Название: Sıcak Taşlar
Автор: Анонимный автор
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6852-18-1
isbn:
Su değirmeninin yukarı merdiveninde oturan Şterü dedenin aklından işte böyle düşünceler geçiyordu. Dokurcunların gölgeleri uzadığı, anızlığa yumuşak ve zarif bir aydınlık yayıldığı ve etrafın serinlediği bir sırada yerinden kalkarak kovanlarının yanına gitti. Karşılarına çömelerek arıların ardı ardına dönmelerini ve iri yağmur damlaları gibi tup tup, ağır ağır konmalarını seyrediyordu. “Baldan ağırlaşmış zavallılar!” diye düşünüyor ve buna da içten seviniyordu. Kendinden öyle geçmişti ki, değirmen önünde iri gök beygirli bir arabanın durduğunu ve araba sahibinin elindeki kamçı ile köpeği kovarak ondan yana geldiğini tâ köpek havlamaya başladıktan sonra fark etti. Senebirli Pavli’yi tanımakta güçlük çekmedi.
Ne yaşı, ne de bugünler başına gelen kaygılar onu değiştirebilmişti. Hep öyle dik ve kurumlu, geniş ve çevik adımlarla adımlıyordu. Onu herkes uzun yıllardan beri hep öyle bellemişti: beyaz saçlı, beyaz haydut bıyıklı ve kıpkırmızı bir çehre. Gök aba, gök potur giyiyordu, belindeki kırmızı kuşağının üzerine fişekliği geçirilmişti. Martini arabadaydı. Pavli, silâhsız hiçbir yere çıkmazdı.
Şterü dedeye yaklaşınca kalınca yüksek sesle konuştu. Havadan, bereketten, yakında sona erecek harmandan bahsettiler. Senebirli şen görünmeye çalışıyordu ama, Şterü dede gözlerinde gizlenen kederi fark etmekte gecikmedi. Senebirli kendi de bir ara susarak yere baktı.
– O haymanayı, benim oğlanı görmedin mi? Buralara uğramadı mı? diye değişik bir sesle sordu.
– İvanço’yu mu? Hayır. Buralara hiç uğramadı.
– Uğramadı mı? Bana yalan söylemeyesin?
– E, Pavli sen de, uğramadı diyorum sana.
Senebirli gerçek bir şeyi ifade edermişçesine elindeki kamçıyı savurarak:
– Ben gördüm, hem de… dedi ve bir iki yutkunduktan sonra:
– Ben gördüm İvanço’yu, hem galiba duasını da okudum. İnsanın böyle oğlu olacağına olmaması daha hayırlı! diye ilâve etti.
Senebirli içindeki kederi dışarıya vurmak için acele acele konuştu:
–Geçen akşam Petri’nin hanı yanından geçtim. Geç vakitti. Hana girdiğim zaman Petri bana: “Aman Pavli ağabey, geceleyin, bir yere çıkma, o herifler buradan biraz önce geçtiler, İvanço da aralarındaydı, dedi. “Öyle mi?” dedim. Arabaya atlayarak atlara birer kamçı vurup, peşlerine düştüm. Baksana şu atlara, kuşu tutacaklar. Bir yerde insan karartıları belirdi, bazıları atları tutmaya saldırdı. Martini kaldırdım, tetiğe basacaktım… Biri: “Baba, benim!” diye haykırdı.
– Kim İvanço mu? diye sordu Şterü dede.
– İvanço’ydu, tanıdım. Gözümü kırpmadan ateş ettim. Doğrudan kalbine…
– Öldürdün mü?
– Öldürdüm sanıyorum.
Şterü dede hayretle Pavli’ye baktı. İkisi de sustu.
– Olamaz, diye mırıldandı Şterü dede. Öldürmüş olsaydın orada kalırdı. Oraya gittin mi?
– Gittim elbe
– Eee?
– Bir şey yok, ne kan, ne de insan.
– Gördün mü? Sana öyle gelmiş! dedi Şterü dede.
Sevindiği sesinden de belliydi.
Senebirli başını salladı. Öyle uslu salladı ki sanki, Şterü dedenin karşısında Senebirli Pavli değil de, bambaşka mütevazı bir insan vardı.
– Hani senin dediğin gibi olsaydı, Şterü, hani… Sana doğrusunu söyleyeyim, ateş ettim ama, kalbim paramparça oldu, öz evlât bu sana! Ne olduğunu ben de bilemiyorum, belki de öldürmemişimdir! Öyle ya, ne kan var ortada, nede başka bir şey var. Ama, bir de düşünüyorum, onun o haymana arkadaşları bir de onu götürüp bir yere gömdülerse?..
– Aklına öyle kötü düşünce koyma sen, Pavli.
– Bilmem. Şimdi onu ölü diri bulmalıyım.
Senebirli doğruldu. Şterü dede karşısında yine evvelki o kaba ve baş eğmez Senebirliyi gördü.
–Ne büyük kuraklık! dedi Senebirli. Ağabeyim Petır’ın öldüğü yıl da böyle kuraklık çökmüştü ortalığa. Öyle büyük kuraklıktı ki evimizin önündeki ağaçlardan biri kuruyuverdi…
Epey daha konuştular ve ortalık kararmaya başladığı bir sırada Senebirli arabasına atladı ve kır atları dört nala kaldırarak oradan ayrıldı…
Şterü dede, yel değirmeninin merdiveninden bu kır atlı arabanın çeşitli yollarda nasıl dolaştığını birkaç gün hep öyle seyretti. Araba uzaklaşıp gözden kayboluyor, bir neden sonra yine başka bir yerde görünüyordu. Ortasında iki karaağacın yükseldiği kurumuş düz ovada dönüp dolaşıyordu.
Bir akşam değirmen önünde çocuk sesine benzer temiz bir genç sesi duyuldu. Şterü dede dışarı fırladı. Bir de ne görsün; karşısında Senebirlinin kaybettiği oğlu İvanço dikiliyordu. Şterü dede onu içeriye aldı. Oğlan sanki dünyanın öbür ucundan geliyordu; üstü başı paramparçaydı, yorgun ve argındı. Kurt gibi açtı. Şterü dede ilk önce onu doyurup suladı. Oğlan babasından af dilemeye geldiğini söyledikten sonra uyudu.
Kuşluk vaktinde uyandı. Şterü dede onu uyandırmaya kıyamıyordu. Oğlana baktı baktı: “Varsın uyusun, ben varıp babasına haber vereyim de sevinsin” dedi içinden. Ve Senebire yollandı.
Köye öğle üstü vardı. Senebirlinin harman makinesi durmuştu. Herhâlde işçiler bir gölgede yemek yiyiyorlardı. Bir ara batozun üstünde Senebirli Pavli göründü. Yüzü kapkara kesilmiş, ökeliydi, belindeki fişekliği parlıyordu.
– Daha mı yiyeceksiniz be, diye haykırdı. Haydi kalkın, kafamı kızdırmayın! Makinist, derhal makineyi çalıştır!
Motor fısıldayarak buhar saldı, tekerlek ilk önce boş döndü, sonra kayışı takılınca, batoz da vahşi bir hayvan gibi böğürmeye başladı. Senebirli hep böyle öfkeli, haznenin karşısına geçerek onu doldurmaya başladı. Hem hazneyi dolduruyor, hem de işçilere bağırıyordu.
– Ne de nalet adam, insanlara rahatla yemek de yidirmiyor, diye düşündü Şterü dede.
O yığınların hizasına gelinceye kadar, makine gözlerinden kayboldu. Batoz bir ara boğuk boğuk bağırdı, durakladı, sonra yine boş dönmeye başladı. Ortalığa büyük bir gürültü yayıldı. Bir kadın acı acı bağırmaya başladı. Motor göğüs geçirir gibi yeğnildi ve durdu. Şterü dede:
– Bir СКАЧАТЬ