Özbek Hikâye ve Kıssaları. Muhammed Emin Töhliyev
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Özbek Hikâye ve Kıssaları - Muhammed Emin Töhliyev страница 4

Название: Özbek Hikâye ve Kıssaları

Автор: Muhammed Emin Töhliyev

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-73-7

isbn:

СКАЧАТЬ ve bir zenginin yanına hizmetkâr olarak verilmiştir. Hizmet ettiği efendisi, Rusça okuma-yazma bilen birisine ihtiyacı olduğu için Abdulla Kâdirî’yi Rus-Tüzem mektebine vermiştir. 1907- 1915 yılları arasında Türkistanlı tüccarların yanında kâtip olarak çalıştı. Bu arada devamlı okuyarak kendisini yetiştirdi. 1913 yılında çıkmaya başlayan Sadâ-yı Türkistan, Semerkand, Ayna gibi Türkistan’da neşredilen gazete ve dergileri okuyucu olarak yakından takip etti ve bir süre sonra kendisi de bu yayın organlarında çeşitli konularla ilgili yazılar kaleme almaya başladı. Mahmudhoca Behbûdî’nin 1913 yılında yayımlanan Pederküş (Baba Katili) piyesinden etkilenerek kendisi de 1915 yılında Bahtsız Küyav (Talihsiz Güvey) piyesini yazdı. 1914 yılında Ahvâlimiz, Milletime ve Toy (Düğün) gibi şiirleri yayımlandı. 1915-1916 yıllarında Cüvanbaz ve Ulakda adlı hikâyeleri basıldı. Hâl tercümesinde verdiği bilgiye göre, 1917-1924 yılları arasında çeşitli Sovyet idarelerinde, gazete ve dergilerde çalıştı. Onun bu devrede bilhassa Muştum dergisindeki faaliyeti ve hiciv alanındaki eserleri önemlidir.

      1925-1926 yıllarında, Moskova’daki Edebiyat Enstitüsü’nde okudu, devamlı eser yazmakla meşgul oldu. Abdulla Kâdirî, Ötken Künler adlı meşhur romanını da bu dönemde, 1925-1926 yıllarında üç bölüm hâlinde yayımladı. 1928 yılında, diğer meşhur romanı olan Kürsüdeki Çıyan yayımlandı. Her iki roman da kısa süre içersinde büyük şöhret kazandı. 1930’lu yıllarda bu romanlar tekrar yayımlandı. Ancak bu romanlar şöhretini artırdıkça Sovyet sistemi, yazarı bazen meslektaşlarının yardımlarıyla, bazen de başka yollarla sorgu ve işkencelere alarak yasaklar getirmeye ve tehdit etmeye başladı. Mahkeme karşısına çıkarılarak hapis cezasına çarptırıldı. Bu durum karşısında Kâdirî, mecburen Sovyet tarafına “geçmeye başladı” ve Sovyet ideologlarının direktiflerine uyarak bazı eserler de yazdı.

      Kâdirî, yukarıda adı geçen iki romanını, 1920-1926 yılları arasında yazmıştır. Sonraki yıllarda devamlı baskı altında yaşadı. Nihayet 31 Aralık 1937 tarihinde tutuklanarak hapse alındı ve “halk düşmanı” ilân edildi. Bir yıl kadar devam eden sorgulama ve işkencelerden sonra belli bir suçu olmadığı hâlde 4 Ekim 1938 günü akşamı gizlice Taşkent dışına çıkarılarak kendisi gibi birçok aydınla birlikte kurşuna dizildi.

      1956 yılında Komünist Partisinin 20. Kurultayında, 1930’larda suçsuz oldukları hâlde öldürülenlerin aklanması yolunda bir karar alındı. Bu karardan sonra Kâdirî’nin eserleri yeniden yayımlandı. Önce Ötken Künler romanı kısmen değiştirilerek 1958 yılında yayımlandı. Daha sonra Mehrabdan Çayan ve Âbid Ketman neşredildi. Hikâyeleri ve hicviyeleri de Kiçik Eserler (1969) ve Gırvanlik Mallavay (1987) adlı eserleri de yeniden basıldı. Romanları, 1992 yılında, ilk orijinal baskıları dikkate alınarak tekrar yayımlandı.

      Ötken Künler romanı, daha sonra Türkiye Türkçesine aktarılarak Türkiye’de de yayımlandı. Abdullah Kâdirî’nin hayatı ve sanatı hakkında çok eser yazılmıştır. Aybek, İzzet Sultan ve Metyakub Koşcanov’un eserleri, Kâdirî hakkındaki hatıraları ihtiva etmektedir.

      1990’larda çıkan Abdulla Kâdiriy Zamandaşları Hâtırasıda adlı kitap, oğlu Habibullah Kâdirî’nin yazdığı Atam Hakıda adlı eser ve Nebican Bâkî’nin devlet arşivindeki belgelere dayanarak hazırladığı Katlnâme adlı kitap, Kâdirî hakkında önemli kaynak eserler olarak değerlendirilebilir.

      Bugün Kamalan mezarlığında sembolik bir kabri bulunan Kâdirî’nin yaşadığı evi de müze hâline getirilmiştir. Adı, çeşitli enstitü, yayın evi ve caddelere verilmiştir. 1990 yılında, Kâdirî adına devlet ödülü ihdas edilmiş ve 1991 yılında, Ali Şîr Nevâî devlet ödülü, Abdulla Kâdirî’ye verilmiştir. 1994 yılında, doğumunun yüzüncü yıldönümü dolayısıyla törenler düzenlenen Kâdirî hakkında bir film hazırlanmış, eserleri yedi cilt hâlinde yayımlanmış ve bazı eserleri senaryolaştırılarak filmleri çekilmiştir.

      Oğlak Kapma Yarışında

Türkiye Türkçesine çeviren: Mahir Ünlü

      I

      Dün babama sorup izin aldığım için bugün ağabeyim de “Gerek yok, gitme!” diyemedi. Çayı alelacele içip atları bağladığımız ahıra koştum.

      Babamla annem:

      “ Elin ayağın birbirine dolaştı yahu…” deyip gülüştüler.

      Kaşağıyı aldım ve kara sakar atımın keçesini üstünden alıp o yanını, bu yanını kaşıdım. Hayvan yerinde duramıyordu. Başını sallıyor, yeri eşeliyor, kuyruğunu sallıyordu. O sırada benim içimden “Allah nasip ederse gelecek yıla oğlak kapma oyununda bir koşturayım ki bana ‘Süvari Turgun’ desinler.” gibi arzular geçiyordu.

      Kurban bayramında aldırdığım Moğol işi bayramlık eyerle tayımı güzelce eyerledim. Dayıma yalvar yakar aldırdığım dizgini temizleyip taktım da uzakta durup eksik gedik var mı diye baktım.

      “Üzengisi, kuyruk kayışı yerli yerinde; eyer iyi konmuş; kolan düzgün bağlanmış; dizgin de beylerin atlarındaki gibi… Lakin omuz kayışının olmaması biraz canımı sıktı. Biraz düşününce ağabeyimin dizgin yaptırmak için sakladığı kayış aklıma geldi. Sakladığım yerden yavaşça o kayışı alarak omuzluk yaptım.

      Tayım şimdi kasılarak boynunu oynatıyor, sanki beylerin atlarına benziyordu. O yanını, bu yanını temizledikten sonra direğin yüksekçe bir yerine bağladım. Şimdi kaldı beyaz kumaş paltomu, Rus stili pantolonumu, Amerikan botlarımı ve tüylü kadife doppımı giymeye… İşte ondan sonra ata binsek beylere benzeriz ya!

      Annemin tuhaf bir alışkanlığı var. Ne zaman yeni gisilerimi giyecek olsam gözlerini belertip “Eskitirsin, kirletirsin, düğüne bayrama giderken giyersin” diye kızmaya başlar. Azıcık şeytanca ağlamazsam işler yoluna girmez. Bu sefer de aynen öyle bir ağlamadan sonra giysilerimi giyip atlas işlemeli belbağımı bağladım. Anneme çaktırmadan yavaşça eve girip babamın gümüş saplı kamçısını elbiselerimin altına sıkıştırıp dışarı çıktım. Hizmetçi, et getiriyormuş. Atı ahırdan dışarı çıkarıp beklemesini söyledim. Eti anneme verdim ve koşarak dışarı çıktım.

      Annem arkamdan:

      – Giysilerini kirletme, tayını fazla koşturma, oğlak kapma yarışındakilerin arasına girip kazaya filan karışma, arkadaşlarınla birlikte kenardan seyret, diye söylenip durdu.

      Hizmetçiden atı alıp bindim. Paltomun eteklerini toplayıp sakar tayımın karnına bir iki kamçı değdirmiştim, hayvan oynaklayıp koştu. Hizmetçinin “Ha, maşallah süvari!” diyen sesini işitip sertçe kamçılamıştım. Sakar tayım dörtnala gidiyordu.

      II

      Çukurarık’ta tayımı sulayıp çıktığımda bir sürü oğlak kapma yarışçısı atlıya rastladım. Onların bazıları ağabeyimin arkadaşlarıydı. Bana hal hatır sordular. Biri ağabeyimin nerde olduğunu sormuştu. Ben de sabahleyin oğlak kapma yarışına gittiğini söyledim.

      – Bizim Mahkembay oğlak kapma yarışına çok meraklı, dedi o delikanlı.

      – Hayırlı yolculuk küçük bey! Ne tarafa? diye bana sordu.

      Ben biraz utanarak:

СКАЧАТЬ