Название: Kızın Sırrı
Автор: Danikeyev Öskön
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-99795-4-0
isbn:
– Nasılmış, Camaş? Fena yazılmamış, değil mi?
– Öyle şeyleri uydururlarsa da öncelikle incelemeleri lazımdı.
– Bu incelendikten sonra baştan sona kadar tespit edildikten sonra yayımlanmış. İlginç değil mi? Ben de anlamıyorum, Camaş. Hiçbir şey anlayamadım. Yakın zamanda yüksek kurumdan da gelecekler varmış. Azim parmaklarıyla masanın üstünü (…) susarak kalakaldı.
– Şimdi nasılmış madenin gösteriş oranı?
– İyi, sözün kısası bu bir sır gibiydi. “Her şeyi yapan sen, senin sunumunun sonucu.” dediler. Şimdi de aynı denemelerde kazılıyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse öncekine göre daha çok üretiliyordu.
– İlginç, birileri ihanet etmiş olmasın? Kanay diye direk söylemeye çekindim. Eğer kötülüğü düşünürsek, sadece Kanay’dır. Ondan başka kim yapar?
– Ne ihaneti. Svetlana bütün numuneleri tekrar çevirdi. Her şey yerinde: jeolojik kesintiler, laboratuvar tahlili… Bırak, şüphelenecek bir şey yok. “Hainlik…” Azim şakayla “Hainlik yapıp belki son numuneyi bilerek yanlış almak lazım.” dedi.
Nedense, sanki o da bir şeyden şüphelenmiş gibi, kalbim güm güm ederek geçmiş günlerden bazı şeyler hatırlıyordum.
Yapacak bir şey yok, sanki Kanay benim hakkımda dayıma bir şeyler demişti. Henüz dayımın onun hakkında ne düşündüğünü bilmiyordum. Bazen:
– Kötü bir delikanlıya da benzemiyor. İyidir, iyi delikanlı, diyordu. Tek bir şey…
Cümlesinin sonunu getirmeden sessizliğe büründü. Aklında ve yüreğindeki o “tek bir şey…” onu kaygılandırıyordu. Hâlbuki yengeme az olsa da bir şeyleri anlatırdı.
Avlunun kapısından dayım girdi. Ben saçlarımı açıp, yeniden yıkamaya hazırlanıyordum.
Dayım katlanmış bir miktar parayı yengeme uzatarak “Al!” dedi. Sinirliydi. Öbürü parayı da elinde buruşturarak:
– Bu ne parası? dedi. Nerden aldın? Maaşa daha çok zaman var?
– Ee, verileni alıver.
– Alırım tabii… Hey, senin niye sirken su kaldıramıyor gibi, ha? Normalde ona başkaldırmayan yengem, bu sefer dayanamadı:
– Adama bak! Ben nerden bileyim, belki birini kemik oyununda yendin falan…
– Dur dedim! Benim ne zaman kumar oynadığım vardı? Ödül para buymuş. Ne zamandır bir geri zekâlı yüzünden tartışma içindeydik, iki tarafın hangisinin haklı olduğunu bilmeden…
Dayım eve girdi. Yengem bana bir göz atıp dayımın peşinden gitti. Ben saçımı ne topladım ne de yıkamaya kalktım, tarak yere düştü. Dayıma şaşırıyordum. Bu güne kadar böyle tersliğini ve kaba konuşmalarını ilk defa duydum. “İçkili mi?” Hayır, o içki içmiyor ki.
“Bir geri zekâlı yüzünden…” Nedense o, bu sözle bana laf soktu gibi geldi. “Geri zekâlı…” Kulağım çınlayıp, damağım kurumaya başladı. O arada evden dayımın sesi geldi:
– Ya sana bugün ne oluyor? Düşünür müsün az da olsa…
Dayım kendi düşüncesinden vazgeçecek değildi:
– O çocuktur, çocuk! Onunla konuşmamız ve ona anlatmamız lazım. Önemli olan sadece insanın yüz güzelliği ve okumuşluğu mu?
Öyleyse. Azim, Azim… Kanay ondan güney, kuzey kadar daha önde!
Ben kulaklarımı ellerimle kapatıp oturdum. Nefesimi tutup bakışlarımı yere diktim. Geçen Azim ile ikimiz görüştüğümüzde, onun “şaka” sözü aklımdan çıkmıyor, doğru cevap da bulamadan kendimi kabahatli buldum: Neden? Belki de…
Bu benim için bir bulmacayı çözebilmek gibiydi. Şimdi de dayım… Yok! Ben artık dayanamam! Dayandım, ezildim bittim! Her neyse…
Akşam olup, hava kararmaya başlamıştı. Yerimden hemen kalkıp, ileri tarafa doğru koştum. İlk önce nereye, kime gittiğimi de anlamıyordum. İki tarafıma bakmayı bile düşünmüyordum. O an hiçbir şey umurumda değildi. Sadece üstümdeki gökyüzünü, yerdeki toprağı fark ediyordum. O gökyüzü gibi temiz, toprak gibi güçlü bir dürüstlüğü arayıp bir bilsem diyorum.
Bu eğlence sahası, ondan sonra okul… Delirmiş gibi hangi tarafa gideceğimi şaşırıp, bir o yana, bir bu yana koşuyordum; sonra sokağın sol tarafındaki çatılı eve doğru döndüm.
Kapı çalmak o ara aklıma bile gelmedi, direk içeriye girdim. Svetlana, bir şeylere bakarak tek başına oturuyordu.
– Camal? Sen misin? Hayırdır! O şaşkınlıkla bana doğru acelece yürüdü.
– Evet…
– Ben iki elimi arkama saklayarak kapının eşiğine dayandım. Gülümsemeye çalıştım ama gülemedim. Svetlana şimdi bana yaklaşmıştı, gözlerime bakarak:
– Yok, Camal. Senin bir diyeceğin var, Gel şöyle geç? O, bana sandalye çekti.
Ben yavaşça sandalyeye oturdum. Svetlana bardağa soğuk suyu doldurup:
– Yorulmuşsun. İçiver? dedi.
Ben onu alırken, duvarda asılı küçük aynadan kendimi gördüğümde korktum; saçlarım dağınık, yarısı arkamda, yarısı omzumdan göğsüme kadar sarkmıştı. Bezmiş gibi dudağım dudağıma dokunmuyordu. Burnum iki tarafından sıkılıp kalmış, sanki gözlerim kan çanağına dönmüştü.
Biraz kendime geldikten sonra:
– Evet, şimdi konuş. Ne oldu? dedi Svetlana merakla bakarak. Ne, Kanay mı?
– Kanay? Haa… Evet, Kanay… dedim ben nefesim kısılarak. Bence o.
– Camal, daha açık konuşur musun? Bir şey mi dedi, yoksa…
– Yok, yok.
– Tamam?
– Bilmiyorum, Sveta. Henüz… Benim düşünceme göre sen de Azim de kabahatli değilsiniz. (Hâlbuki “siz” demekten vazgeçerek nasıl da “sen” demeye geçtiğimi fark etmedim) Boş yere yandınız.
– Nasıl yani? O artık geçmişte kalan iş Camal. O konuyu tekrar konuşmanın bir faydası yok.
– Öyle diyelim… Konu namus değil mi? Belki benim düşüncem yanlış çıkar. Ne zamandır bazı düşüncelerden kafam karıştı. СКАЧАТЬ