Название: Özbek Hikâye ve Kıssaları
Автор: Muhammed Emin Töhliyev
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6853-73-7
isbn:
– Vay nineciğim çok safsınız. Zenginlerin evinden çalmak mümkün mü? Duvarları sekiz kat, kapıları demirden, avlularında eşek gibi iri üç dört tane köpekleri var. O köpekler eğer avludan kelebek geçse bir hafta havlar. Adil Hoca’nın bekçisinde silah var. Ölmek istemiyorum. Vurmasa bile Sibirya’ya köle olarak gönderiyor.
– Haklısın yavrum. Ama bir iş yaparken tedbirli ol. Milletin karşısında rezil olma yine de.
– Tamam nine. Dün Sası Arif’in ahırından dört tavuk, bir horoz çalmıştım.
– Ne? Tavuk, horoz mu çaldın? Bu yaratıklar ses çıkarıp seni rezil etmedi mi?
– Her işin bir püf noktası var nine. Tavuk çalmaya gittiğim zaman cebimde bir şişe suyla giderim. Sonra ağzımı suyla doldurup püskürürüm. Tavuk gibi ahmak canlı dünyada bulunmaz. Hepsi yağmur yağıyor galiba diye kafalarını içeriye çekip yatarlar. Ben de onları bir bir boğazlarından yakalayıp çuvala koyarım.
– Ya öyle mi? Şöyle desene. Demek ki her işin bir püf noktası var.
– Bir gün sırrımın ortaya çıkmasına, işimin bozulmasına az kaldı. Şansıma takım komutanı Rahman Hoca’ya horoz götürmüştüm, işi kimseye söylemeden halletti. Rahman Hoca’yla ilişkimiz iyi. Geçen yıl bir şeyler satarak seksen üç som rüşvet vermiştim. “Şimdilik bu!” demiştim. Rusya’ya çalışmaya göndermedi.
– Güzel. Çocuklarının rahatını görsün. Şimdi bak hırsız yavrum. Biraz sonra sabah olacak. İşte parlak yıldız da dik geldi. Mutfak yanındaki duttan yavaşça aşağı in. Odunumuz yok. Mutfakta epey eskilerden kalma iki tane ceviz kütük var. Baltayı al ve onların kenarından biraz odun kes. Tencereyi koyacağım. Dün dayın iki tane mısır ekmeği getirmişti. Birlikte çay içeriz.
– Olmaz nine. Odun bir şey değil, ama biraz sonra güneş çıktığı zaman siz benim yüzümü görüp tanıyacaksınız. Biraz da olsa endişem var. Utanacağım.
– Ya böyle mübarek evden hiçbir şey almadan mı gideceksin? Bir dakika. Aa, işte mutfakta büyük bir kazan var! Önceleri şu kazanda yemek pişirirdik. Allah’ın gazabına uğradık galiba. Öyle büyük bir aileden sadece şu dört öksüz kaldı. Bunlar ne zaman büyüyüp, büyük kazanda yemek pişirir ki?
– Öyle demeyin nine. Bu günler de geçecek. Yine büyük aileler bir araya gelirler. İşte o zaman bu kazan da küçük gelecek. O öksüzlerin bir gün işine yarayacak. Düğünlerinde yanlarında oluruz inşallah. Görüşmek üzere nineciğim. Dağ tarafından güneş çıkıyor.
– Görüşmek üzere hırsız yavrum.
– Olur nine. Olur…
Ben o hırsızı tanıyordum. Ama bugüne kadar kimseye söylemedim.
AYBEK (1905-1968)
Özbek Edebiyatının gelişmesine önemli ölçüde katkı sağlayan büyük yazar ve şair Musa Taşmuhammedoğlu (Aybek) 1905 yılında Taşkent şehrinde dünyaya geldi.
Aybek, edebiyat alanına 1926 yılında yayımlanan “Duygular” adlı şiir kitabıyla girdi. Şairin “Dilber Devr Kızı” (1931), “Öç” (1932), “Bahtıgül ve Sağındık” (1933), “Demirci Cöre” (1933) adlı eserleri o dönemin en seçkin eserleri olarak bilinir.
Özbek halkının 1916 yılındaki milli bağımsızlık mücadeleleri yazarın “Kutlu Kan” (1940) romanında çok ustalıkla aksettirilmiştir. Yazarın ikinci tarihi eseri de “Nevai” romanıdır. Aybek, Nevai romanını yazarken oldukça önemli ilmi çalışmalar yapmış; bunun yanında bu romanı gizlilik içerisinde kaleme almıştır. Çünkü milli konularda yazan Çolpan’a sahip çıkmaya çalışmış ancak Çolpan suçsuz yere katledilmişti. Aynı akıbete uğramamak için gizlilik içinde “Nevai” romanını yazmış; diğer eserleriyle Sovyet rejiminin şüphelerini yok ettikten sonra bu romanını yayımlamıştır.
Yazarın “Çocukluk” adlı otobiyografi eseri 1963 yılında yayımlanmıştır. Eserde 20. Asrın ilk yıllarında Türkistan’daki günlük hayat, eğitim ve öğretim, üretim ve ticaret hayatı hakkında aydınlatıcı bilgiler vardır.
Fenerci Baba
Dar sokağın kimsesiz akşamını yalnızca Tursunkul amcanın eski kapısı üzerine yerleştirilen bir fenerin ışıkları aydınlatırdı. Her akşam onu kısa boylu, kırışık yüzlü bir ihtiyar gelip yakardı. Biz ona “Fenerci Baba” derdik. Çok sessiz, sakin bir kişiydi. Elinde küçücük merdiveniyle gelir, ona bir cambaz gibi çıkar, cebinden kirli mendilini çıkarıp fenerin camlarını siler, feneri yaktıktan sonra aşağı iner, omuzluk gibi eğilmiş sırtına küçücük merdiveni yükler ve bir anda gözden kaybolurdu.
Fener için direk dikildiği günden beri biz mahalle çocukları çok sevinmiş ve fenere büyük bir ilgiyle bakmıştık. Ama bu ilgi uzun sürmedi.
Sonra fener kimsenin ilgisini çekmez oldu. Ayrıca mahalle çocukları ile fener arasında anlaşılmaz bir düşmanlık ortaya çıktı. Hepimiz toplanıp önce fenere doppımızı atardık. Doppısıyla vuran çocuk usta nişancı oluşuyla gururlanırdı. Bu da bizi bezdirirdi. Çünkü doppıyı giyip ipekli doppı ile güzelce süslenen fener bambaşka bir renk alır, bizimle adeta dalga geçerdi. Biz elimize taş, kesek alarak fenere hücum etmeye alıştık. Böylece, o daha güçsüzleşirdi. Küçücük bir taş veya kesek onun “gözünü” kırabilirdi. Sonradan Fenerci Baba haftada üç dört defa fenere yeni “gözlük” almak zorunda kalırdı. O gidince biz yeni “gözü” oyardık. Buna rağmen Fenerci Baba bize hiçbir şey demezdi. Onun bu yaptığı bizim hoşumuza gitmez, bizi kovalamasını, yakalamak için beklemesini, hatta birimizi dövmesini isterdik. Ama bizim bu istediklerimizin hiçbiri gerçekleşmezdi.
Bir gün akşama doğru sokak çocuklarla doluydu. İçimizden en korkusuz, en acımasız olan Topal Kasım:
– Çocuklar, dedi.
Tozdan kirli yüzlerimiz yeni bir şey bekleyip onun gözlerine çevrildi.
– Biraz sonra “Fenerci Baba” gelecek. Feneri kıralım.
Ne yapacağını göstermek için eliyle bir şeyler aramaya başladı.
Ellerimizden vızıldayarak uçan taş ve kesekler fenerin bütün gözlerini delip geçmişti. Fenerci Baba’nın СКАЧАТЬ