Название: Suç Koridoru
Автор: Metin Yıldırım
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6853-80-5
isbn:
–Sen elini yıkayıp, üstünü değişene kadar hazır ederim, dedi.
Şoger gerçekten de çok becerikliydi. Hemen etten iki parça keserek tavanın içine bıraktı. Altı parçaya ayırdığı eti iki gün daha yiyebileceklerdi.
Az sonra Kikos, kızarmış et kokan küçük mutfağa girdi. Tavanın içindeki yağın çıkardığı cızırtı sesi de, kokusu da muhteşemdi. Yutkunarak beklemeye başladı. Şoger, eski ocağın ateşini kapatıp, tavayı masaya koydu. Hemencecik bir tane domatesi ve biberi söğüş yaparak masayı çeşitlendirdi.
Kikos, ilk lokmayı küçük bir parça ekmekle ağzına alırken etin verdiği lezzeti doya doya tadarak çiğnemeye başladı. Uzun zamandır böyle lezzetli bir yemek yememişti. İkinci parçayı ağzına götürürken etin kokusunu iyice içine çekerek yemeye başladı. Gözleri bir an Şoger’e takıldı. O da önündeki bir parça eti bitirmemek için küçük küçük parçalara ayırmış, iştahla önündeki bir parça ete bakıyordu.
Birden aklına dolaptaki yarım şişe rus votkası geldi. Yavaşca yerinden kalkıp Şoger’in meraklı bakışları arasında dolaptan votkayı alıp bir bardağa doldurdu. Göz ucuyla içki sevmeyen karısına bakıyordu. Onun içki sevmediğini bile bile eliyle “İster misin?” diye bir işaret yaptı. Şoger de başıyla “İstemem!” işareti yapınca bir kadeh votkayı karısına doğru “Şerefe” diyerek kafasına dikti. İlk yudumda boğazını yakan alkolün acı tadına aldırmadan üç yudumda kadehi bitirdi.
Boğazı feci şekilde yanmıştı. Konuşmak istedi ama konuşamadı. Öksürdü…
Yanan boğazının acısını hafifletmek için önünde duran birkaç parça domatese baktı. Onları yemeye kıyamadı. Bir parça ekmek aldı. Yutkunurken alkolün yaktığı boğazı biraz rahatlamıştı. Öksürdü. Şoger’e baktı. Onun yüzündeki mutluluk kaybolmuştu. İçinden: “Öfff, bu evde hiç rahat yok!” diye geçirdi. Küçük bir parça et daha keserek yemeye başladı. Hemen bir kadeh votka daha doldurarak bir dikişte bitirdi. Bu akşam şarhoş olmak istiyordu.
İkinci kadehten sonra karısı gözüne güzel görünmeye başladı. Şoger’in yeni yetme gençler gibi uzayan bıyıkları kaybolmuştu. Yanaklarından aşağı doğru sarkan etler de geri çekilmişti. Rengi daha beyazdı ve yüzündeki kırışıklar kaybolmuştu. “Bu Şoger bayağı güzelmiş!” diye düşündü. Üçüncü kadehten sonra gözleri iyiyce dumanlanmıştı. Bir an önce önündeki yemeği bitirip karısını yatağa götürmek istiyordu.
İçinde çoktan hissetmediği duyguları kıpırdanmaya başlamıştı. Gençlik zamanı gözünün önünden bir film şeridi gibi geçti. Şoger’e aşık olduğu zamanları hatırladı. İçinden derin bir “Ahh!” çekti. Sanki Şoger’de o günleri hatırlamışcasına yüzüne bakıyordu. İkisi de aynı anda gülümsediler. Bir çırpıda önünde kalan son et parçasını da ağzına attı. Ayağa kalkıp kadehinden bir yudum aldıktan sonra sofrayı toplamaya çalışan Şoger’in elinden tutup yatak odasına doğru götürdü…
Günler günleri kovalıyordu. Kikos küçük dükkanında yaptığı işlerle karınlarını zor doyuruyordu. Bazen ekmek alacak parası olmuyor bazen de artan parası ile bir şişe votka alarak evine gidiyordu. Şoger ise içine kapanmıştı. Yiyecek bir şey olunca kalkıp masayı hazırlıyor, Kikos’un elini boş görünce oturduğu koltuktan hiç kalkmadan onu görmezden geliyordu. Zaten böyle durumlarda da Kikos fazla ortalıkta görünmüyordu. Para kazanamayışının suçlusu olarak kendisini görüyordu. Ne varki Ermenistan’ın ekonomik durumu gittikçe bozuluyor, her geçen gün yaşam şartları daha da zorlaşıyordu. Bildiği tek iş ayakkabı tamirciliğiydi.
O gün birkaç tamir yapmış, ekmek ve sebze dışında birkaç parça et alabilmişti. İçeri girerken pişmiş et kokusunu duyar gibi oldu. Hemen kapıyı kapatıp küçük holden salona girdi. Koltuğun üstünde yastığa yaslanmış olarak oturan Şoger, Kikos’un elindeki paketleri görünce yerinden bir ok gibi fırladı. Paketleri alıp mutfağa doğru giderken: “Her zaman ki gibi mi olsun?” diye sordu.
Kikos başıyla onayladı. İki parça domuz etini kızartacaktı. Birkaç dakika sonra sofranın başına kurulmuşlardı. Etin yanında yine domates ve salatalık söğüş yapılmış, marul v.s gibi yeşilliklerde tabağın etrafına dizilmişti. Kikos, ilk kadehini fondip yaparak kaldırdı. İçinden: “Paranın gözü kör olsun!” diye düşündü. Şoger’e baktı, o da çok düşünceliydi. Olsaydı da hergün eli kolu dolu gelseydi; ancak yapacağı fazla bir şey yoktu. Ülkenin de hali belliydi kendi hali de. İkinci kadehi kaldırırken boğazı yine yanmıştı. İçindeki umutsuzluk büyümeye başladı.
Az sonra sarhoş olmuştu. Şoger’e anlatmak istediği şeyleri bir türlü anlatamamanın verdiği üzüntü bütün benliğini kapladı. Karısının haklı olduğunu düşünmeye başlamıştı… Elinden gelen tek iş kundura tamiriydi, onu da zaman zaman bırakıp mitinglere gidiyordu. Gerçi gitmeseydi de aynı problemleri yaşayacaktı ama belki daha iyi şartlarda…
İçini bir hüzün kapladı. Geleceği çok umutsuzdu. Tam o anda Şoger’in gözünden bir iki damla yaşın masaya düştüğünü gördü. Önce yanıldığını düşündü ama dikkatli bakınca loş ışıkta karısının ağladığından emin oldu. Onun da boğazına hıçkırıklar düğümlendi ama Şoger’i rahatlatmalıydı. Aslında onun neden ağladığını biliyordu ama yine de sormak istedi:
–Şoger, neden ağlıyorsun?
–Nedenini biliyorsun.
Evet, biliyordu. O konuyu her konuştuklarında Şoger günlerce yatakta yatıyordu. Kendisi de birkaç yaş daha yaşlandığını hissediyordu. Yine de emin olmak istedi:
–Ağlama! Sonra yataklara düşeceğini biliyorsun!
–Elimde mi?
–Ne olur konuyu açmayalım…
Şoger, katıla katıla ağlamaya başladı. Kikos çaresizce onu izliyordu. Omuzlarını silkeleyerek ağlayan Şoger’in göz yaşları sicim gibi akmaya başlamıştı. Masanın üstünde duran bezi alıp gözlerini sildi. Bezin bir köşesine de burnunu sümkürdü. Birden bağırmaya başladı:
–Buradan nefret ediyorum! Bu yoksulluktan, sizin nefret duygunuzdan, sizin kininizden, Ermeni yöneticilerden nefret ediyorum. Ermeni yöneticileri bize hep Türklerin kötülük yaptıklarını söylediler. Ya kendilerinin yaptıkları kötülükler…
Tekrar burnunu silerek, masanın üstünde duran sigaradan bir tane alıp yaktı. Derin bir nefes çekerek konuşmaya devam etti:
–Evet! Gerçek şu ki Sarkisyan da, diğerleri de hep yalan söyledi. Bizi açlığa mahkum ettiler. Sadece içimizdeki kini büyüttüler. Dış ülklerden gelen yardımların hepsini kendileri yediler. Bize ne kaldı? Evet, bize de Metzamor Nükleer Santrali’nin radyasyonu kaldı.
Gül gibi çocuğumu Metzamor eritti. Derisi kıvrım kıvrım oldu. Organları kurudu. Ateşler içinde yandı çocuğum. En sonunda troid kanserinden öldü.
Şimdi СКАЧАТЬ