İnsan Olmak İstiyorum. Tölögön Kasımbekov
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İnsan Olmak İstiyorum - Tölögön Kasımbekov страница 14

Название: İnsan Olmak İstiyorum

Автор: Tölögön Kasımbekov

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-78-2

isbn:

СКАЧАТЬ notların yüksekti ya! İşe yaramadı mı onlar! Bu köydeki hocalara yüz som maaş ödemek değil hatta okula yaklaştırmamak lazım. Toplanıp arkadaşlarıyla hep içki içiyorlar. Onlara verilen paralar boşa gidiyor!

      Durumumu anlatacaktım, babam duymak istemedi. Kaşağıyı sert bir şekilde duvara attı. Kızdığı belliydi.

      –Milletin oğullarını görmüyor musun? Sınavı geçiyor, işte hepsi üniversitede okuyor. Birisinden para alıp yerine buzağı veririm diye seni okumaya göndermiştim. Oysa sen mızmızlanıp geçmedim diye geri gelmişsin. Ne yani senin alnından öpüp geçirmelerini mi bekledin! Çabalasaydın kazanırdın. Şimdi her şeyimizi yitirdik. Senin gibiler adam oldu milletin önünde, Çokond’un oğlu bile okuyup geldi, benim yerimi aldı. Ya sen…

      Babam bıkmıştı galiba, elini salladı. Artık eskisi gibi değildi. Beti benzi beyazlaşmış, gözleri kızarmış, bitkin, sakalı da uzamış, her gün tıraş olan önceki suratı yok, eziyet çekmiş gibi üzgündü.

      –Bak şimdi ne hale düştük. İşten çıkarılalı bir hafta olmadan şu Orko da kolhoza yardım et deyip duruyor. Sanki Kolhoz planlama müdürü.

      Benim konuşma hakkım bile yoktu. Üstelik benim gibi bir fakirin herkes gibi üniversiteyi kazanacağım diye şehre gidip hiçbir baltaya sap olmadan dönmesi bütün suçları boynuma yüklüyordu.

      –Duydun mu? Çokond’un oğlu okudu geldi, bölge heyetinden saygı gördü. O gelince hemen beni işten attılar. Genç, eğitimli eleman imiş.

      Gerçekten Çokond’un oğlu bir zamanlar okulun en arka sırasında oturuyordu. Yedinci sınıfı bitince Frunze’ye (Bişkek) gitmişti, maliye kolejini bitirmiş, şimdi de babamın yerini aldı. Ben hâla buradayım.

      –İşi teslim ederken de bin som eksik çıktı. Öde, ödemezsen seni mahkemeye vereceğiz, diye bağırdılar. Bana kim destek olurdu, sen mi! diye önceki gibi elini sallayarak eve girdi.

      –Senin adam olacağını sanıyordum…

      Ben durduğum yerden baka kaldım. Ne yapacağım? Bazen ateşim var gibi bütün bedenim yanıyor bazen de üşüyordum. Başım dönüyor, sanki kulaklarım hiçbir şey duymuyor, ağzımdan bir tek kelime bile çıkmıyordu…

***

      O anda gözümün önünde Frunze’deki günlerim canlandı…

      Atın nalının düşeceği, kartalın yorulacağı kadar uzak bir yerde okursak, adam oluruz diye umutla geldik. Üniversitenin hukuk bölümüne dökumanlarımızı teslim ettik. Burayı bitirince hemen iyi bir iş vereceklermiş dedi Mıktı. Nerde o günler… Ben de çok sevinmiştim.

      Kendimi bildim bileli üç katlı ev görmemiştim. Üç katlı üniversitenin yurdu üç yere yerleşmiş. Üniversite binası sanki Avletim dağı5 kadar yüksekti. Başı dönmeden duvarını hangi akıllı yapmış diye şaşırdım. Bahçesi güllük gülistanlıktı. Ooo burada gelen giden herkes bilimi sindirecek galiba diye kendimizce sevindik. Arkadaşımı bilmiyorum ama ben sınava biraz hazırlanmıştım. Sonra ikimizde de öyle böyle geçeriz işte, kim hepsini ezbere bilir ki diye bir düşünce vardı.

      Yurttayız.

      –Baksana Asılbek gömleğim yakışıyor mu? Gelirken babam Üç-Korgon’dan getirmişti. Baksana, kolu biraz uzun değil mi, yoksa denk geliyor mu?

      Kitap okuyordum, kafamı kaldırmadan “İyi’ dedim. Mıktı üzüldü galiba “Baksana” diye tekrar etti. Gece ütülensin diye yatağının altına koyarak dümdüz olan mavi pantalonunu, ipekten dikilmiş gömleğini giyinmiş, saçlarını ıslatarak sağa doğru taramış. Nakışlı cepkenini de giymiş. Köşede boğursak6 yiyerek oturan delikanlı gülerek:

      –Oo damat gibisin kanka! He he he…

      Mıktı’nın suratı asıldı.

      –Sana sormuyorum! diye sert cevap verdi delikanlıya.

      Laf atacağım derken aslanın kuyruğuna basmış gibi oldu delikanlı. Bir daha ağzını açmadı, yavaşça boğursağını yemeye devam etti. Mıktı da kurnaz ya, delikanlının bu durumunu görüp “buydu işte göreceğin” der gibi kendinden emin bir şekilde bana yaklaşıp, elimdeki kitabı aldı.

      –Bırak şunu bugün. Hadi gidiyoruz.

      Bu sayfayı bitireyim desem de kitabı vermedi, yastığın altına sakladı.

      –Yarın okursun.

      –Tamam, nereye gidiyoruz?

      –Şehri dolaşacağız, sigara filan içeriz, biraz kafayı dinleyelim.

      Tekrar o delikanlıya takıldı:

      –Sen gelmiyor musun bizimle büyük kalpaklı? Atsana artık o kurumuş boğursaklarını. Hayatında bozulmuş yoğurttan başka bir şey görmeyen zavallım! He he he…

      Onun ağzındaki boğursağını yudumlayıp bir şeyler konuşmasını beklemeden kahkaha atarak dışarıya çıktık.

      Akşama doğru şehir çok güzel görünüyordu. Yıkanmış sokaklar donmuş bir mavi gölü andırıyordu. Çeşit çeşit araba, trolleybuslar7, otobüsler her tarafa gidiyordu. Bizim köyde Kenebay Amca arabasıyla giderken nerede bir yaşlıyı görürse selamlaşmadan geçmezdi, burada şöförlerin kimseyle selamlaştığını görmedim. Tanrı dağları kadar yüksek evler, ağaçlar da sıra ile dikilmiş, serin rüzgârda yaprakları sallanıyordu. Çiçekleri kilime yapılmış nakışlar gibi mükemmeldi. Fıskiyeleri dağ şelalesini andırarak yukarıya yükseliyor ve tekrar aşağıya düşüyordu. Fıskiye, yakınındaki yerlerin havasını serinletiyordu.

      Güvercin gibi süslü kızlar, delikanlılar, bastonlu yaşlılar geziyordu. Bazıları ikişer üçer olarak hatıra fotoğrafı çektiriyordu. Bir amca bizim de fotoğrafımızı çekti. Yarın tam bu vakitte gelirsek fotoğrafımızın hazır olacağını söyledi.

      Bu güzelliklerin hepsini insan kendi eliyle yapmış olsa da bunların hepsini güzel gösteren insanın kendisi aslında. Çünkü bu güzelliklerin arasında karınca gibi kalabalık halk olmasaydı bu güzel şehirlerin mezar taşlarıyla dolu mezarlıktan farkı olmazdı. İşte alın terinin meyveleridir bunlar. İlkbaharda açan kar çiçekleri gibi herkes hoş ve kibar…

      Mıktı, kahkaha atarak: -Heyy neden bu kadar şaşırıyorsun diye bana yukarıdan bakıyordu. Restoran, yazısını gördün mü dostum? Bunu görmeyen adamın gözü açık gider! İçeriden gelen müzik sesini duyunca da gel hadi, içeriye bir göz atalım, dedi.

      Konuşmamız baya bir uzamıştı. Oradan on, on bir gibi ayrıldık. İçeri girdiğimizdeki halimizden eser yoktu… Ne kadar dirensem de ayakta zor duruyordum. Deprem oluyormuş gibi başım dönüyordu. Soğuk hava vurunca da başım patlayacak gibi ağrıyordu. Aslında ben daha önce içki değil hatta sigara bile içmemiştim. İlk defa trende sigara içtim. Ama içince kusmak istedim, kokusu da tuhaf geldi.

      Mıktı: -Kız mısın sen, iç mırıldanmadan bir СКАЧАТЬ



<p>5</p>

Kırgızistan Talas bölgesinde yer alan Talas Ala Dağları olarak da geçen dağlar. (Ç.N.)

<p>6</p>

Kırgızlara özgü hamurdan yapılan bir poğaça türü. (Ç.N.)

<p>7</p>

Büyük yolcu ya da turist otobüsleri. (Ç.N.)