Название: Binbir Gece Masalları
Автор: Неизвестный автор
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-10-5
isbn:
“Şimdi sözlerinizin doğruluğuna ikna oldum. Bana düşense sözümü yerine getirmektir. Şimdi sizlere soruyorum: Gerçekleştirmemi istediğiniz şey nedir?”
Hükümdarın kızlarının methini duyan bilgeler şöyle cevap vermiş:
“Eğer hükümdarımız bizden razıysa ve hediyelerimizi kabul ettiyse kendisinden ricamız bizleri kızlarıyla evlendirmesidir. Hükümdarımızın sözlerine ne kadar bağlı olduğu herkesçe bilinir.”
Hükümdar: “Dileğinizi gerçekleştireceğim.” demiş ve derhâl kâtibi huzuruna çağırtmış ki kızlarının bilgelerle evlenebilmesi için gerekli hazırlıklara başlansın.
Talih bu ya prensesler perdenin ardından bütün konuşulanları dinlemekteymiş. En genç olan prenses, müstakbel kocasının; yüz yaşında, saçları dökülmüş, kaşları pis, kulakları yarık, saçı sakalı boyalı, pörtlek gözlü, yanakları çökmüş, burnu patlıcan gibi, yüzü köseleye benzeyen, dişleri çarpık çurpuk, dudakları sarkık bir adam, kısacası görenleri korkutan bir canavar gibi olduğunu görmüş. Dünyanın en iğrenç, en çirkin görünüşlü adamıymış ve bu hâliyle, insanları korkutan bir cine benziyormuş. Prenses ise güzeller güzeli, ceylan kadar zarif, ay gibi parlak, narin bir kadınmış ve diğer kız kardeşlerinden daha güzelmiş. Evleneceği adamı görünce odasına gidip saçını başını yolmaya, kıyafetlerini parçalamaya ve dövünerek ağlamaya başlamış.
Kızın abisi, Kamer El-Akmar (Ayların efendisi), seyahatten yeni dönmüş ve kardeşinin feryat figan ağladığını duyup hemen yanına gitmiş -prens en çok bu kardeşini severmiş- ve ona sormuş:
“Seni üzen nedir? Ne oldu söyle bana. Benden saklama.”
Kız haykırarak “Ah sevgili ağabeyim, saklayacak bir şey yok! Eğer saray babama dar geliyorsa giderim. Eğer böylesine korkunç bir şeye karar verdiyse buralarda durmaz giderim. Nasıl olsa Allah bana yardım eder.”
Kamer: “Bana ne demek istediğini söyle, seni böylesine üzen ve sıkıntıya sokan şey nedir?” diye sormuş.
“Ah ağabeyim…” demiş prenses. “Biliyor musun babam beni kendisine tahtadan yapılmış bir at hediye eden korkunç bir sihirbazla evlendirmeye karar verdi. Adam korkunç güçleriyle babama büyü yaptı. Bana gelince; kesinlikle o adamla evlenmek istemiyorum. Bu dünyaya gelmez olaydım!”
Ağabeyi, kardeşini teselli edip sakinleştirdikten sonra babasının yanına gitmiş ve “En küçük kardeşimi evlendireceğin bu sihirbaz da kim? Sana ne hediye getirdi de kardeşimi üzüntüden öldürecek bir karar aldın? Bu yaptığın doğru değil!” demiş.
Prens bunları söylerken İranlı, hükümdarın yanındaymış, bir yandan kendini küçük düşmüş hissediyor, diğer yandan öfkeden kuduruyormuş.
Hükümdar, “Oğlum, atı bir görsen senin de aklın karışır ve hayranlık duyarsın.” demiş.
Sonra kölelere atı getirmelerini emretmiş. Prens atı çok beğenmiş. Usta bir şövalye olarak ata binmiş ve kırbaçlamış ama at yerinden kıpırdamamış. Hükümdar da bilgeye şöyle demiş:
“Git ve oğluma atın nasıl hareket ettiğini göster, o da senin dileğinin gerçekleşmesine yardım etsin.”
Bilge, prense, kardeşini kendisine layık görmediği için kin besliyormuş. Prense atın sağ tarafındaki yükselme düğmesini göstermiş ve “Düğmeyi çevir!” demiş.
Prens de düğmeyi çevirmiş ve birden havalanmış. Âdeta bir kuş gibi, atla birlikte havada süzülmüş ve gözden kaybolmuş. Bunu gören hükümdarın kafası karışmış ve endişelenmeye başlamış. İranlıya şöyle demiş:
“Ey bilge, onu nasıl aşağı indireceksin?”
Adam, “Efendim, yapabileceğim bir şey yok. Onu kıyamet gününe dek bir daha asla göremeyeceksiniz çünkü kibrinden ve cehaletinden bana nasıl alçalacağını sormadı. Ben de söylemeyi unuttum.” demiş.
Bunu duyan hükümdar, büyük bir öfkeye kapılmış ve büyücünün dövülerek hapse atılmasını emretmiş. Bu arada kederinden dövünürken tacını bile yere düşürmüş. Dahası, sarayının kapılarını kapattırıp oğlunun ardından gözyaşı dökmeye başlamış. Karısı, kızları ve halkı da acıyla kahrolmuş. Tüm neşeleri öfkeye dönüşmüş. Mutlulukları ise yerini büyük bir kedere bırakmış.
Prense gelince… Genç adam, at ile havada uçmaya devam etmiş; ta ki güneşe yaklaşıncaya kadar. Kendini meçhule bırakmış ve bu göklerde başına gelebilecek korkunç ölümü düşünmüş. İçinde bulunduğu durum, prensin kafasını çok karıştırmış. Ata bindiğine bineceğine pişman olmuş ve kendi kendine şöyle demiş: Belli ki bu, kardeşimi kendisine uygun bulmadığım için bilgenin beni mahvetmek üzere oynadığı bir oyun ama tek galip Allah’tır ve her şeyin en doğrusunu o bilir. Onun yardımı olmadan ben bir hiçim. Acaba yükselme düğmesi koyan alçalma düğmesi de koymuş mudur?
Prens akıllı ve zeki bir adam olduğundan atın sağını solunu yoklamaya başlamış. Fakat horoz kafasına benzeyen vidalardan başka bir şey görmemiş. İçinden şöyle demiş:
Düğmeye benzeyen bu şeylerden başka bir şey görmüyorum.
Sağ taraftaki düğmeyi çevirmiş ve at büyük bir hızla göklere doğru yükselmeye başlamış. Daha sonra sol taraftaki düğmeye dokunmasıyla yaratığın yükselişi durmuş ve yavaş yavaş alçalmış. Bu arada genç adam, hayatı için endişe etmeyi bırakmış. Artık atı nasıl kullanacağını öğrendiğinden içine bir ferahlık gelmiş ve mutlu olmuş. Yüce Allah’a kendisini bu sıkıntıdan kurtardığı için şükretmiş.
Sonra at ile gönlünün istediği gibi gezmeye, kafasına estiği gibi yükselip alçalmaya başlamış. Böyle böyle atı sürme konusunda ustalaşmış. At gökyüzünde çok fazla yükseldiği için yeniden yere inebilmek oldukça vaktini almış. Yeryüzüne yaklaşırken prens, daha önce hayatında hiç görmediği şehirleri ve ülkeleri görme fırsatı bulmuş. Bu şehirlerin arasında, güzel, yeşil bir alana kurulmuş, ağaçlar ve ırmaklarla çevrelenmiş, ceylanların zarafetle dolaştığı bir yer gözüne çarpmış. Bu ihtişam karşısında büyülenen prens, kendi kendine:
Keşke bu şehrin adını ve nerede olduğunu bilseydim… demiş ve şehrin erafında dolaşıp güzelliğini incelemeye devam etmiş.
Bu arada akşam vakti yaklaşmış, güneş batmaya başlamış. Prens ise şunları düşünüyormuş:
Geceyi geçirmek için bu şehirden daha iyi bir yer bulamam. Sabaha kadar burada kalır, sonra dostlarıma, aileme ve krallığıma dönerim. Sonra da babama ve aileme başımdan geçenleri ve şahit olduğum ilginç şeyleri anlatırım.
СКАЧАТЬ