Название: Baharı Kim Kaçırdı?
Автор: Kemal Beyatlı
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6494-21-3
isbn:
Bacakları kesilmişti Abdüsselam’ın. “Başka çare yok” demişti doktorlar. Pınar’ın annesi “buna da şükür, kocamın nefesi üzerimizden eksik olmasın o bize yeter” diyordu. Oğlu, lise son sınıftayken okulu bıraktı. Gündelik amele olarak çalışmaya başladı. Abdüsselam patlamanın olduğu yerde tekerlekli sandalyesiyle sigara satmaya başlamıştı. Böylece geçinip gidiyorlardı.
Bazen de Pınar’ın annesi bir tatlı veya kurabiye yaptığında taze taze Pınar’la beraber babalarına götürürlerdi.
“Bak baba sana ne getirdik,” derdi Pınar. O da yanaklarından öperdi.
“Sen mi yaptım?” Babası sorduğunda.
“Annemle birlikte yaptık,” derdi Pınar ve üçü birden gülüşürlerdi.
Pınar da Nazlı da babalarıyla mutluydular.
Bahar’ın böyle bir şansı yoktu…
O şans bir gün doğacak mı?
Hiçbir fikri yoktu Bahar’ın.
Babası Hilmi, bir keserinde Musul’dan Kerkük’e gelirken arabada radyonun frekanslarını çevirirken Türkiye’nin TRT 1 Radyosu’na denk gelmişti. Bir edebiyat programı sunuluyordu. Şiirden bahsediliyordu. O sırada sunucu okuduğu bir şiire denk gelmişti. Şair kızına yazdığı bir şiiri sunucu okumaya başladığında Hilmi çok etkilenmişti. Nasıl olduysa bir dörtlüğünü hemen ezberlemeyi vermişti.
Ömründe dört fasıl var,
Üçü kış, biri bahar.
Çalış ki görmesin kar
Sendeki nisan, kızım
Eve döndüğünde Hilmi hâlâ şiirin etkisinde kalmış olmalı ki, akşam Şakir Dayı’nın kahvesine uğramış ve o duymuş olduğu şiiri sorup soruşturmuştu. Faruk Nafiz Çamlıbel’in kızına yazmış olduğu Kızıma şiirin tamamını genç birisi cep telefonundan bulup kâğıda yazmıştı. Hilmi sık sık o şiiri okurdu. Hele Bahar’ı her kucağına aldığında yanaklarından öperek şiiri okurdu. Arkasından;
“Kızım büyüyünce şair olacak ve babasına da Babama adında bir şiir yazacak.” Demişti. “Öyle değil mi Bahar’ım?”
“Bahar’ım” kelimesini kimden bir kez daha duyacak, kimden çap canlı ismini duyacak? Şair olsa da Babama adında şiir yazsa da duyuracak kişinin önünde okuyup sonra da kendini kucağına atmak olmadıktan sonra neye yarardı…
Yazın lav püskürdüğü bir günde Arif ve Hilmi her biri kendi kamyonuyla Musul’dan Kerkük’e karpuz taşıyorlardı. Arka arkaya yol almışlardı. Vakit, güneşin batışından birkaç dakika sonraydı. Arif kamyonuyla önden gidiyordu. Hilmi ise kamyonuyla arkadan geliyordu. Yol bu, araya bazı binek arabalar veya başka araçlar girebilir düşüncesiyle Kuştepe’ye her hangisi daha erken varırsa durup diğerini bekleyecekti. Kuştepe’de yol kenarında derme çatma dinlenme yeri vardı. Tam teşekküllü şehirlerarası bir dinlenme tesisi değildi. Yine de kamyoncular orada durur dinlenirdi. Acıkmış olan da oradaki marketten, büfeden bir şeyler atıştırırdı. Arabalarına –gerekirse– su yağ ilave ederlerdi. Lastik problemi olan varsa da oradaki kulübede lastikçi ustası işlerini görürdü.
Öyle de oldu. Yolda araya bazı binek arabalar, kamyon, kamyonet ve birkaç kez de köylerden yola yakın çıkan traktörler de trafiğe katıldı. Arif ile Hilmi’nin kamyonlarının arası açıldı.
Arif hayli önden gidiyordu. Aniden bir ses ve arkadaki binek arabanın biri yoldan çıktı. Toprak yolda birkaç takla attığını yan aynadan gördü. Alçak bir ses tonuyla kendi kendine konuşur gibi:
“İnşallah içindekilere bir şey olmamıştır.” dedi.
Bir sigara yaktı. Ayağını biraz gazdan çekti. Yavaşladı. Teybi kapattı. Meraklıydı hoyrat dinlemeye. Cihat Demirci, tespih taneleri gibi hoyratlarını art arda döktürüyordu. Fakat içine bir sıkıntı girdi o an. Bir şey dinlemek istemedi. Dudakları arasında tuttuğu sigarayı çekti attı. Paketten bir sigara çıkardı. Yaktı. Öncekini yarılamıştı oysa. Neden öyle yapıyordu. Kendisi de bir anlam veremedi. Gözünü sağ ve sol aynalardan ayırmadı. Arkadan gelecek Hilmi’nin kamyonunu gözlerken bir patlama sesi duydu.
“Hayırdır İnşallah” der demez başka bir arabanın yanarak yoldan çıktığını gördü.
Arkalarda bir şeyler oluyordu.
Güneş sessizce çekilmeye başladı. Gök üstüne kara bir çarşafı çeker gibi her yer kapkara oldu. Arkalarda uzakta yanan arabanın ateşi biraz etrafı aydınlatsa da gelen arabalar siyah dumanın arasından bir tünelin içinden çıkar gibi görünüyordu. Önce farları siyah dumanlar arasından süzülüyor, siyah dumanlar farların camına yapışıp loş ışıklar zor görünebiliyordu. Sonra arabaların dış çizgileri belirleniyordu. Hilmi işkillendiyse de kamyonu durmakla sürmek arasında sağ şeritten devam etti. Bu kez daha da ağırdan gitti. İkinci viteste hızını sabitlemiş gibiydi. Geriye dönüş imkânı hiç yoktu. Yaklaşık on kilometre ileride ancak dönüş için bir göbek vardı. Bu hızla yirmi- yirmi beş dakikasını alabilirdi. Cep telefonuna sarıldı ve Hilmi’yi aradı. Karşı taraf telefonu açmadı veya açamadı. İşkillenmek endişeye, endişe korkuya dönmeye başladı. Gaza bastı. İki yönlü yolda diğer karşı yönden gelen araçların da yavaşladıklarını gördü. Dört çekerli olan arabalar ani manevrayla toprak yola sapıp gelişin ters istikametine yani Kerkük istikametine döndüklerini gördü. İşte o anda “eyvah” boğazına yapıştı.
Gün batımıyla Erbil-Kerkük arasında teröristler pusu kurmuşlardı. Guruplar hâlinde silahlarıyla yollara akın etmişlerdi. Geçen arabaları durdurarak şoförlerin paralarını yağmalayıp, keyiflerine göre de kimi zaman şoförü öldürüyor, arabayı yüküyle birlikte gasp ediyorlardı. Dur ihtarına uymayan aracı RBC 7 füzesiyle vurup arabayı yangın kümesine çeviriyorlardı. Şoför cesurca hareket edip arabadan atlarsa onu da otomatik silahlarla tarıyorlardı.
Arif, Kuştepe durağına vardı. Kamyonu park etti. Tekrar tekrar cep telefonuyla Hilmi’yi aradı. Nafile. Hiç cevap alamadı. Kuştepe’de Arif sabahladı. Gözüne hiç uyku girmedi. Hilmi ne geldi ne de Hilmi’den bir haber geldi. Zaten Arif’in arabasından sonra Erbil’den Kerkük istikametine üç– dört araba geçtikten sonra yolda başka araba görünmedi.
Kuşluk vaktine yakın Erbil–Kerkük yolu normale döndü ve arabalar yollarda görünmeye başladı. Hilmi toprak yolu aştı ve asfalt yolda beklemeye başladı.
Hilmi gelmedi!
Karşı tarafa geçti ve Kerkük’ten Erbil’e giden arabaların birine atladı. Kuştepe’deki dinlenme tesisinden yaklaşık otuz СКАЧАТЬ