Helallaşıldı, vedalaşıldı. Kimileri konuşamadan, gözyaşlarına ve hıçkırıklara boğularak; kimileri de zorlanarak da olsa konuşarak vedalaştılar. Emmim Muhammed Teberdi’de kaldı. O malcıydı, sürüsü vardı. Diğer emmim Orman Şefi Yakup, bizimle beraber deniz kenarına, Lebnskiy’e kadar uğurlamaya geldi.
Arabalar kafile şeklinde hareket etmişti. Teberdi’de gözyaşları, hıçkırıklar, ata yurdunda yaşamak ve ölmek isteyenler kalmıştı. Arabalarda kürklere bürünmüş Karaçaylılar, önce köyün dışına kadar uğurlamaya çıkan akrabalarını, sonra çoğu tek katlı ve toprak damlı evlerini, daha sonra da Karaçay dağlarını geride bıraktılar. Ayrılık gerçeğini hepsi kabullendiler. Kafkasya’nın çam kokulu havası ciğerlere doldurularak, arabalarda iki gün yol alındı. Artık Teberdi uzakta kalmıştı. Sokaklarında gezemeyecek, evlerinin önündeki geniş hayatta toy yapamayacaklardı.
Naborise’ye gelindi. Diğer Karaçay köylerinden gelenler de burada toplandılar. Orada bir gece kalındı. Ertesi gün, üç gün sürecek tren yolculuğuna çıktılar. Tren onları, yurtlarından daha da uzaklaştırdı, daha da inandırdı ayrılığa.
Deniz göründü, Karadeniz idi bu. Sonra kıyı şehri Lebinski… Orada da iki gece geçirildi. Emmim, Orman şefi Yakup da bizlerle gelmişti. Bir sabah iki gemi yanaştı limana. Vedalaştık. Emmim Yakup, anama, altın işlemeli bir başörtüsü verdi. Vedalaşanlar içinde, birbirlerine hiçbir şey diyemeyen, tıkanarak konuşamayanlar vardı. Eşyalarımız yüklendi, gemiye bindik. Önümüzde, iki gece bir gündüz sürecek bir yolculuk vardı.
Bizi karşılayan Padişah, biz göçmen Karaçaylı Türkler için şöyle demiş:
–Esaret altından, baskı altından da ülkemize gelenler oldu. Soydaşlarımızdırlar, dindaşlarımızdırlar. Hepsinin başımız üzre yeri vardır. Sizler daha kıymetli misafirlerimizsiniz.
İstanbul’da karşılayan görevliler, bizi güvertelerde dizerek fotoğraflar çektiler. Orada, gemide bir gün kaldık.
İstanbul’dan aynı gemilerle hareket ederek Marmara denizine açıldık ve İzmit’e geldik. Orada bize yiyecek dağıtıldı. İzmit’te bir gün kaldık. Bir kol, Eskişehir’e gitmek üzere ayrıldı. Bunlar Sivrihisar’ın Yakapınar, Çifteler’in Belpınar, Ankara’ya bağlı Yağlı köylerine yerleştirilmişler. 200 hane Karaçaylı da Konya’nın Başhüyük köyüne yerleştirilmek üzere götürülmüş.
Bizim de içinde bulunduğumuz 150 hanelik Karaçaylıyı, Konya’ya götürdüler. Konya valisi tarafından şehir içindeki hanlara yerleştirildik. Bir yıl Konya’da bu şekilde kaldık, yiyeceklerimiz devlet tarafından karşılandı. Bizi Başhüyük’e yerleştirmek istiyorlardı. Bizimkiler orada da kalmak istemediler.
Önceki yıllarda Osmanlı ülkesine gelerek Afyon’un Doğlat ve Akhisar köylerine yerleşmiş Karaçaylılardan bazıları bizimkileri ziyarete gelmiş.
–Bizim köylerin yakınında Kilisa isimli bir yer var. Görseniz tam Kafkasya… Çam, su, hava, hayvancılık için bol ot, dağlar… diye konuşmuşlar.
Vali beyin karşı çıkmasına rağmen at arabaları kiralayıp yola koyulmuşlar. Sonra trenle yolculuk yapmalarına izin verilmiş. İlk istasyonda trene binerek Çay ilçesine kadar gittik. Oradan arabalarla Bayat’a, oradan da Kilisa diye anılan, şimdiki Gökçeyayla’ya geldik.
O yıllarda, köyün doğusunda bulunan, şimdiki tarlaların yerinde, Han kasabası halkının yazlık evleri vardı; o evlere yerleştirildik.
Muhtar Şevket Dombaycı ile Bakkal Çakır’ın evlerinin bulunduğu yerde de kilise kalıntıları mevcut idi. Bu kalıntılar sebebiyle bu mevkiye Kilisa adı verilmiş. Kalıntılar yıkıldı, taşlar bazı evlerin yapımında kullanıldı. Halen köy ortasındaki caminin yanındaki çeşmede kabartma resimli bir taş vardır. Caminin önünde iki sütun, duvarında da bir kabartma taş bulunmaktadır.
Yayla evlerinde bir yıl kaldık. Orada bulunan iki çeşmenin suyundan faydalandık. Bu süre içinde devlet, her aileye ev yapıverdi. Bu evler kerpiç yapı ve kiremitli idi; şimdilerde birkaç tanesi ayakta kalmıştır. Köy, altı caddeyi kesen düzgün sokaklarla planlı bir şekilde kurulmuştur.
Çevresindeki tepeler kalın gövdeli uzun çam ağaçları ile kaplı bu yer, Kafkasya’ya benzemesi sebebiyle büyüklerimizin çok hoşuna gitmişti. Başka yerde yaşamalarını teklif edenlere;
–Bir mezarlık yer olsun da buradan olsun, diye karşılık verdiler.
Bu göç zamanında, Teberdi’nin muhtarı Kaçğan lâkabı ile anılan “Batçalanı Yunus” da vardı. O Doğlat köyüne yerleşti. Orada altı ay kadar kaldıktan sonra İnegöl’den bir çiftlik satın almış, Eskişehir’e yerleşmiş ve orada vefat etmiş.”
Bilingotlanı sülalesinden Yahya EVREN, göç hikâyesini böylece anlattıktan sonra şunları da söyledi:
–Çifteler ilçesinde bir kişiyle tanıştım. Alman-Rus Harbinden sonra Osmanlı İmparatorluğu’na sığınan Karaçay Türklerinden Harun’du. Kafkasya’da, Almanlarla birlikte Ruslara karşı savaşmışlar. Ruslar, Almanları yenmiş, bazılarını da esir etmiş. Harun’un içinde bulunduğu iki bin kişiyi, uçurumun kenarındaki bir okula tıkmışlar. Bunların içinde, Kafkasya’da kalan emmim, Orman Şefi Yakup da varmış. Emmim, Rusların kendi aralarındaki konuşmalarından kurşuna dizileceklerini öğrenip oradakilere kelimeişehadet getirmelerini söylemiş. Hepsini kurşuna dizmişler. Bir Karaçaylı, tuvalet çukuruna sığınarak canını kurtarmış. Harun da ölülerin altında kaldığı için kurşunlar isabet etmemiş. Emmim Yakup da şehitler arasındaymış.
Önce “Kilise”, sonra “Orhaniye Kestaneliği” daha sonra da “Gökçeyayla” adı verilen köyde yaşayan Karaçay Türklerinin göç hikâyesi bu…2
Karaçay Türkleri, göç ederken yanlarında çok miktarda Rus parası getirmiş. Ancak Osmanlı İmparatorluğunda o paranın geçerliliği olmadığı için ellerinde kalmış, fakir düşmüşler. Bunlardan biri de Süleyman ÜNLÜ’dür. Bu kişi, göç ederken malını mülkünü satarak paraya çevirmiş ve paraları da yanında getirmiştir. O zaman 10 000 (on bin) sarı lira değerindeki paralar elinde kalmıştır.
İşte o paralardan birinin ön ve arka yüzlerinin görünüşü:
KÖY TARİHİ İLE İLGİLİ EVRAK 3
Yıldız Himayun Baş Kitabet Dairesi : 1927
Konya’ya izam kılındıkları hâlde Hüdavendigar vilayetinin Aziziye kazasına gelerek istida eden ve isafı istidaları muktaza-i iradei seniyei mulûkânede bulunan Karaçay muhacirlerinin iskânı için Karahisar sancağında Bolvadin kazası dahilinde kâim olup Hazinei celilece СКАЧАТЬ
2
Bu göç hikâyesi, inceleme içinde tespit edilen diğer konular da kullanılarak romanlaştırılmış; eser “Önce Hürriyet” adı ile Hikmet Neşriyat tarafından 2006 yılında basılmıştır.
3
Bovadin’deki Gökçeyayla köyüne ait çayırın bu köye verilme emridir. Haydar Doru’daki suretten aynen alınmıştır.