Bozkurtun Patikası. Abdıreşit Taşov
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bozkurtun Patikası - Abdıreşit Taşov страница 9

Название: Bozkurtun Patikası

Автор: Abdıreşit Taşov

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-36-2

isbn:

СКАЧАТЬ olur.

      – Tabi ki, öyle olabilir, dünyaya yeni gözünü açmış eniklere yüreğim sızlıyor.

      – Merhamet etmek hem sevap iştir hem de güzel ahlaklılıktır. Müslümanlar, ramazan bayramında, büyüklüğün ifadesi olarak, sevap kazanmak için bir köleyi hürrüyetine kavuşturmuşlar ya da bir kuşun kafesten kurtulup özgür kalmasını sağlamışlar. Sen de o kadar merhametli isen, neden bu kurt yavrusunu yakalayıp getirdin, kafese hapsettin? Biliyormusun? Özğürce dolaşan bir kurt için kafeste yaşamak ölümden ağır bir derttir.

      – Lapar dayı! Bırak şunu deme. Ben kendi yiyeceğimi ona vermeye razıyım.

      – Öyleyse “Kelek enikleri diri diri toprağa gömmüş” diye, beni de yermeye çalışma.

      – Zira “Kelek enikten it olmaz, köpekbalığından balina” diye atasözü vardır. Böylece bu konunun son cümlesini kurmuş, noktasını koymuş olalım. Anlaştık mı?

      – Anlaştık.

      – Şimdi, ikinci konu.

      – Çoban abi, şu kurt konusunda da bir nokta koysak nasıl olur?!

      – Hiçde kötü olmaz. Ancak, senin bilmen gereken bazı şeyler var.

      Çoğluk, sabırlı bir şekilde sustu.

      “Kurtlar çok gururulu hem de mert yaratıklardır” – diye, Lapar sözünü devam etti. – Ben o zamanlarda genç bir delikanlıydım. Yaylaya çıkmış idik. Kadınlar ve kızlar, keçileri, koyunları sağarlar. Biz – erkek çocuklar ise, oğlak ve kuzulara göz kulak olurduk. O zamanlarda her bir sürüde üç kişi yani çoban, onun yanında yardımcısı, çoğluk atanırdı. Şu anda olduğu gibi iki kişi değildik. Babam çoban idi. Berdi ise yardım ederdi. Yani, bildiğimiz çobanın yardımcıydı.

      Bir keresinde Berdi dayı Börüsay’dan kurt yavrusunu yakalayıp getirdi. Babam ona “Bırak!” dedi. Berdi abi ise tam da senin yapmakta olduğun gibi kurt yavrusu ile kan kardeşiymiş gibi bir türlü bırakmadan direndi.

      Berdilerin evi bizim evimizden yaklaşık otuz adım ilerideydi. Aradan iki gün geçtikten sonra şöyle bir olay oldu. Sabahleyin gürültü patırtı duyuldu. Kimisi bağırmaktaydı, kimisi ağlamaktaydı. Berdi dayı ise bir sağa bir sola koşarak kendini oradan oraya atmaktaydı. Neyin ne olduğu ile ilgilendiğimizde, gece ailenin tamamının, bir yerde yatmakta olmalarına bakmaksızın, kurt, onların altı yaşındaki oğlanlarını gece uyurken kaçırmış.

      Babam, Berdi dayı ile kurdun izini sürmeye başladılar. Ben de onlar ile beraber gittim.

      Erkek çocuğu büyük bir kurdun götürmüş olduğu onun ayak izlerinden belliydi. Bazı yerlerde kurdun ayak izlerinin yanında erkek çocuğun da ayaklarının zileri vardı. Bazı yerlerde ise sadece kurdun ayaklarının izleri bulunmakta olup, erkek çocuğun ayaklarının izleri sanki havalanmış gibi kaybolup gitmekteydi. Bu duruma, hayatında bunun gibi çoğu olaylara şahit olmuş babamı bile hayretler içinde bırakmıştı.

      Biz, tüm günümümzü o kurdu aramakla geçirdik. Ancak sonuç alamadık.

      Arama üç gün boyunca devam etti. Sanki rüzgarı avuçlamaya çalışıyor gibiydik. Yorulmuştuk, halsiz düşmüştük. Biz yol yürümekten değil de ümütsüzlikten yorulmuştuk. Nihayetinde, kalbimiz hüzün heyelanına kapıldıktan sonra, geri döndük.

      – Eğer kurt erkek çocuğu yemiş olsaydı, yerde kan izlerinin kalması gerekmekteydi. “Kan yere sinmiyor” denyor – dedikten sonra, Tokar kendi görüşünü beyan etti.

      – Evet, bizi az da olursa rahatlatmakta olan durumda buydu. Hiç bir yerde kanın damlamış olduğunu görmemiştik. Direk Berdi dayıların evlerine geldik. O, sinirlerine hakim olamadığı hem de ağlamaktan başka kendi derdinin çaresini bulamadığı için kurt yavrusunu öldürmek istedi. Babam, onu öğütleyerek rahatlattıktan sonra, kurt yavrucuğunu biraz ileride bulunan tepeye kadar götürdü de, orada bırakıp geldi.

      Oğlanın anma yemeğini vermek için hayvan kesmek maksadı ile ağılda beklemekte olan hayvanlardan birisini yakalayıp, babam hayvanın ayaklarını bağlamaya başladı. Ben ise sıkça tepeye doğru bakıyordum. Benim ilgimi, kurt yavrusunun hanği yöne gitmiş olduğu çekmekteydi. Ne yöne doğru gitmiş olduğunu merak etmiş olduğumdan, tepeye doğru yöneldim. Tepeye yaklaşıverdiğimde çok ilginç bir olay ortaya çıktı. “Ölmedin de kayboldun” demişler. Büyük kurt, eniği ve oğlan ile beraber bir yerlerden çıkmış da gelmiş, tepenin üzerinde durmaktaydılar. Ta üç gündür kayıp, küçük çocuk da orada duruyor! Onların hepsi Berdi dayının evine doğru bakıp duruyorlardı. Zannetim ki, orada duruyormuşlar gibi görünüyor gözüme, gözümü açtım, kapattım, ovaladım, tekrardan baktım. Duruyorlar. O kadar korkmuştum ki, sesim bile çıkmıyordu. Sevinçten olsa gerek, gözyaşlarıma engel olamıyordum.

      Ben kendime gelene kadar, büyük kurt gökyüzüne bakarak, üç kez kısa kısa uludu da, somağı ile iteleyiverdi tepeden aşağıya oğlanı.

      Oğlanın adu Kurt idi. Kurt gelir gelmez, benim elimden tutu da, beni evlerine doğru götürdü.

      Bizim eve doğru gitmekte olduğumuz anda, bizim arkamızda kalan büyük kurtun bir kere daha üç kez uluduğunu duydum.

      Büyük kurdun sesini duyar duymaz, evde kalanların hepsi dışarıya çıkmışlar. Babamın elinde kanlı bıçak, Berdi dayının elinde çifte namlu av tüfeği vardı. Onlar, kurdu vurmaya bile meyillenmediler.

      Berdi dayı, koşarak, yanımıza gelir gelmez, oğluna sarıldı. Ağlamakta olduğunu ya da gülmekte olduğunu anlayamadığımız bir durumda gelip, Kurdun yanaklarından öptü.

      – Diri misin, oğlum!

      – Baba, bana birşey olmadı. O çok iyi bir kurt.

      – Hadi yürüryün, siz eve doğru gidin! – diye, Berdi dayı oğlunu bıraktı da, diziüstü oturdu da, tepeye hitaben: – Ey, ana kurt! Benim günahlarımı affet! Bundan böyle, hayatım boyunca senin ve kurt ahalisinin eniklerime dokunsam, Hazreti Adem ümmetinin laneti üzerimde olsun. Yedi neslime ibretlik olması için aktarırım, bunu nasihat ederim. Bundan böyle, hem senin hem de diğer kurtların yavruları hür yaşasınlar! Bundan böyle, Bozkurdun nesillerini bir daha rahatsız etmeyeceğime, nesilbaşımız Oğuz-hanın ruhunun adından yemin ederim.

      Tepeye doğru baktığımda, büyük kurt hala bize doğru bakmış duruyordu. Sanki Berdi dayının söylemekte olduklarını anlıyormuşcasına, ana kurt daha sonra gökyüzüne bakarak, üç kez uzun uzun uluyarak, tepenin arka yamaçlarına doğru inerek gözlerden kayboldu. Mümkün, o da bir daha insan nesline dokunmayacağına dair yemin etmiştir?! Kim bilir? Biz kurt dilinden anlayamıyoruz ki.

      Kurt, evlerine geri döndükten sonra, yaşamış olduklarını, kısaca şöyle anlattı: “Henüz tan ağarıp sökmeye başlamamıştı. Küçük aptestimi yapmak için dışarıya çıkmıştım. Yan tarafımdan birisi çekmiş gibi oldu. Bir baktım, köpek gibi bir canlı beni sırtına atmış hızlı bir şekilde koşuyor. Bağırmak istedim, sesim çıkmıyor. İlk başta korktum. O, bazen benim yenimden çekerek, yürüyordu. Bazen de sırtına atıp kaçıyordu. Susuz kaldığımda emizirdi. Aç susuz tutmadı. Yakalamış olduğu av etinden СКАЧАТЬ