Название: Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı'ya Armağan
Автор: Анонимный автор
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6853-24-9
isbn:
Osmanlı İmparatorluğu’nun himayesinde 1783 yılında kadar hanlık yönetimi altında yaşayan ve halkının önemli bir kısmı kimi yerel özelliklerini korumuş olsa da o devrin “küresel” Müslüman-Türk kültürünü benimsemiş olan Kırım Türkleri, 1783’ten 1944 yılına kadar önce Çarlık ve daha sonra da Sovyet yönetimince sistematik bir dönüştürme ve yok edilme süreci içine girmişlerdir. Bu sürecin son yıllarını çocukluk ve ilk gençlik yılları halinde yaşamış olan Cengiz Dağcı, son aşamada anılarıyla karışık kolektif Tatar-Türk kimliğini bireysel, toplumsal ve kolektif belleğine nakşederek “depolayıcı” bellek eserleri kaleme almıştır. Çünkü kolektif bellek, katliam ve sürgün dolayısıyla işlevsel niteliğini büyük oranda kaybetmiştir. Çünkü sürdürülebilir, güncellenebilir ve gelecekte yeniden üretilebilir olmaktan çıkmış bir “bellek”, ancak “arşiv”, “müze”, “sanat tarihi” gibi donuk, tarihsel niteliği öne çıkmış kurum ve yapılarla korunabilirdi. Ya da Cengiz Dağcı’nın yaptığı gibi bireysel anılarla kolektif belleğin kesişim noktasında yeni ve çağdaş bir “gelenek” aktarım türü olarak roman türüne müracaat etmek gerekecekti. Bu da donuk bir çözüm gibi görünebilir, ancak yaşantı esaslı olduğu için tarihe göre daha işlevsel bir mahiyet taşımaktadır.
Her ne kadar Kırım Türklerini sürgün edildiği coğrafyalardan bilhassa Özbekistan’da, o da çok uzun yıllar sonra Âşık Ömer ve diğer halk edebiyatı ve folklor ürünleri, başta Cafer Bekirov tarafından derlenip yayımlanmış olsa bile bu eserler, Sovyet politikalarıyla uyumlu biçimde daraltılmış bir “boy” kimliğinin (oto)sansürlü eserleri olmaktan ileri geçememiştir. Oysa hanlığın Ruslarca işgalinden sonra zaten iki görüş öne çıkmıştı. Bunlardan birisi Ceditçilik yaygın adıyla bilinen “dilde fikirde işte birlik” şiarıyla simgelenen ortak Türk kültür ve edebiyatının siyasal kimliğe doğru yol alışı demek olan fikir akımıydı ki bütün Rusya Müslümanlarını etkileyen bu akımın başlangıç mekânlarından birincisi Kırım ve İsmail Gaspıralı’ydı. Diğeri ise bunun hayali ve fantastik olduğundan hareketler uzlaşmacı bir yaklaşımla ortaya atılan “boy” dili ve edebiyatı olup herhangi bir siyasi emel taşımayan yaklaşımdı. Ruslar birinci düşünceye hiçbir şekilde fırsat tanımazken ikincisini göreceli ve kontrollü olarak desteklemişlerdir. Nitekim bu yaklaşım tarzı, ne devlet olarak ne de siyasi temsil olarak herhangi bir iddia üzerine inşa edilmemiştir. Nitekim dinî kimliği ön plana çıkaran “eski”nin temsilcileri de bu görüşe yakın durmuşlardır. İşte Cengiz Dağcı’yı tam da bu fikir kargaşası içinde bir yerde buluruz.
Şimdi birkaç örnekle durumu somutlaştırmak isteriz.
KIRIM’DAN TAŞINAN RITÜELLER
Cengiz Dağcı’nın sürekli ve tekrarlarla anlattığı kültürel miras unsurları arasında ritüeller özel bir yer işgal eder. Kırım Türklerinin bayram ve ritüelleri arasında Hıdrellez gibi yaygın ritüeller olduğu gibi Derviza gibi yerel ve özcü ritüeller de vardır.
Türk kolektif belleğinin döngüsel anlamda güncellenmesine ve işlevsel olarak sürdürülebilir olmasına katkı sağlayan ritüellerden biri de Hıdırellez’dir. Anadolu’da, Balkanlar’da ve Kırım’da kutlanan müşterek bir bahar bayramı olarak Hıdırellez, Cengiz Dağcı’nın eserlerinde sıkça sözü edilen baharın gelişini kutlama merasimidir. Badem Dalına Asılı Bebekler’de Hıdırellez’in ilk akşamında Anadolu’da martufal gibi değişik adlarla anılan mani söyleme geleneğine atıflar vardır:
“Her biri tabak büyüklüğünde, Hıdırellez’in ilk akşamında komşu evlerde birikip sedirler üstünde tatlı seslerle mâni söyleyen allı tüllü güzelim Tatar kızları kadar rengârenk ve canlıydı yıldız çiçekleri.” (Dağcı, 2010: 130).
Kırım’da Hıdırellez’e özgü bir diğer uygulama ise genç kızların çiçek fidesi ekmeleridir. Dağcı, ayrıntı vermez ama bu uygulama da bir çeşit fal bakma uygulamasıdır. Akşamdan ekilen fidenin sabaha ne kadar uzadığına bakılarak o yılın nasıl geçeceğine dair çıkarımlar yapılır. Bu uygulama, Hıdırellez kutlaması yapılan hemen her coğrafyada görülür:
“Akşam yemeğini geç bir zamanda, hemen hemen sessizce yedik. Yatmadan önce Hıdrellez günü, köy kızlarının mezarlığa gelip mezarlığın güneşli duvarı dibinde çiçek ekeceklerini söyledi.” (Dağcı, 2010: 201).
“Tüm Tatar kızları dilsiz, sağır ve kör doğarlarsa mezarlığa çiçeği kim eker, Hıdrellez günü?” (Dağcı, 2010: 264)
“… her bahar akların en akıyla çiçek açan elma ağaçları, Hıdırellez’de mezarlık duvarı dibinde çiçek fideleri diken kızlar; Derviza günlerinde bayrak tutan delikanlılar; ve serçeler, saksağanlar, karatavuklar; Kasım’da yaylaya yağan ilk kar… ve ben.” (Dağcı, 1992: 10)
“Her şey, her yer yerli yerindeydi. Hıdırellez’de kızlar çiçek fidelerini dikiyorlardı mezarlık duvarı dibinde…” (Dağcı, 1992: 188)
Hıdırellez’in Kırım’da baharın simgesi oluşu ise Dağcı’nın şu satırlarında ifadesini bulur: “Daha Hıdırellez gelmeden bir gelinin tazeliği ve güzelliğiyle süslenmişti yeryüzü. Yamaçlar yeşermiş, ağaçlar çiçek açmış;…” (Dağcı, 2010: 188).
Hıdırellez’de genç kızlar türküler, maniler söylerler:
“Hıdırellez’de cevizlerin gölgesinde kızlar şarkı söylemeyecekler mi?” (Dağcı, 2010: 272); “Hıdırellez’de söylenen şarkıların…”(Dağcı, 1992: 19); “Hıdırellez’de Kızıltaş kızlarının türkülerini dinlememiş,…” (Dağcı 1992: 195); “Hıdrellez’lerde saçlarına çiçekler takmanın özlemiyle ölen genç kızları görüyordu;…” (Dağcı, 2013: 99).
Hıdırellez’de söylenen şarkılar, maniler Dağcı’nın çocukluğunda dahi unutulmaya yüz tutmuştur. Roman kahramanı Zöhre Hanım her zaman değil sadece Hıdırellez’de şarkı söyler: “Niçin bugün? Çünkü bugün Hıdrellez”dir.” (Dağcı, 2010: 202). O da şarkının gerisini bilmemekte, sadece iki dize söylemektedir: “Bugün Fatma süslendi / Ferişteler seslendi…” (Dağcı, 2010: 202).
Hıdırellez’in yemekleri de özeldir: “Yok; basbayağı bir gün değildi o gün. Hıdrellez’li, hamsili, göbelezli, taze patatesli ve maydanozlu bir gündü o gün.” (Dağcı, 2010: 209).
Hıdırellez’de her yerde olduğu gibi Kırım’da da su СКАЧАТЬ