Türk Medeniyet Tarihi. Зия Гёкальп
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türk Medeniyet Tarihi - Зия Гёкальп страница 3

Название: Türk Medeniyet Tarihi

Автор: Зия Гёкальп

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-897-7

isbn:

СКАЧАТЬ nakliyecilikle, sürü beslemekle de meşgul olurlar.

      6) Yüksek çiftçiler: Bunlar, gübre vermek, araziyi iska etmek, mütekâmil aletler kullanmak usullerini de tatbik etmektedirler.

      7) Kendi sürüleri ile beraber dolaşan göçebe sürü sahipleri.

      Türkler, bu yedi enmuzecten hangisine tekabül eder? Şüphesiz, yedincisine!

      Eski Türkler, göçebe idiler; fakat aynı zamanda içtimai hayat itibariyle yüksek bir enmuzece mensuptular. Türk illerini, Arap, Kürt, Berber aşiretlerine benzetmek doğru değildir: Onlar, henüz aşiret devrini geçememişlerdir. Eski Türkler ise kaç kere siyasi hayatın tudunluk, yabguluk, hakanlık enmuzeclerinden geçerek ilhanlık enmuzecine kadar yükselmişlerdir. Türklerin en aşağı derecesi, ildir. İl ise bir aşiret değil küçük bir millettir.

      Türk hayatının en tabii şekli ve en hakiki enmuzeci, “İlhanlık”tı. Eski Türklerin siyasi hedefi daima bu enmuzece ulaşmaktı. Mamafih, ilhanlık Türklerin elinden çıktığı zamanlarda da onların amcazadeleri olan Tatarların eline geçerdi. Yalnız bir kere Moğolların eline geçti. Fakat bu zamanlarda da umum Turan’da resmî lisan, ancak Türkçe olurdu. Resmî kanun da Türk töresinden ibaret bulunurdu.

      Çingiz hükûmetinin törecisi de Dokuz Oğuzlardan “Ye-lu Ta-şi” adlı bir tigin idi. Bir gün bu prens Çingiz Han’a dedi ki: “Bir saltanat, at üzerinde tesis olunabilir; fakat at üzerinde idare olunamaz.”

      Çingiz Han’ın hükûmeti, bir ilhanlık değil bir saltanat idi. Zira, bu devlet Moğolların Türklere musallat olmasından hasıl olmuştu. Türk ilhanlıkları, demokrat ve hürriyetperver oldukları hâlde, bu hükûmet, asıl illere “Kara Ulus” diyordu. Çingiz Hanlılar, Şarki Türkistan’da, Çağatay lisan ve edebiyatını; Şimal Türklerinde, “Altun Ordu” lisan ve edebiyatını yani Özbekçe ile Kıpçakçayı husule getirdiler. İlhanilere tabi olan İran’da da, Câmiu-t Tevârîh,7 Cihângûşâ-yi Cüveyni,8 Ravzatu’s-Safâ,9 Habibü’s-Siyer10 gibi tarihler yazdırdılar. Bu tarihlerde, Çingiz Han’ın, “Türk Han” ve “Oğuz Han”ın torunlarından olduğunu gösteren şecereler düzdüler ve Türk hanları arasına “Moğol Han” adlı bir Moğol’u koyarak Oğuzlar’ı yani Türkmenleri ondan ürettiler.

      Çingiz Yasası’nın, Timur Tüzüklerinin, hatta İslam devrindeki Hakâniyye, Selçukî, Osmanlı, Ak Koyunlu, Ramazan oğulları, İran’daki Afşar ve Kaçar devletlerinin ilk kanunnameleri, umumiyetler Göktürk töresinden ve Oğuz töresinden alınmışlardı.

      Eski Türklerin göçebelikleri ile töreleri arasında bir münasebet vardı. Göçebelikleri törelerinden ve töreleri de göçebeliklerinden feyz alıyordu.

      Coğrafi muhitin içtimai enmuzeclere tesiri: Türklerdeki muhtelif içtimai bünyeleri yapan, coğrafi muhittir. Eski Türklerin içtimai muhitlerindeki başlıca amilleri şunlardı:

      1) Irmaklar ve dağlar: Tudunlukları vücuda getirdi.

      2) Vahalar: Yabgulukları vücuda getirdi.

      3) Çitler ve serhadlar: Hakanlıkları vücuda getirdi.

      4) Çöl denizi: İlhanlıkları vücuda getirdi.

      Irmaklar ve dağlar: Irmak boyları, Oğuz boylarının vesair Türk oğuşlarının ve oymaklarının kışlakları idiler. Dağlar da bunların yaylakları idi. Boyları, oğuşları, oymakları vücuda getiren bu yaylaklarla kışlaklardı.

      Görüyoruz ki, bir nevi içtimai enmuzec, muayyen bir coğrafi muhitin mahsulüdür. Kışın kendileri ve sürüleri, kendi ırmaklarından su içer, ırmakları kenarında sürülerini otlatır, avcılık ve balıkçılık ederlerdi. Civarlarında yabancılar ve düşmanlar varsa onlara akın ve çapul yaparlardı.

      Yaz gelince kendi yaylaları olan dağa giderek ormanlarda, kuş vesair hayvanlar avlayarak beslenirlerdi.

      Vahalar: Her vahada, bu ırmaklardan ve dağlardan külliyetlice vardı. Her il kendi vahasında, kendi boyları, oğuşları, oymakları adedince ırmak ve dağ bulmak mecburiyetinde idi.

      Vahalar, kum çölleri vasıtasıyla birbirinden ayrılmışlardı. Bir vahadan diğer bir vahaya geçebilmek için, gerek kendilerinin gerek hayvanlarının üç-dört günlük yiyecek ve içeceklerini beraberlerine aldıkları mekkâri hayvanlarına yükleyip, beraber götürmek mecburiyetinde idiler. Zira, bir vahadan diğer vahaya gidebilmek için en az üç-dört günlük yol vardı. Bu yolda ise ne bir damla su ne bir yaprak ot, ne de avlanacak en küçük bir hayvan bulunmazdı.

      Demek ki vahalar, birbirinden kum çölü ile ayrılmış yeşil otlaklardı. Buralarda sudan başka her türlü ağaç, bostan, sebze ve yemiş bulunurdu.

      Bundan başka, hesapsız av hayvanları ve lezzetli balıklar bulunurdu.

      Bir vahaya giren, çiçekli, ağaçlı ve ırmaklı bir çemenzâra girdiğini anlardı. Burası çöllerin içinde bir mamure, cehennemlerin ortasında bir cennet gibi idi.

      İşte, illerdeki maşerî vicdanın vahdetini, cemiyetin tesanüdünü vücuda getiren bu vahalardı. Vaha, harice karşı “kapalı” bir cemiyetti. Dâhile karşı da daima içtimai hâlinde bulunan büyük bir aile mesabesinde idi.

      İzdivaç, ilin dâhilinde olmak lazım geldiği için ne yabancı bir erkek ne de yabancı bir kız, ilin içine giremezdi.

      Vaha içinde, binicilikte birinci bulunan Türklerin bir iki saat zarfında birleşmeleri gayet kolay olduğu için her gün, hanlar hanı, beyler beyi, bir toy yahut bir şölen yaparak bütün ili davet ederdi. Bunlar yiyip içtikten, yeni elbiseler giyinip borçları da verildikten sonra, davet sahibinin teklifi ile evinde her ne var ise umum davetliler tarafından yağma edilirdi.

      Bu hâl de gösteriyor ki, her il, daimi yardımlaşma hayatı yaşayan, harice karşı kapalı bir aile enmuzecinin teşkilatını muhafaza eden kapalı bir cemiyetti.

      Toy ve şölen ziyafetlerini yapanlar bazen de şair beylerdi. Bir oğlu olmak isteyen, bir toy yaparak koyundan “koç”, attan “aygır”, deveden “buğra” kırdırır; tepe kadar et yığar, göl gibi kımız sağdırır, bütün İç-Oğuz’u, Taş-Oğuz’u davet eder; aç olanı doyurur, çıplak olanı giydirir, borçluların borcunu verirdi.

      Eski Türklerde “İl teşkilatı” mukaddesti. İl beyleri kerametli idiler. Bunlar, ne zaman hep birden yüz göğe tutsalar, el kaldırıp dua etseler, duaları müstecâb olurdu. Zira o zamanda beylerin alkışı alkış, kargışı kargıştı. Yani, duaları dua idi, bedduaları beddua idi.

      Görülüyor ki bütün illeri yapan, vahalardır. Vaha büyük olursa içindeki “il”de büyük olurdu. Vaha küçük olursa içindeki “il”de küçük olurdu. İl, vahanın aynası idi. Bir Türk ilini gördüğünüz zaman, onun nasıl bir vahadan çıktığını anlayabilirsiniz.

      Çitlerden hakanlıklar nasıl doğardı? Hakanlıklar da çetelerden yahut çitlerden doğardı. Çin, Hint, İran, Rus, Finova, Macar, Ulah, Bulgar gibi, Türk serhaddinde bulunup da Türk hâkimiyeti altına СКАЧАТЬ



<p>7</p>

1248-1318 yılları arasında yaşamış, İlhanlılar devrinde Türk-Moğol tarihine dair büyük bir eser meydana getirmiş olan tabip ve devlet adamı Reşidü’d-Din’in eseri.

<p>8</p>

1226-1282 yılları arasında yaşamış, İlhanlılar devri idare adamlarından, meşhur münşive tarihçi, Cüveynî’nin eseri.

<p>9</p>

1433-1498 yıllarında yaşamış, İranlı tarihçi Mirhorid’un eseri.

<p>10</p>

1475-1535 yılları arasında yaşamış, son Umurlular devri tarihçilerinden Hondmir’in eseri.