Название: Özbek Edebiyatı Yazıları
Автор: Karakaş Şuayip
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6494-95-4
isbn:
Türkistan’da bu cinayetler işlenirken diğer yanda, sömürge idaresi tarafından neşredilen mahallî gazete ve dergilerde de Rusya’nın Türkistan’a ilim ve medeniyet getirdiğine dair propaganda yayınları yapılmış, Rus kültür ve hayat tarzı benimsetilerek Ruslaştırma çalışmaları aralıksız şekilde devam ettirilmiştir. İşgâlin ardından Türkistan’daki bütün eğitim kurumları Çar hükûmetinin nezaretine girmiş, 1876 yılında eğitim faaliyetlerine rehberlik etmek üzere Taşkent’te “Türkistan Ölkesi Okuv Yurtları Baş Başkarması” kurulmuş ve eğitim programları da yavaş yavaş sömürge siyasetine uygun hâle getirilmiştir. Aynı yıl, Taşkent’te orta derecede eğitim veren kız ve erkek “gimnaziya”ları açılmıştır. Daha sonra 19 Aralık 1884 tarihinde, Taşkent’ten başlayarak “Rus-Tüzem” mektepleri açılmaya başlanmıştır. Bunlar, sömürge hâline getirilen Türk yurtlarını idare etmede faydalanmak üzere tercüman yetiştirmek ve Ruslara karşı sempati uyandırmak gibi maksatlarla mahallî halkın çocuklarına ilkokul seviyesinde eğitim veren Rus devlet okullarıdır. Böylece Türkistanlı gençler, çar hükûmetine bağlı sadık tercümanlar olarak yetiştirilmek istenmiştir. Taşkent’ten sonra bütün Türkistan’da açılan bu mekteplerin sayısı, 1917 yılı başlarında 170’e ulaşmıştır. Bunların 84’ü bugünkü Özbekistan’da, diğerleri ise Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan’da faaliyet göstermiştir.
Ruslaştırma veya Ruslara yaklaştırma olarak değerlendirilebilecek bu faaliyetlerin yoğun bir şekilde sürdürüldüğü dönemde, 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Rus sömürge idaresine karşı tepki hâlinde başlayan isyan hareketleri, her defasında kanlı bir şekilde bastırılmış, yerli halktan önemli bir nüfus da her fırsatta suçlu görülerek Rusya’nın yaşamaya elverişsiz bozkırlarına sürgün edilmiş, bir buçuk milyon civarında Rus göçmen Türkistan’a getirilerek Özbek, Kazak ve Kırgız bölgelerinde iskân edilmiş, böylece Türkistan’da ekilebilir arazinin %55’i Rusya’dan gelen göçmenlerin eline geçmiş, bütün büyük şehirlerde önemli sayıda yabancı toplanmış, iş yerleri ve dükkânlar Ruslarla Yahudilerin mülkiyetine geçmiş, Türkistan halkı da bu uygulamalar sebebiyle her gün biraz daha fakirleşerek âdeta açlığa ve nihayet yok olmaya mahkûm edilmiştir.
Rus sömürge idaresinin bu faaliyetleri karşısında Türkistanlı aydınların hiçbir tepki göstermeden kaderlerine razı olduklarını düşünmek, elbette mümkün değildir. İşlenen cinayetler, idrâk ve iman sahibi aydınları derinden yaralamış, onlarda işgâlcilere karşı nefret duygusuyla birlikte mücadele arzusunu da uyandırmıştır. İşte bu idrâk, her gün biraz daha kuvvetlenip olgunlaşarak sömürge idaresine karşı istiklâl için mücadele etmeyi hedef kabul eden Ceditçilik hareketini doğurmuştur. Bu hareket, kısa zamanda yenilikçi genç aydınları, din, devlet, ilim ve fikir adamlarını, yazar, şair, gazeteci, hukukçu, yayıncı ve ileriyi görebilen ticaret erbabını kendi bünyesinde toplamıştır.
Ceditçiler, esas olarak milletin menfaatleri, ülkenin imar edilmesi, ticaretin, modern tarım usûlleri ve tekniğin yaygınlaştırılmasında Avrupa’yı örnek almak suretiyle halkın sefaletten kurtarılması, kabiliyetli gençlerin Rusya, Türkiye ve Avrupa’daki üniversitelere gönderilerek okutulması, milletin kendi kendisinden ve dünyadan haberdar edilmesi, açtıkları Cedit mekteplerinde Türkistanlı gençlerin, çağdaş bilgilerle donanmış insanlar olarak yetiştirilmesi, millî şuur ve istiklâl fikrinin uyandırılması ve bu şuur ve fikri daima canlı tutmak suretiyle Türkistan’ın sömürge olmaktan kurtarılması gibi âdeta bütün Türkistan halkını seferber edecek çok geniş bir yelpazede faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bu sebeple Ceditçilik hareketini, sadece eğitimde yenilik faaliyeti olarak değerlendirmek, herhâlde haksızlık sayılmalıdır. İlk defa, programını Gaspıralı İsmail Bey’in hazırladığı Cedit mektepleri dolayısıyla telâffuz edilen “Ceditçilik hareketi”, daha geniş bir bakış açısıyla ele alınmalı ve tıpkı “rönesans” gibi hayatın bütün cephelerinde yenileşmeyi ve yeniden doğuşu ifade eden bir terim olarak, Türk dünyasının “ba’sü ba’de’l-mevt”i olarak değerlendirilmelidir.2
Mahmudhoca Behbûdî Efendi’nin Hayatı
Hayatı ve eserleriyle bu yazının esasını teşkil eden Müftü Mahmudhoca Behbûdî Efendi, yukarıda panoraması çizilen tarihî şartların hüküm sürdüğü bir dönemde, 19 Ocak 1875 (H. 10 Zilhicce 1291) tarihinde, Semerkand yakınlarındaki Bahşıtepe köyünde doğmuştur. Otorite kabûl edilen din adamları yetiştirmiş nüfuz sahibi eski bir âileye mensuptur. (s. 7)3 Babası Türkistanlı Behbudhoca Sâlihhocaoğlı’nın, Ahmed Yesevî’nin soyundan geldiği rivayet edilmektedir. Anne tarafından dedesi olan Ürgençli Niyazhoca ise, Emir Şahmurad zamanında (1785-1880) Semerkand’a gelip yerleşmiştir.
Dinî ilimlere vâkıf ulemâ muhitinde yetişen Behbûdî Efendi, altı-yedi yaşlarındayken büyük dayısı Kadı Muhammed Sıddık’tan ilk okuma ve yazmayı öğrenmiştir. Küçük dayısı Molla Âdil’den de Arapçanın sarf ve nahvini öğrenmiş; İbn-i Hâcib’in Arapçanın gramerine dair meşhur eseri Kâfiye’yi, Abdurrahman Câmî’nin aynı bahse dair Şerh-i Mullâ adlı eserini, mantık ilmiyle ilgili olarak Şemsiyye’yi, hukuka dair Muhtasarü’l-Vikâye ve Hâşiye’yi okumuş, matematik öğrenmiştir.4 Behbûdî Efendi’nin eğitimi hakkında elimizde daha fazla bir bilgi bulunmamaktadır. Özbekistan’da neşredilen birkaç eserde de bu konu etraflı bir şekilde aydınlatılmamıştır. Ancak kendi sohbetlerinden anlaşıldığına göre, önce Semerkand medresesinde, daha sonra Buhara’da iyi bir eğitim görmüştür. İmam ve hatip olarak hizmet eden babası 1894 yılında vefat edince, dayısı Kadı Muhammed Sıddık’ın himayesine girmiştir. On sekiz yaşında kadılık idaresinde kâtip olarak çalışmaya başlamıştır. İyi bir medrese eğitimi gören Behbûdî Efendi, buradaki çalışmalarının sonunda kadılık ve müftülük derecelerine yükselmiştir. (s.7)
1899 yılında, ilk defa Türkistan dışına çıkmış, Buharalı bir dostu ile beraber hacca gitmiştir: “1318 sene-i hicriyyesi tavâf-ı Beytullahge Kafkaz yolı ile İstanbul ve Mısr El-Kâhire vâsıtasile barıb edim, müddet-i seferim sekkiz aydan ziyâde çözilib edi.” (s.53) Bu seyahat, Behbûdî’nin bilhassa eğitimle ilgili düşüncelerinde önemli değişikliklere sebep olmuştur. Daha önce Gaspıralı İsmail Bey’in mektepleri ıslah etmek ve “usûl-i savtiyye” esasına göre yeni mektepler açmak üzere Türkistan’a olan seyahatlerini yakından takip eden Behbûdî Efendi, hac seferi sırasında Türkistan Türkleri ve Müslüman Araplar arasında şahit olduğu manzaralar karşısında, eğitimde mutlaka bir reform yapılması gerektiğine inanır. Nitekim bu seyahatinden döndükten sonra, kendi şahsî teşebbüs ve gayretleriyle 1903 yılında Semerkand yakınlarındaki Halvâyi ve Recebemin köylerinde, СКАЧАТЬ
2
Rus işgâliyle birlikte başlayan bu yeni dönem hakkında daha geniş bilgi için bkz.: Abdülahad Muhammedcanov, Abdukayum Abdurrahimov, “Rassiya İstilâsı”,
3
Mahmudhoca Behbûdî Efendi’nin hayatı ile ilgili bilgiler, esas olarak Begali Kâsımov’un “İstiklâl Kahramanları” serisinde yayımlanan
4
Ahmed Aliyev,