Название: Binbir Gece Masalları
Автор: Неизвестный автор
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-10-5
isbn:
Uyuduğumu zanneden karım birden öfkeyle bana bağırdı: ‘Gece boyunca uyu ve hiç uyanma. Senden, vücudundan, her şeyinden nefret ediyorum! Seninle birlikte yaşamaktan iğreniyorum! İnşallah Allah’ın canını alacağı günü de görürüm!’
Böyle söyleyip ayağa kalktı, en şık kıyafetlerini giyip en güzel kokuları süründükten sonra benim kılıcımı omzuna aldı ve sarayın kapısından çıkıp gitti.
Sarayı terk edince onu takip etmeye başladım. Caddeleri geçip şehrin kapısına vardı. Anlamadığım sözler söyledi ve asma kilitler kırılırcasına düştü. O da yoluna devam etti. Tabii ben de onu izlemeye… Uzaklarda bir tepede çatısı çamur tuğlalardan yapılmış, kamış çitlerle çevrili bir kulübeye geldi. Çatıya tırmandım ve karımı bir dudağı yerde, bir dudağı gökte iğrenç bir zenciyle birlikte gördüm. Adam cüzzamlı ve felçliydi. Şeker kamışı çöpüyle kaplı bir yerde yatıyordu. Eski bir battaniyeye sarılmıştı ve paçavralar içindeydi. Karım, adamın önünde yeri öptü. Adam da onu görmek için kafasını kaldırdı ve şöyle dedi:
‘Yazıklar olsun sana! Neden bu kadar zamandır gelmedin? Burada benimle birlikte kalıp içki içen kardeşlerim var. Hepsi de hanım arkadaşlarıyla birlikte. Bense içkimi içemedim çünkü sen yanımda değildin!’
Sonra o: ‘Ah efendim, gözümün nuru, kalbimin biricik aşkı! Bilmiyor musun ki vücudundan ve görünüşünden tiksindiğim amcamın oğluyla evliyim. Onunlayken kendimden nefret ediyorum. Eğer senin hatırın olmasa şehrini harabeye çevirmeden ve içindeki mahlukatı helak edip Kafdağı’nın ardına göndermeden bir saniye bile durmazdım.’ dedi.
Zenci: ‘Yalan söylüyorsun! Lanet olsun sana! Şimdi sana zenci bir adamın yiğitliği ve şerefi üzerine yemin ediyorum ki -bizim adamlığımız zavallı beyaz adamınkiyle karşılaştırılamaz bile- bugün itibarıyla eğer bu saate kadar benden uzak kalırsan bir daha seninle sevgili olmayacağım, seninle sevişmeyeceğim. Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Seni zavallı yaratık! Senin alçakça arzularını tatmin edeceğimi mi düşünüyorsun? Alçak sürtük! Beyazların en adisi!’ diye cevap verdi.
Bu sözleri duyduğumda ve bu iki sefilin yaşadıklarına bizzat şahit olduğumda dünyam karardı ve bir süre nerede olduğumu bile anlayamadım. Karımsa alçak gönüllülükle ayağa kalktı ve tatlı sözlerle köleye yalvarmaya başladı:
‘Ah sevgilim, gözümün nuru…’
Adam onunla barışmaya tenezzül edinceye dek de ağlamayı kesmedi. Sonra ayağa kalktı, iç çamaşırları hariç bütün kıyafetlerini çıkardı ve şöyle dedi:
‘Ah efendim, bu hizmetkârının yiyebileceği bir şey var mı?’
‘Dolabı aç!’ diye homurdandı zenci. ‘En altta bizim de yediğimiz pişmiş fare kemikleri bulacaksın. Sonra şuradaki kabı al, içinde yarım bıraktığımız içki var.’
O, yiyip içtikten sonra elini yıkadı ve kölenin yanına gidip şeker kamışı çöpünün üzerine uzandı. Çırılçıplak soyundu, sonra paçavralardan yapılma yatak örtüsünün altında zencinin yanına kadar süründü.
Karımı bu hâlde görünce aklımı kaybettim. Çatıdan aşağı indim, karımın getirdiği kılıcımı aldım. İkisini de öldürmeye kararlıydım. İlk önce kölenin boynunu vurdum.”
Şehrazat sabahın yaklaştığını görünce masalını burada kesmiş. Ertesi gece hükümdarın müsaadesiyle masalına devam etmiş:
“Kafasını kesme niyetiyle kılıcımı zencinin boynuna vurduğumda onu öldürdüğümden emindim fakat o, yüksek bir sesle inlemeye başladı. O zaman sadece derisini ve boynundaki iki damarı kestiğimi anladım. Bunun üzerine amcamın kızı irkildi. Onun beni görmesine fırsat vermeden kılıcı kınına sokup şehre doğru yola koyuldum. Saraya gidip yatağıma uzandım ve karım beni uyandırıncaya kadar (yani ertesi sabaha kadar) uyudum. Uyandığımda karımın saçlarını kestiğini ve yas kıyafetleri giydiğini gördüm.
Bana şöyle dedi: ‘Ah, amcamın oğlu, yaptığım şey için beni suçlama! Annemin öldüğü, babamın kutsal savaşta şehit düştüğü, ağabeylerimden birini yılanın ısırdığı, diğerinin vurulup can verdiği haberini aldım. Ağlamaktan ve feryat etmekten kendimi alamıyorum.’
Bu sözleri duyunca kendimi zor zapt ederek şunları söyledim: ‘İstediğini yapabilirsin. Kesinlikle sana karşı gelmeyeceğim.’
Ağlamaya, kederlenmeye, yas tutmaya bir yıl daha devam etti. Bir gün bana gelip: ‘Üzerinde kubbe olan bir türbe inşa etmek istiyorum. Orada yas tutacağım ve adını Ağlama Evi koyacağım.’ dedi.
Ben: ‘İstediğini yap.’ dedim.
Sonra kendine yas tutabileceği bir türbe yaptırdı. Tam ortasında bir kubbe vardı. Oraya âşığını yerleştirdi. Zenci, yarasından dolayı oldukça zayıftı, onunla beraber olamıyordu. Sadece şarap içebiliyordu. Üstelik yarasının verdiği acıdan konuşamıyordu da. Fakat zamanı gelmediğinden olacak ki hâlâ yaşıyordu. Her gün, akşam ve sabah, karım onun yanına gidiyor, feryat figan ağlıyor ve ona şarap ile birlikte kuvvetli ilaçlar veriyordu. Sonraki yıl da bunları yaptı. Bense sabrediyor ve onun yaptıklarına dikkat etmiyor gibi görünüyordum.
Bir gün ona fark ettirmeden yanına gittim ve onun ağlayıp dövünerek şunları söylediğini duydum:
‘Neden yanımda değilsin? Ah kalbimin neşesi… Konuş benimle. Hayatım, sevgilim…’
Sonra şu şiiri okudu:
Senden uzak kalalı yıprandı deli gönül
Her zaman seni sevdi, ah yandı deli gönül
Şu yanan vücudumu ne olur yanına al
Mezarda da benim ol, orda da benimle kal
Baş ucumda durup da kulak verirsen bana
Ruhumun iniltisi seslenecektir sana…
Ve daha fazla ağlayarak devam etti:
Sana yakın olduğum gün yaşadığım günlerin en güzeliydi
Gittiğin günse kahrolduğum
Ölüm korkusuyla titriyorum geceleri
Ama seni gördüğümde geçiyor bütün kederim…
Bir tane daha şiir okudu:
Sabahları mutlulukla uyanabilirim
Dünya benim olur ve kendimi sultan gibi hissedebilirim
Bana göre onlar bir sineğin kanatları kadar kıymetli
Seni görmediğimde olur mu hiç değerleri
Sözlerini bitirdiğinde ve ağlamayı kestiğinde ona: ‘Ah, bu kadar gözyaşı yeter! Ağlamanın sana bir faydası yok!’ dedim.
‘Bana СКАЧАТЬ