailesi Beni Munkid, yıkıntıları hâlen Asi Nehri’nin üst kısımlarında duran kayalık Şizar Kalesi’nin vârisleriydi. Ensariye Dağları’nın dik uçurumunun kalkan görevi gördüğü; önce nehirden sonra kayalığa oyulmuş bir tünelden geçen, arkasından tahta bir köprüyle karşıya geçilebilen derin bir yarı aşarak devam eden patikayla ancak ulaşılan kale, güçlü olduğu kadar Antakya ve Trablusşam gibi haçlı merkezleri arasında yer alan Hristiyan garnizonlarına komşuydu ve bu konumu da burcundaki mazgalların altından sürekli olarak geçen akıncılarla riskli temaslar kurmasına neden oluyordu.
Şizar, Ortodoksluğu diplomasiyle idare etmeyi en güvenli politika olarak seçen Müslümanlarla Hristiyanlar arasındaki o sınır devletlerinden biriydi. On ikinci yüzyıl boyunca hiç fasılasız devam eden bu çekişmeyi gözlemlemek için bundan daha iyi bir seyir noktası seçilemez ve bu yarışmayı “kaptan köşkü” Şizar’dan gözlemleyen bu Arap şeyhinden daha yetkin veya uygun bir tanık bulunamazdı. Savaşa katılan tüm önemli liderleri tanıyordu ve sıklıkla da bu çarpışmada yer aldı. İlk savaşı, Zengi’nin gelişinden önce, Hristiyan saflarına dehşet saçmak için diğer herkesten daha çok çaba harcayan şu gaddar Türkmen İlgazi komutasında gerçekleşti. Üsame, Zengi’ye bizzat hizmet etmiş, Eyüb’ün tam zamanında gelen kurtarıcı hamlesinin Selahaddin’in ailesinin kaderini belirlediği Dicle üzerinden СКАЧАТЬ
33
Archer and Kingsford, Crusades, ch. vii.