Bu kargaşa yalnızca görünüştedir tabii ki. Bu dev çarşı bir kışla gibi nizama sahiptir ve hiç kimsenin rehberliğine ihtiyaç duymadan birkaç saat içinde aradığınızı şıp diye bulacak seviyeye gelirsiniz. Her tür mal kendi küçük mahallesine, sokağına, koridoruna ya da meydanına sahiptir. Yani genişçe bir evin odaları gibi, biri diğerinin içinde yüzü aşkın küçük pazar vardır, her çarşı aynı zamanda bir müze, bir mesire, bir pazar ve bir tiyatrodur ve bunların içine hiçbir ücret ödemeden girebilir, her şeyi izleyebilir, kahvenizi alabilir, serinliğin tadını çıkarabilir, on farklı dilde sohbet edebilir ve Doğu’nun en güzel kadınlarıyla bakışabilirsiniz.
Dinlenen Hamallar
Rastgele bir pazarın içine girebilir ve hiç fark etmeden burada gününüzün yarısını harcayabilirsiniz: örneğin kumaşlar ve kıyafet pazarı gibi. İnsanın gözlerini alamadığı, aklını ve parasını kaybedebileceği güzellikte ve zenginlikte bir ticaret merkezidir burası, burada tetikte olmak gerekir çünkü sonunda bir telgrafla evden para isteyecek duruma çok çabuk düşebilirsiniz. Bağdat brokarlarının, Karaman halılarının, Bursa ipeklerinin, Hint tuvallerinin, Bengal müslinlerinin, Madras şallarının, Hint ve İran kaşmirlerinin, Kahire’nin rengârenk kumaşlarının, altın oymalı minderlerin, gümüş çizgili ipek örtülerin, uçacakmış gibi görünen hafif ve şeffaf, mavi ve pembe çizgili dokuma eşarplarının, her formda ve her dizayndaki kumaşların, kıpkırmızı, mavi, yeşil, sarı ve isyankâr renklerin en hoş kombinasyonların, insanın ağzını açık bırakacak bir ahenkle bir araya gelmiş ve iç içe geçmiş her çeşitte ve her desende kumaş yığınlarının arasından geçersiniz, buralarda Elhamra Sarayı’nın duvarları gibi sizi düşüncelere salacak kırmızı ya da beyaz arka planlı, imparatorluk figürleri, Kur’an ayetleri, çiçeklerle bezeli, girintili, her boy masa örtüleri bulunur ve her şeyi örten yeşil, turuncu ve leylak rengi feracelerden, ipek gömleklere, altın işlemeli mendillere, harem ağasından ya da efendisinden başka hiçbir erkeğin gözünün bile değemeyeceği saten kemerlere kadar bir haremin kameriyesinde dolaşan Türk cariyelerine ait kıyafetlerin her bir parçasına burada teker teker hayran olabilirsiniz. Kırmızı kadifeden yıldızlarla kaplı, kenarları ermin kürk ile çevrili kaftanlar, sarı atlas kumaştan cepkenler, pembe renkli ipek şalvarlar, altından çiçeklerle bezeli beyaz Şam ipeğinden iç çamaşırları, gümüş payetli gelin duvakları, kenarında kuğu tüyü bulunan yeşil kazaklar, şekil şekil, her bir yanı süslenmiş, aşırı ağır ve zırh gibi parlak ve sert Rum, Ermeni, Çerkez cüppeleri ve tüm bu hazinelerin ortasında bir şairin sayfalarının arasına bir terzi kendi figürünü dökmüşçesine dokunmuş Fransız ve İngiliz kumaşları da vardır. Bir kadını seven hiç kimse, bir milyoner olmamanın büyük bir talihsizlik olduğunu düşünmeden ve bir dakikalığına da olsa ruhunda her şeyi bir çuvala doldurup kaçma duygusunu hissetmeden bu pazardan geçemez.
Kapalıçarşı’da Kumaş Satıcıları
Bu düşüncelerden kaçabilmek için, Çubukçular Çarşısı’na girmekten başka çare yoktur. Burada hayal gücü daha yalın arzulara indirgenir. Yasemin, kiraz ağacı, akçaağaç ve gülden sipsiler, Baltık Denizi’nden gelen; kristal gibi pürüzsüz ve parlak, sayısız renk tonu; şeffaf, yakut ve elmaslarla süslenmiş sarı kehribar rengi sigara ağızlıkları, altın ve ipek ipliklerle bezeli marpuçları ile Sezar ağızlıklar, Lübnan’dan gelen, renk renk nakışlı tütün keseleri, gümüş ve çelikten, antik güzel formlarda, hareli, işlenmiş, değerli taşlarla süslü, yaldızlarla ve halkalarla parıldayan Fas marpuçları ile meraklı müşterinin bakmak için yaklaştığı sırada satıcısının gözlerinin fal taşı gibi açıldığı, eğer müşterisi Anadolu’nun bir şehrinde birkaç yıl harcamamışsa, bir paşa ya da vezir değilse dudak büktüğü bohem kristal nargileleri bulunur. Buraya bir şeyler almaya sadece yumuşak başlı vezire minnet göstermek isteyen Hanım Sultan’ın elçisi ya da sarayda yeni bir terfi alan ve bu görev nedeniyle sadece görünüşü için bir çubukluğa elli bin lira saymak zorunda kalan mevki sahibi veya Avrupa hükümdarına eşsiz bir İstanbul hatırası götürmek isteyen bir sefir gelir. Mütevazı Türk yalnızca hüzünlü bakışlar atar ve durmadan ilerler ve kendini teselli etmek için peygamberin cümlesini aklına getirir: “Kim ki altın ya da gümüş çubuk tüttürecek olursa o kişinin karnında cehennem ateşi deve anırması gibi inleyecektir.”
Itriyatçılar Çarşısı’na girince insanın etrafını baştan çıkarıcı kokular sarar ve bu kokular tamamen Doğu’ya özgü ve hoşlandığı şeyleri “kadınlar, çocuklar ve kokular” olarak ifade eden peygamberin en sevdiği şeylerden biridir. Burada öpücüklere koku katan sarayın meşhur pestilleri, Müslüman kadınların diş etleri kuvvetlensin diye Sakız Adası’nın güçlü kuvvetli kız çocuklarının sakız ağaçlarından toplayıp gönderdikleri sakızlar; enfes bergamot ve yasemin esansları, altın işlemeli kadife kılıflarda saklanan ve fiyatı insana dudak ısırtan güçlü gül esansları, kaşlar için rastıklar, gözler için sürmeler, tırnaklar için kınalar, Süryani güzellerin ciltlerini yumuşatan sabunlar, erkeksi Çerkez kadınlarının yüzlerindeki kılları dökmek için kullandıkları haplar, sedir ve portakal suları, yosun keseleri, sandal yağı, esmer amber, fincanları ve çubukları mis kokutan sarı amber, her biri birtakım tuhaf isimle anılan ve alıcısı ya da kullanımı tarifsiz, bir aşk hevesini, baştan çıkarma amacını, saf istek duygusunu temsil eden, bir araya geldiklerinde şehvetli ve keskin bir koku yayan, kendinden geçmiş iri gözler, okşanan parmaklar, yumuşak bir nefes ve öpücükleri ile iç çekişleri hissettiren sayısız toz, su ve merhem vardır.
СКАЧАТЬ