Özbek Hikâye ve Kıssaları. Muhammed Emin Töhliyev
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Özbek Hikâye ve Kıssaları - Muhammed Emin Töhliyev страница 6

Название: Özbek Hikâye ve Kıssaları

Автор: Muhammed Emin Töhliyev

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-73-7

isbn:

СКАЧАТЬ bir tuhaf hissediyordum. Onların atlarına, benimkine; giyimlerine, giyimime bakıp kendimi onlardan epeyce yukarıda görüyordum. Kekeme Haydar, kesik kesik: “Gelin bir koşturalım.” dedi. Nurhan, razı olmadıysa da çekip aldılar. Onların arkasından Şakir de kısrağını koşturdu. Beklemek olmazdı. Onların arkasından tayıma bir kamçı vurdum, hayvan bir gayretle on adımda onları geride bıraktı. Biraz uzaklaştıktan sonra arkama baktım, hepsinin gözü bendeydi. Atımı tekrar sertçe mahmuzlayıp koşturdum. Açık arazinin bir kenarına varınca atımı durdurdum. Uzun süre sonra onlar atlarını yavaş yavaş sürerek yanıma geldiler. Burada atlarımızın koşması hakkında söyleştik. Nurhan, atının koşmamasına sebep olarak ağabeyinin terliyken su vermesini gösterdi. Kekeme Haydarsa esrarkeş İsan’ın oğluna söve söve:

      – Pazara un almaya gittiğimizde özellikle tam başına kerpiç attı. O zamandan beri yüz bin kamçı vursan da hayvan kulaklarını kısıp ürkerek duruveriyor, dedi.

      Haydar, benim sakar tayım için dedi ki:

      – Senin atına hiçbir atın yavrusu yetişemez. Yemini filan kendin ver. Hizmetçiye güvenirsen atının düzenini bozar arkadaş. Demedi deme.

      Burada uzun zaman ayaküstü sohbet ettikten sonra tekrar atlara bindik. Sonra onlardan uzaklaştım. Kalabalığa yaklaştıktan sonra “beni de tanısınlar…” diye sakar tayımı üst üste kamçıladım ki rüzgâr oldu, rüzgâr… Şimdi kalabalık bir bana bir de kara sakar tayıma gözlerini dikmişti. Bense “Şimdi beni tanıdınız işte!” diye dikilip tayımın yelesini kamçı sapıyla tarıyordum.

      IV

      Seyirciler arasında yine bir gürültü koptu: “İşte, oğlak kapma yarışına katılım ücretini topluyorlar!” “Oğlak kapma yarışı şimdi başlayacak!” “Murat süvari de kalktı!” “Salim kalpağını giydi!” “Kasap Ruzi oğlağı kesecek. Bıçağını biliyor…” “Beyzadeler de ayaklandılar.” “Salim, çapanını çıkaracak gibi…” “Hey maşallah süvariler!”

      Arkadaşlarımla biz de oğlak kapma yarışının çabucak başlamasını bekliyoruz. Binicilerin kimi palto, çapan çıkarıyor; kimi atının kolanını çekip kontrol ediyor; kimi de oğlak kapma yarışına katılım ücretini veriyordu. Ağabeyim de kocaman sarığı ile kalın paltosunu bana verdi. Kendisi atını oynatarak ortaya çıktı.

      Oğlak kapma yarışına girecek olanalar peş peşe ortaya çıkmaya başladılarsa da henüz oğlak ortaya gelmemişti. Bütün seyirciler sabırsızlanarak: “Bu saate kadar deve kesseler yetişirdi. Oğlağı soğutuyorlar mı?” diye söylenmeye başladılar.

      Uzun süre sonra kesilen oğlağı kucağına alan yarışın yöneticisi Arif ve onun arkasından da namı yürümüş süvariler kalpaklarını eğrice giymiş, eyere yan oturmuş halde meydana girdiler. Seyirciler oğlağı görünce: “Hey mübarek hayvan, sen misin be!” diye tezahürat yaptılar.

      Aradan biri:

      – Oğlağın kanı iyice yıkandı mı? diye sordu.

      Yarış yöneticisi Arif:

      – İçiniz rahat olsun, dedi ve oğlağı yere bıraktı. Sonra kalabalığa yaklaştı:

      – Dostlar! Çoluk çocuğu kenara alın. Atların ayakları-altında kalan olmasın. Siz de ihtiyatlı olun, güvenli bir yerde durun! Hayvanla uğraşmak kolay değil! diye bağırdı.

      Yönetici Arif, dua etti ve halk da duaya iştirak etti. Atını koşturarak yarışçıların toplandığı yere gitti. Seyirciler toplanan yakınlarına: “Bugün gayretini görelim haydi!” diye bağırıştılar. Oğlak kapma yarışı başladı…

      Biri alıyor, diğeri çekiyordu. Diğerinin yanına üçüncüsü ve dördüncüsü ekleniyor, hepsi birden sekiz tarafa çekiştiriyorları. Araya kenarda kalan yarışçılar da girip sıkışıyor, tekrar oğlağa sarılıyorlardı. Çek heyecanlı… Herkes oğlağı kendi takımına kazandırmak istiyor lakin oğlağın kuyruğundan, ayağından, boynundan, karnından çekiştirenler de çok… Kalabalığın arasından oğlağı alıp çıkmak kolay değil. Bazen oğlağı kapıp kalabalığın arasından sıyrılmak isteyenler de görülüyor. Yalnız, onun arkasından diğer yarışçılar kuş sürüleri gibi üstüne üşüşüp on- on beş adımda yakalıyorlardı. Yine çekişme başlıyordu. Bu taraftaki seyirciler: “Oğlağı kucağına sıkıştır! Kucağına!” “Atın başını bırak! Karnına kamçıyı yapıştır!” “Boş gelme! Sıkı tut!” “Dizgini salıver, kamçıyı dişlerinin arasına al! Sağa sola bakınma” “Aldın! Aldın!” “Verme! Sola dön, sola!” “Tut! Bırakma!” “Vay! Lanet olası! Kaptırdın işte! Sen de kendine oğlak kapma yarışçısı mı diyorsun?” “Atın mundar gitsin! At mı eşşek mi bu geberesi mundar!” diye çeşit çeşit seslerle bağırışıyorlardı. Oğlak yere düşse seyircilerden bazıları koşarak oğlağı yerden alıyor; dostunun veya kardeşinin eline tutuşturmaya çalışıyordu. Lakin diğer biniciler oğlağı onun elinden almak için hemen üzerine yığılıyorlardı. O vermemeye çalışıyor, diğerleri araya alıp sıkıştırıyorlardı. Zavallı, bir müddet sonra topallayarak veya ellerini ovuşturarak ortadan güç bela çıkıp gidiyordu.

      Baba oğlunu, ağabey kardeşini tanımıyordu. Herkes toz toprak içinde, ter içinde, sıcaktan pişmiş halde oğlağı takımına kazandırma derdindeydi. Başı yarılan mı ararsınız, gözü çıkan mı, attan düşüp kolu kırılan mı… Yeter ki oğlağı kapıp takımına kazandırsın… Takıma kazandırmak da büyük keyif!

      Lakin oğlağı kendi takımına kazandırmak kimseye kısmet olmuyordu. Oğlağı takımına kazandıran birçok başarılı süvari sancıdan ölecek gibi olsa da oğlağı takıma kazandırınca atlarını kamçılayıp elli-altmış adım uzaklaşıyorlar ya yine arkadan gelenler tarafından kuşatılıp oğlak ellerinden alınıyordu. Tekrar çekişme başlıyordu.

      Oğlak kapma yarışı başlayalı epey vakit geçmişti. Yarışçılar birden durgunluğa bürünüp yarış alanında toplandılar. Biz, atlı ve yaya seyirciler de hep birlikte ortaya koştuk. Ben sonradan vardığım için atlı ve yaya kalabalık ortayı doldurmuşlardı. Ben kenarda kaldım. Ne kadar uğraştıysam da araya girmeyi başaramadığımdan adamların ağzına bakıyordum. Lakin oğlak kapma yarışçıları arasında ne olup bittiğini kimse bilmiyordu. Herkesin yüzünde bir şaşkınlık ifadesi vardı ve herkes birbirine “Ne olmuş?” diye soruyordu.

      Birkaç dakika sonra “Kımıldatmayın, sarsmayın!” diye bir ses işitildi. Kalabalık şaşkındı.

      Ortadakilerden biri bağırdı:

      – Uzaklaşın hey!

      İnsanlar bir kenara çekilip yol açtı.

      – Ne olmuş? Ne var?

      – Yok bir şey… İsanbay’ı at çiğnemiş.

      – Durumu kötü mü?

      – Yok… Biraz…

      Adamlar birbirlerine bakarak: “Felaket… Felaket…” diyorlardı. Öteberi derken beş-altı kişi atın çiğnediği adamı ortadan alıp kenara СКАЧАТЬ