Название: Özbek Hikâye ve Kıssaları
Автор: Muhammed Emin Töhliyev
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6853-73-7
isbn:
Değirmenci Sabir’in oğlu:
– Mahkem’in dedeleri de oğlak kapma yarışçısıymış ya.
– On iki yaşındaki kardeşini görmüyor musunuz? Şu yaşta oğlak kapma yarışında at koşturmak ister.
Bu söz üzerine vücudumun her tarafı titredi. Az kaldı kahkahayla gülecektim.
– Babam Mahkem’in dedesinin oğlak kapma yarışında at sürüşünü bir anlatsa dinleyenler şaşırıp kalır. Yüz, iki yüz süvarinin arasından tek başına oğlağı kapıp çıkarmış ya, dedi palabıyık bir delikanlı.
– O zamanki adamlar içinde oğlak kapma oyununun piriymiş desene sen şuna, dedi değirmenci Sabir’in oğlu.
– Atın iyiyse ve bileğin güçlüyse sen de oğlak kapma oyununun piri olursun, dedi bir başkası.
Ben dedemin övüldüğünü işitince kasılarak gidiyorum. O sırada arkamızdan dörtnala gelen bir atın nal sesleri işitildi. Dönüp baktık ki ala bir keçi kucağında, bağrı açık, önlük giymiş, sarı atlı bir delikanlı gördük. O bize yetiştiğinde durdu ve at üstünde herkese hal hatır sordu.
– Bu hafta bize taşımada yardım ediyorsunuz ha, dedi gülümseyerek Toğan ağabey.
– Evet, tabii ki. Sizin gibi dostlara yardım etmemek olur mu? dedi delikanlı ve sabırsızlandı:
– Haydi. Hızlanın biraz!
O delikanlıyla birlikte yola devam ettik. Biraz bizim atların yürüyüşüne ayak uyduran delikanlının sabrı kalmamış olmalı ki atına şırak diye bir kamçı indirdi ve kuş gibi uçup gitti. Biz sadece onun “Ben biraz hızlanayım” dediğini işitebildik.
Artık o delikanlının atı üzerine sohbet başladı:
– Oğlanın atı çok iyi koşuyor. Böyle atın oldu mu oğlak kapma yarışçısı olmak yakışır, dedi Toğan ağabey.
– Sanki cennet rüzgârı gibi uçuyor, dedi palabıyık delikanlı.
O sırada nedendir anlamadım, herkes kahkahayla güldü. Gülmelerinin sebebini anlamadıysam da onlara katılıp gülmeye başladım.
– Cennet rüzgârı mı, serserilik rüzgârı mı? diye sordu bir başkası.
III
Dombirabad girişinde ağabeyime rastladık. Ağabeyim ve yanındakiler çayhaneye pilav hazırlaması için para toplayıp verdikten sonra yine yola düştük.
Tarla yolu kış mevsimi dışında su görmediği için bir buçuk metreye yakın genişlikteki toprak yolda yirmi otuz oğlak kapma yarışçısı birlikte at koşturuyor, kimi de yavaş yavaş gidiyordu.
Yolu toz toprak kaplamış, kimse kimseyi tanıyamaz hale gelmişti. Bense eve döndüğümde annemin “Elbiseni kirletmişsin!” diye azarlamasından korkarak ilerliyordum. Uzun zaman yol aldıktan sonra oğlak kapma yarışlarında at koşturulan yere geldik. Orası, dört tarafı göz alabildiğine geniş ve dümdüz bir yermiş. Orada çok insan toplanmıştı. Oğlak kapma yarışına katılacak atlılarla yaya gelen seyircilerin haddi hesabı yok.
Büyük karaağacın altında iki tane kocaman semaverin altına odun yığmış kaynatıyorlardı. Semaverden biraz ötede bir iki kişi, üç dört çuval salatalığı birbirine dayayıp koymuşlar; “Mirza boğan salatalık! Kütür kütür salatalık!” diye övüyorlardı.
Ağabeyim ve yanındakiler top karaağacın altına, semavercinin kilim serdiği yere gelip attan indiler. Yakıcı güneşin altında dikilmek eziyet verici olduğundan ben de tayımla beraber karaağacın altında bir yerde durdum. Etraftakiler bana ve tayıma bakıyorlardı. Ben utanıp sıkılarak tayımın yelesini tarıyorum. Etrafımdakiler kendi aralarında gürül gürül konuşuyorlar, sabırsızlıkla oğlak kapma yarışının başlamasını bekliyorlardı. Birisi, “Bugün oğlak kapma yarışları pek heyecan verici olmayacak” dese ikincisi, “Boş laf etme, bugün oğlak kapma yarışları çok heyecanlı geçecek çünkü usta biniciler Salim ile Murat geliyormuş…” diyordu. Yine bir başkası, “Evet, evet… Eğer Salim gelirse oğlak kapma yarışı kızışır…” dese başka biri de: “Salim’in atı Kazakistan atlarındandır. Kamçı istemez. ‘Heyt!’ dese yeter…” diyordu. Sonra adamın biri: “Onlar üç kişiydi. Bir tanesi iki yıldan beri görünmüyor. İşte öyle süvari bir daha bulunmaz…”, dediğinde ötekisi: “Yaşa! Yaşa! Ben de onu çoktandır görmüyorum. Şöyle topluca, yerden bitme bir delikanlıydı…” “Evet, evet! Babana rahmet. Sanki o delikanlı. Ne kadar soruşturduysam da bir daha kimseden haberini alamadım.”
O delikanlı üzerine epeyce tartışma oldu. Biri: “Ölüp gitmiştir…” dese ikincisi: “Yaşıyor!..” diye bağırıyordu. Yine başka birisi onlara karşı çıkıp: “At çiğnemiş. Hastanede ölmüş…” diyordu. Sofu kılıklı bir adam: “Birinin hakkında kötü söz söylemeyin…” demişti. Bir başkası: “Öldüyse ölmüştür. Bunda tartışacak ne var…” deyiverdi. Sonra başkası: “Boşuna oturuyoruz yahu…” diyerek güldü. Tekrar devam etti: “Sırası! Sırası!” Sonra bir gürültü ve tekrar: “Evet! Evet!” Sonra da: “Yok! Yok!”
Bir kişinin “İşte oğlak geldi!” diye bağırmasıyla birlikte herkes sessizliğe gömülüyor, oğlağa bakıyordu. Yine biraz sonra: “Oğlağı küçükmüş. İyi bir biniciye bir lokma bile olmaz…” “Şu iyi, şu!” diye tartışmalar da başlamıştı ki iki süvarinin at oynatıp girişi, herkesin sesini kesti. Yavaş yavaş: “Süvari Selim…”, “Süvari Murat…” diye fısıltılar gelmeye başladı.
– Karası Salim mi? Çiçek bozuğu olan…
– Salim’in bileği güçlü gibi…
Binicilerin birisi boz ata, ikincisi ala ata binmiş heybetli ve neşeli gençlerdi. Onlar geldikten sonra halk sabırsızlanmaya başladı:
– İşte şimdi gerçek bir oğlak kapma yarışı göreceksiniz! diyorlardı.
– Bugün kıyamet kopacak, diyerek baş sallıyorlardı.
– Murat’ın atına bak. Sanki kanadı var gibi.
– Boz atı mı diyorsun, doru atı mı?
– İkisine de başka at yetişemez. İkisi de asil…
– Kulakları dik at iyi koşar.
– İş kulakta değil, soyda…
– Yok, yok! Kişnemesinden belli. Ben deneyip gördüm.
– Kara at iyi koşar derler. Karası iyi, karası!
– Rahmetlik babam, at aldığında tırnağına dikkat ederdi. İş tırnakta…
Bahse giriyorlar, herkes yanındakiyle tartışıyordu. СКАЧАТЬ