Safiye Sultan. M. Turhan Tan
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Safiye Sultan - M. Turhan Tan страница 25

Название: Safiye Sultan

Автор: M. Turhan Tan

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-975-2

isbn:

СКАЧАТЬ görmüş olduğu için öldürtmüştür. Yuanna’nın güzelliğindeki incelik İtalya’nın en büyük şair ve ressamlarına ilham kaynağı teşkil ettiği hâlde kardeşinin güzelliği Barbaros’un bu taarruzundan dolayı şöhret bulmuştur. Yuanna’nın bugün dahi Louvre’da, Kravford’da, Oksfort’ta, Viyana’da, Roma’da birer resmi vardır ve hayret toplamaktadır.

      3

      Rikab: Büyük bir kimsenin huzuru, önü, makamı. (e.n.)

      4

      Balyos: Elçi, ara bulucu. (ç.n.)

      5

      Romanımızda Don Mikez’in rolü yoktur. Fakat bu adamın Osmanlı tarihindeki yeri çok büyüktür. Bu sebeple bir Frenk tarihinden iktibas ederek kendisini okuyucularımıza tanıtmayı gerekli gördük. O tarih şöyle diyor: “Osmanlı silahlarının ikinci defa olarak Arabistan’ı fethetmelerinden sonra Sultan Selim [Yavuz Selim değil, Sarı Selim] veliahtlığı zamanından beri arzu etmekte olduğu Kıbrıs meselesiyle uğraşmaya fırsat buldu. Ona bu işi telkin eden bir Yahudi’dir ki birkaç vezirden ziyade nüfuza, kudrete malik olmuştur. Jozef Nasi denilen bu adam Portekiz’de doğdu ve orada Don Mikez adıyla yaşadı. Görünüşte Hristiyan olan takımdandı. Kanuni Süleyman devrinde İstanbul’a geldi hem zengin hem güzel bir Yahudi kızına âşık oldu, bu münasebetle yalandan taşıdığı Hristiyan dinini bıraktı, yeniden Museviliğe girdi. Sonra kıymetli taşlar takdim etmek, ödünç para vermek, nefis şaraplar sunmak suretiyle veliaht Selim’in teveccühünü kazandı ve bu teveccühten istifade ederek veliahdı Kıbrıs’ın fethi tasavvuruna alıştırmaya başladı. Bu yolda o kadar muvaffak oldu ki bir gün fazlaca Kıbrıs şarabı içmiş olan Selim -eski dinine döneliden beri Jozef Nasi adını almış- nedimini kucaklayarak ‘Ben padişah olursam sen de Kıbrıs kıralı olacaksın!’ dedi. Sarhoşça verilen bu söze Jozef Nasi pek kıymet verdi ve hemen evine ‘Kıbrıs Kralı Jozef’ hitabesini ve Kıbrıs armasını astı.

      Selim, Kanuni Süleyman’dan sonra padişah olunca Jozef Nasi’yi servete boğdu, birçok malikâneler verdi ve nihayet onun zoruyla Kıbrıs üzerine sefer açarak adayı Venediklilerden zapt etti. Lakin Sadrazam Sokullu’nun engelliği yüzünden Jozef’i adaya kral yapamadı.”

      Şu hâle göre Venedik devlet ricalinin Don Mikez’den kuşkulanmalarını yerinde bir hareket olarak kabul etmek lazım gelir. (y.n.)

      6

      İnhina: Eğrilme, bükülme. (e.n.)

      7

      Cür’a: Bir yudumluk su. İçim, yudum. (e.n.)

      8

      Kubat Çavuş’un hikâye etmekte olduğumuz elçiliği 1566 yılının sonlarına doğru vuku bulmuş olsa gerektir. Çünkü İkinci Sultan Selim, babasının ölümü üzerine 24 Eylül 1566’da İstanbul’a gelip tahtı ve saltanatı tesellüm etmişti. Fakat Kubat Çavuş’un 1569 yılı sonunda da Venedik’e gittiğini biliyoruz. O vakit duçeye ve Venedik Cumhuriyeti’ne Osmanlı sarayının birtakım şikâyetlerini tebliğe memur edilmiş bulunuyordu ki bunların içinde Dalmaçya hududundaki sarkıntılıklar, birkaç Türk korsanına yapılan işkenceler ve Kıbrıs Adası’nın Hristiyan korsanlara sığınak yapılması birinci planda geliyordu. Kubat Çavuş, bir efendinin uşağına karşı dahi kullanmakta tereddüt edeceği derecede küçültücü bir lisan ile yazılan “name-i hümayun”u, senatonun toplu olduğu bir sırada duçeye verdi ve okunurken de hazır bulundu, Frenk tarihleri bu hadiseyi naklederken “Bu kadar amirane bir surette yapılan taleplerin senatoda müzakeresi caiz olmadığından ret ile cevap verildi. Halk, o kadar heyecan gösteriyordu ki Çavuş’un hayatı tehlikede kalmamak için sarayın arka kapısından çıkarılmasına mecburiyet geldi.” diyorlar. Fakat bu, hakikate uygun değildir. Çünkü Venediklilerin Türk elçilerine, yürekleri titremeden bakmalarına bile imkân yoktu. Nerede kaldı ki her biri bir ejdere benzeyen o elçilere hücum etmeyi zihinlerinden geçirebilsinler!

      Yine tekrar edelim ki Kıbrıs’ın alınması meselesi bu romanın çerçevesi dâhilinde değildir. Yalnız Bafa’yla tanışma sırasında o meseleye de temas edilmek zarureti hissedildiğinden bu notları kaydediyoruz. (y.n.)

      9

      Beht: Şaşkınlık, hayranlık. (e.n.)

      10

      Osmanlı elçilerine Avrupa payitahtlarında ve devlet merkezlerinde nasıl hayranlıklar gösterildiğini tevsik için -İnhitat Devri’nde Paris’e giden- iki elçinin maceralarından birer ikişer satır alıyoruz.

      Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi, XV. Lui nezdine elçi olarak gittiği vakit bütün Paris ayağa kalkmıştı, resmî ziyafetlerden sonra kral ava gideceği zaman davet olunur, Paris’in en seçme ve kibar kadınlarıyla at üzerinde ava gidiyor, geçit resimleri temaşa ediyordu. Yirmisekiz Çelebi, Paris halkını o derece cezp etmişti ki herkes onun şahsıyla meşgul olmayı az görerek Türk hayatını incelemeye de koyulmuşlardı. Artık roman kahramanları Türklerden seçiliyordu ve bütün romanlarda korsanlardan, saraylara kapatılmış genç cariyelerden, odalıklar kaçıran sipahilerden, kıskanç ağalardan bahsolunuyordu.

      Yirmisekiz Çelebi’nin oğlu Sait Mehmet Efendi’nin Paris’e elçi olarak gelişi daha mühim tesirler yaptı. O, sık sık tiyatroya gittiğinden halk da ardından tiyatrolara doluyorlardı. Opera veya komedi Fransez ilanlarında “Türk imparatoru hazretlerinin elçisi Sait Efendi Hazretleri de oyunumuza teşrifleriyle mübahi kılacaklar.” müjdesi her gün görülüyordu. Kendisinin ziyaretine her gün Paris’in en zarif kadınları geliyorlar, billuri kahkahalarıyla enine boyuna sarhoş ediyorlardı. Kadınlar Türk elçisine kıymetli hediyeler de getiriyorlardı. Madamlardan biri de bir gün ona bir fiyango takdim etmişti.

      Bunların içlerinde Türklerin niçin birden ziyade kadın aldığını merak edenler ve meraklarını Sait Mehmet Efendi’nin cevabıyla tatmin etmek isteyenler de görülüyordu.

      İşaret ettiğimiz veçhile bunlar Osmanlı İmparatorluğu’nun diş ve tırnağı dökülmüş, gücü kuvveti son derece azalmış bir aslana döndüğü devirdeki elçileridir. Kubat Çavuş ise Türklerin bütün cihan mukadderatını avuçlarında tuttukları bir devrin elçisi idi. (y.n.)

      11

      16 veya 29 Mayıs: 1416’da Gelibolu önünde vukuya geldiğini Frenk tarihlerinin -dil birliği ile- yazdıkları bu deniz harbinde Osmanlı donanmasına Cali Bey, Venedik filosuna da Amiral Piyetro Loredano kumanda ediyordu. Neticede Osmanlılar mağlup olmuşlar, Cali Bey de dâhil olmak üzere üç bin şehit vermişler ve Venediklilerin eline beş galerya ile dokuz galyot bırakmışlardır. Fakat bu harbin siyasi hadiseler üzerinde hiçbir tesiri olmamış ve Osmanlılar -eskiden olduğu bibi- Venediklilerin ensesinde çorba pişirmeye devam etmiştir. (y.n.)

      12

      Sagredo’dan ve Gerlach’dan naklederek Hammer, Bafa’nın Türkler eline geçişini şu suretle anlatır: ‘‘Venedik’in asil Bafo ailesine mensup olan Safiye Sultan henüz pek genç iken Venedik’ten -babasının valiliğinde bulunduğu- СКАЧАТЬ