Название: Binbir Gece Masalları
Автор: Неизвестный автор
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-10-5
isbn:
Kadın, sevgilisi olduğunu düşündüğü sultanın sözlerini duyduğunda sevinçle haykırmış:
“Ah efendim… Her şeyimle senin emrindeyim. Bismillah…”
Büyük bir keyif ve memnuniyet duyarak ayağa kalkmış. Göle koşup avucuna biraz su almış, üzerine anlaşılmayan sözler okuyup üflemiş.
Balıklar kafalarını kaldırmışlar ve bir anda insana dönüşüvermişler çünkü artık büyünün etkisi altında değillermiş.
Gölün olduğu yer ise yeniden kalabalık bir şehre dönüşmüş. Pazarlar alışveriş yapan halkla dolmuş ve herkes tıpkı eskisi gibi işleriyle meşgul olmaya başlamış.
Dört tepeye gelince; orası da eskiden olduğu gibi dört adaya dönüşmüş.
Sonra genç kadın, yani kötü yürekli büyücü, zenci sevgilisi sandığı sultanın yanına gitmiş, ona:
“Ah sevgilim, o güzel elini bana uzat ki kalkmana yardım edeyim.” demiş.
“Yanıma yaklaş!” demiş sultan zenciyi taklit ettiği sesiyle.
Kadın onu kucaklamak üzere yanına yaklaştığında adam kılıcını çekmiş ve kadının göğsüne bir darbe indirmiş. Öyle bir darbe ki kadını delip geçmiş. Sonra ona ikinci bir kez daha vurmuş kılıçla. Bu seferse kadın ikiye bölünüp yere yığılmış.
Bunun üzerine sultan, yola çıkıp genç adamı bulmuş. Büyüden kurtulmanın verdiği sevinç ve mutlulukla genç sultan, onun elini öpmüş ve sonsuz teşekkürlerini sunmuş.
Sultan, genç adama:
“Bu şehirde mi kalacaksın, yoksa benim şehrime mi geleceksin?” diye sormuş.
Genç adam da:
“Ey sultanım, kendi şehrinle bu şehir arasındaki mesafeden haberin yok mu?” diye cevap vermiş.
“İki buçuk gün.” demiş sultan.
“Uykuda mısın sultanım? Senin şehrinle burası arasında bir yıllık yürüme mesafesi var. Sen bu şehre sandığın gibi iki buçuk günde gelmedin ve bilmeni isterim ki sultanım senin yanından bir an bile ayrılmayacağım.”
Genç adamın sözlerine sevinen sultan, şunları söylemiş:
“Seni bana bağışlayan Allah’a şükürler olsun! Bu andan itibaren sen benim bir tanecik oğlumsun. Hayatım boyunca hiç sahip olamadığım oğlum…”
Bunun üzerine ikisi büyük bir sevinçle kucaklaşmış ve saraya gitmişler. Uzun bir süre boyunca büyünün etkisi altında kalan genç sultan, generallerine ve üst düzey idarecilerine kutsal topraklara hac ziyaretinde bulunacağını bildirip yolculuk için gereken her şeyi temin etmelerini emretmiş.
On gün süren hazırlıkların ardından memleket hasreti çeken sultanla birlikte yola çıkmışlar. Bir sürü değerli hediye ile birlikte memluk askerlerin eşliğinde gece gündüz demeden yol almışlar.
Hiç ara vermeden devam ettikleri bir yıllık yolculuk sonunda şehrin sınırına ulaşmışlar ve elçiler gönderip yaklaştıklarını haber vermişler.
Sultandan ümidi kesmiş olan vezir ve ordu, gelişlerini sevinçle karşılamış, önünde yeri öpmüş ve ona sıhhat dilemişler. Sultan tahtına yerleşmiş ve vezirine genç sultanın başına gelenleri anlatmış. Vezir de sıkıntısından kurtulmayı başaran sultanı tebrik etmiş. Hükümdarlığının başına yeniden geçen sultan, halkına değerli hediyeler dağıtmış ve adamlarına emretmiş:
“Balıkları getiren adamı huzuruma çağırın!”
Sultan, halkın büyüden kurtulmasını sağlayan adamı huzuruna çağırtmış. Ona birçok değerli şey hediye etmiş ve hâlini hatırını sorup çocukları olup olmadığını öğrenmek istemiş.
Balıkçı iki kızı bir oğlu olduğunu söylemiş. Sultan kızlardan birini kendine, diğerini genç sultana eş olarak almış. Oğlanıysa hazinedar yapmış. Dahası, vezirini eskiden genç sultana ait olan ülkenin sultanı yapmış ve yanına elli asker katıp üst düzey görevlilerini emrine vermiş.
Vezir de sultanın ellerini öpmüş ve yola çıkmış. Sultan ve genç adam da sarayda kalıp hayatın tadını çıkarmaya devam etmişler. Balıkçı zamanının en zengin adamı olmuş. Kızları da ölünceye kadar bu iki sultanın eşi olmuş.
“Fakat şahım…” demiş Şehrazat. “Bu masal berberin hikâyesinden daha ilginç değil…”
Berberin Hikâyesi
“Berberin, kendi hikâyesini ve kardeşlerinin hikâyesini anlattığı bir masal var ki…”
El-Mustazi Billah’ın oğlu, Halife El-Mustanzir Billah’ın zamanında Bağdat’ta yaşardım. Halife, fakirleri ve ihtiyaç sahiplerini korur kollar, âlim ve ariflerle arkadaşlık ederdi. Bir gün halifenin ülkesinde on eşkıya yolcuları soydu. Bunu duyup öfkelenen halife, Bağdat valisine, Büyük Festival’in yıl dönümünde onları yakalayıp huzuruna getirmesini emretti. Böylece vali harekete geçti. Adamları tevkif ederek bir gemiye bindirtti. Onların gemiye binmesine ben bizzat şahit oldum. Kendi kendime şöyle dedim:
Bu adamlar herhâlde düğün merasimi için bir araya geldiler. Bana kalırsa günlerini o gemide yiyip içerek geçiriyorlar. Onlara benden daha iyi içki arkadaşı olamaz.
Böylece ayağa kalkıp güzel bir yolculuk geçirecekler gibi görünen bu gruba yaklaştım vakarla ve nezaketle. Onlarla gemi yolculuğu yaptım, kendileriyle sohbet ettim. Karşılıklı kürek çekiyorduk. Olur da gemi bir yere demir atarsa gardiyanlar, boyunlarına zincir takarak onları gözlerinin önünden ayırmıyorlardı. Beni de onlarla birlikte zincirlediler. Ey insanlar, inanın böyle davranmamın sebebi nezaket ya da ukalalık değil. Bunun sebebi başka… Pranga taktıklarının ertesi günü bizi El-Mustanzir Billah’ın huzuruna çıkardılar. O da on eşkıyanın da boyunlarının vurulmasını emretti. Sonra bir cellat geldi, herkesi yere oturttu ve kılıcını çekti. Birbiri ardına onunun da boynunu vurdu. Sadece ben kaldım.
Halife bana baktı ve cellada sordu:
“Neden sadece dokuz kişinin kafasını vurdun?”
Cellat: “Tövbe tövbe… Dokuz kişinin kafasını vurmadım çünkü siz bana on kişiyi öldürmemi emrettiniz.” diye cevap verdi.
“Görünen o ki sadece dokuz adamın kafasını kestin. Önündeki bu adam da onuncusu.”
“Yüce halife!” dedi cellat. “On СКАЧАТЬ