Sıcak Taşlar. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Sıcak Taşlar - Анонимный автор страница 7

Название: Sıcak Taşlar

Автор: Анонимный автор

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6852-18-1

isbn:

СКАЧАТЬ bir gölge gibi yavaş ve hafif adımlarla yürürken kendi kendime soruyorum: Soğuk, vakitsiz bir mezara çıkan bu parke ve asfalt yollar benim neme gerek? Bunun yerine ben tozlu bir köy yolunda fabrika ya da tarlaya sevinçle koşmak isterdim. Orada geniş omuzlu, güleç gözlü neşeli arkadaşlar beni bekler durur. Şurada serin, konforlu bir restoranda şişman bir bayan köpeğine pişmiş bir et siparişi vermektedir. Heeey, ben size tükürüyorum, her şeyinize tükürüyorum, anlıyor musunuz?.. Gerçekten, sessiz, fakat derin bir öksürüğe tutuluyor, boğuluyor, yayalar kaldırımına tükürüyorum. Çantası sırtında bir genç adam dönüp bana bakıyor. Vereme yakalandığımı, doktora gittiğimi sanıyordur.

      Otomobiller, motosikletler yanımdan vızıldayarak süratle geçip gidiyorlar. Trafik polisi yön gösteriyor. Hey, polis efendi, ben bir suç işleyeceğim. Seni alaya alıyorum, çünkü sen bunu bilmiyor, nahoş bir haberden toplumu kurtarıcı tedbir almıyorsun; işsiz güçsüz gezen adamın biri kendini asmış…keyif için. Yarın sen kurulu düzeni bozduğum için bana ceza yazacaksın. Tabi, cebimde para bulamayacaksın. Heeey! Pürüzsüz kınapla örülmüş küçücük bir sicim alacak kadar param olsaydı,ne kadar memnun olurdum!..

      Köprüyü geçip çam korusuna doğru yöneliyorum. Akşam, ateşli gök musluklardan fışkırıp gürültülü şehre dalgalar halinde akıyor. Elektrik hattı bulvarın bitiminde, aşağılarda kayboluyor. Bugün iş günü, yukarı tarafta canlılık yok. Orman sakin. Belki de kötü mezarlarında barınak arayan, mutluluk ve hiçlikten sarhoş bir aşık çifti ürkütebilirim. Yavaş yavaş yukarı çıkıyorum, çünkü ayaklarımın gücü büsbütün kesildi. Dönüp bakıyorum. Şehir kıpır kıpır. Yola devam ederek hayatıma son vermek üzere sapacağım noktayı karanlıkta arıyorum. Yeter artık. Bir tesadüf olarak bana engel olabilecek herkesten epey uzaktayım. Hafifçe titremeye başlıyorum. Belki de bunlar, büyük yaşam susuzluğunun son çırpınışlarıdır. Hayata doyamadığım hâlde işi oluruna bıraktım artık. Başka çıkar yol bulamadığım için intihar edeceğim. Son defa dönüp şehre, hayatımı emen bu deve bakıyorum. Senin suratına tükürüyorum ey canavar! Senin ikiyüzlü ahlâkından, senin batakhanelerinden tiksiniyorum. Oralarda satılmış kız kardeşlerimizin önünde edepsiz, müreffeh sakinlerin şampanyaya dönüşmüş kanımızı içerler!..Ruhumda derin bir esefin teli titreşiyor.

      Kendi zulmünün harabeleri altında çöktüğün günü, insafsızca ikiyüzlülüğünün maskesi altında acı çeken kardeşlerim ve kız kardeşlerim için iyilik ve mutluluk çiçeklerinin açtığı günü göremeyeceğim. Bu akşam hayatıma son vereceğim. Yarın senin efendilerin çeşitli partilerin yayın organlarından haberi duyacaklar, satılmış gazeteciler şöyle yazacak:

      “Bu yıl intiharlar çoğaldı… Dün gece X. adında bir delikanlı…” Tam olarak ne yazacakları hiç önemli değil. Ama ben nefis bir un ya da birinci kalite emsali bulunmayan bir çikolata reklâmının yerini alacak ya da yayınlanmasını geciktirecektim. Ben… bir reklâmın yerini tutacağım, sizin sarı gazetelerinizde… Ancak hayatta benim kaderim bu mu olacaktı?.. Küçük bir gazetecilik sansasyonu yaratmak için!

      Arkadaşlarımın kahvaltılık birer simit alabilecekleri son kuruşlarını ellerinden almak ha! Satılmış gazetecilerin keselerini doldurmak ha!..

      Bu beklenmedik düşünce heyecanı ile şaşkın, geri çekildim. Tatlı bir ses bana hayatın kanlı masalını fısıldadı. Bacaklarım istemeyerek bükülüyor, bir ceset gibi yere yıkılıyorum, ilkyazın nefesimi bilinmez bir sezgi ile duyuyorum. Gece, günün sıcak dalgalarını savuruyor. Ağaçlar hışırdıyor, orman bir hayat türküsü çağırıyor.

      Bütün vücudum titriyor. Gizli bir ifşa, bilincimi ele geçirip dinleştiriyor. Her şeyi açıkça, basitçe görüyorum. Geri dönüş mü? Asla!

      Hayat yalnız orada mı? İnsanlar yalnız orada mı yalancıl, açgözlü, kötü insanlar… Kurtuluş yalnız darağacında mı? Başka bir dünya daha var; sessiz, sakin, karanlığa ve sefalete gömülmüş, fakat samimi! Orada, onun göğsünde lekelenmemiş değerlerle henüz kendini göstermemiş, uyandırılmamış güçler uyumaktadır. Oraya gidip köleleşmiş, namuslu emeğin acılarını ve sevinçlerini paylaşmak isteyeceğim. Daha sonra onun rüyasının basit sırrını açıklayacağım, soylu sıcacık yüreğine cesaret ve inanç aşılayacağım. Bu arada kendi hayatımın acılı masalını anlatacak, göz kamaştırıcı ışık ve yaldız altında aç ve yalınayak, serserice dolaşan, saraylar yaptıkları hâlde açık havada, toprak üstünde yatıp uyuyan şehirdeki kardeşlerimin yaşamını hikâye edeceğim. Onlara kader ve talihimizin, yolumuzun hep bir olduğunu söyleyecek, onları ters yola, doğruluk ve yenileşme yoluna götüreceğim.

      Geleceğe umut ile günümüzün yarınına derin inanç, vücuduma yepyeni güçler katıyor. Hoşça kal! Hayatımın anlam ve amacını sezmek için, ölümün kıyıcığından geçtim ben…

      EMİLİYAN STANEV

      Hikâye ve roman yazarıdır. 1907’de V.Tırnovo’da doğdu. Memur ailesinde yetişti. 1922 yılında ailesiyle birlikte aynı ilin Elena kasabasına yerleşti. Daha sonra Vratsa (Vraça) Lisesin’den mezun oldu. Güzel Sanatlar Akademisinde okudu, ancak kendi isteğiyle öğrenimini yarıda bıraktı. Gençlik yıllarını daha fazla Batı ve Dünya edebiyatını okumakla geçirdi. Geniş tarih, felsefe, sosyoloji bilgileriyle donandı. 1932’de Sofya’ya yerleşince kısa hikâyeler yazmaya başladı. İlk hikâyesi olan Vina’yı 1938’de yayınladı. Takip eden yıllarda Bulgar edebiyatına “Legenda za Sibin” (Sibin Efsanesi), Tırnovska Kralitsa ( Tırnova Kraliçesi), “Kradetsıt na Praskovi” (Şeftali Hırsızı), “Vılkıt” (Bir Kurt), “İvan Kondarev” gibi ölümsüz eserler kazandırdı. Ölümünden (1979) beş yıl önce kendisine Akedemisyen ünvanı verildi.

      OBUR AYICIK

      Yavrularını doğurma zamanı yaklaşınca, yaşlı ayı dağın doruğunu aşarak, onun kuzey eteklerine indi. Burada ormanlar sık ve yalçındı; birçok yerde de kayalıklara rastlanırdı.

      Uzun sonbahar gezintilerinden sonra çok defa dinlendiği sakin ve güvenilir yeri hatırladı.

      Bu yer, mavimsi yamaçlarında sabah ve akşam sisler içindeki sarp bir vadinin yakasında bulunuyordu. Orada, yabani ıtır ve eğrelti otlarıyla kaplı kavaklıkların arasında küçük bir mağara vardı.

      Ayı, mağaraya girerken mart güneşi batıyor ve ışınları kahverengi ormanları kızıla boyuyordu.

      Üç gün sonra, rüzgârlı bir gecede ayı, kıllı göğsüne yaslanan iki yavrusuyla hareketsiz ve mutlu mutlu mağarada yatıyordu. Ayıcıklar tarla sıçanı büyüklüğünde var yoktu. Henüz gözleri açılmamış ve onun göğsünü kaplayan sık kılları arasında âdeta kayboluyorlardı.

      Anneleri, karnını doyurmak için dışarıya çıkıyor, onları birkaç saatliğine yalnız bırakıyor ve çabucak mağaraya dönüyordu. Daha sonraları, onlar gözlerini açıp gelişince, ayı onların kocaman göğsünde güreşmelerine müsaade ediyordu. Onlar böyle oynaşırken, yaşlı ayı dikkatle etrafı dinliyor; endişeli fakat her an vahşice savaşmaya hazır olduğu da alev alev yanan gözlerinden anlaşılıyordu.

      Bahar gelip karlar eriyince, iri dağ karıncalarının yuvaları göründü. Ayı da yavrularını karınca yemeğe alıştırmak için onları beraberinde götürmeye başladı.

      Ayı, СКАЧАТЬ