Название: Kazıgurt Öyküleri
Автор: Nurgali Oraz
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6852-05-1
isbn:
– Evet, sen gelmişsin bile, -dedim ben, kendim ne söylemekte olduğumu anlamamıştım.
– Siz demin çalışırken şarkı söylediniz, -dedi o. – Yavaşça… Sadece mırıldanarak.
– Mümkün. Öyle şeyler olur bizde.
– Benim daha önce duymadığım bir şarkıymış. Adı ne?
– Bilmiyorum, -dedim ben ensemi elimle sıkarak. – O, belki, sadece sana değil, genel olarak, halka malum olmayan, sadece burun altından mırıldanarak söylenebilecek bir şarkı olsa gerek. Yalnızken insan ne diye mırıldanmaz ki!
O, gümüş çan gibi şıngırdayan gülüşü duyuldu. Sonra, o sefer bizim köye geldiğinizde çizdiğiniz resmi gösterir misiniz, diye rica etti. Hay aksi, o zaman yazdığım peyzajları buradaki büyük bir şirketin açılışında hediye etmiştim. Sadece çerçevesiz eski bir çalışması kalmıştı. Raftan alıp onu uzattım.
O, kendisinin doğup büyüdüğü dağ eteğindeki köyün küçük bir kısmını pencereden izliyormuş gibi tablodan gözünü ayırmadan uzun süre baktı. Ben onun yüzüne tekrar tekrar bakarak gönlümdeki sorunun cevabını arıyordum adeta. Şakağından aşağı doğru inen mavimsi izi net fark ettim, yoksa usturayla tıraş mı oluyordu…
O, benim neden rahat edemediğimi hissetti sanırım, tablodan gözünü ayırmadan:
– Çooook pahalı bir Fransız kremini sürüyorum. Fakat o sadece iki üç gün etki ediyor, sonra tekrar çıkmaya başlıyor, -dedi.
Ümit ondan sonra bir ay boyunca atölyeye kesintisiz geldi ve aniden bana söylemeden köyüne dönmüşçesine birden kayboldu. Bir gün, üç gün, beş gün geçti. Altıncı gün olduğunda benim aklım başıma geldi. “Aman Allah’ım, neden hemen aklıma gelmemişti. Onun kullanmakta olduğu kremi bitmiştir. Fransız kremi, çok pahalı demişti ya!”.
Hemen giyinip atölyeden çıktım ve merkezdeki bir tanıdık doktorun çalıştığı polikliniğe doğru gittim. Bahsettiği krem gerçekten de çok pahalıymış!
Ondan sonra satılır diye düşündüğüm tablolarımı oraya buraya taşıyarak, merkezdeki zengin insanların ofislerini dolaşıp, her birine yalvarıp yarı fiyatına zar zor satarak Fransızların o pahalı kremini satın aldım, Ümit’in yurdunu nasıl arayıp bulduğumu ayrıntılı olarak söylemesem de olur.
O, medresedeki dindar kızlar gibi sadece yüzünü göstererek kafasını beyaz ipek başörtüsüyle sarmış.
– Ya, bu siz miydiniz? -deyip, beni gördüğü zaman zor gülümsedi. Fakat gözleri bulutlu gölün çehresi gibi kararmış, hüzünlenmişti.
Çay hazırlamak istemişti ama dilim damağım kurumuş olmasına rağmen kabul etmedim.
– Resim çiziyor musunuz? -diye sordu.
– Evet.
– Ne gibi resimler?
– Çeşitli… Genelde resim deyince duramadan konuşan tavrım kaybolup, dilim bağlanarak, konuşacak söz bulamayıp düşüncelerimi ifade edemedim. Vedalaşırken cebimdeki pahalı kremi ona fark ettirmeden masanın üzerine bırakıp gittim…
… Bugün de şanslı bir gün oldu. Sabah saat dokuz surlarında belediyede çalışan iki memur gelerek yakın bir zamanda bitirdiğim tablomu satın aldılar. Benimle hiç pazarlık bile yapmadılar, eski binanın içindeki atölyemi beğenmeyerek, alelacele gitmiş gibi göründüler gözüme. Kendi aralarındaki konuşmalarından fark ettiğim kadarıyla onlar benim tablomu T. şehrinin kuruluşunun 2000.Yıldönümü münasebetiyle hazırlanan şenliğine gelecek yabancı misafirlere hediye edeceklermiş. Yazlık gömleğinin düğmeleri kopacakmış gibi duran büyük göbekli sarı adam: “Kolay kurtulacağız” deyip kıkır kıkır güldü. Belki, benden değil, yabancı misafirlerdendir. Olsun, kim hediye etse de, kime hediye etse de sanat halkın arasında yayılmalı, dağıtılmalı değil mi? Er ya da geç ona değer verecek birileri bulunur.
Öğlene doğru Ümit geldi. Ben bugün ansızın nasıl zengin oluverdiğimi söyleyerek övünüp, akşamleyin şehir dışındaki “Sayalı Bak” (Gölgeli Bahçe) lokantasına gidelim diye teklifte bulundum. O, gülümseyerek kafasını salladı.
O-o-o, biz bugün ne kadar bahtlıyız. Sayalı Bak’ın tepesinden bakarak dingin bir şekilde duran merhametli gece benim anam gibi lacivert kadife cepken giymiş. Lacivert kadife cepkenin üzerine takılan parlak düğmeler gibi ışıldayan bembeyaz yıldızlar ne kadar da harika!
Baht dediğinizin kendisi de insanın gönül âlemine göre, onun gönlüyle ilintili bir şeymiş. “E-ey, baht, ben senin sırrını anlayıp, gizemini çözdüm! Sen şu yeryüzündeki insanlar olmadan yaşayamazmışsın. Senin kıymetini bilen de, bilmeyen de, seni yükselten de, yükseltmeyen de bu yeryüzündeki insanlarmış!” demek istedim neşelenerek.
Ben Ümit’in remini çizmekteyim. O, atölyeme her gün geliyor. Uzun süre oturuyor. – Resim çizmek de zormuş ya, diyor şaşırarak. “Bu sadece resim çizmek değil, sanat, betimleme sanatı” diyorum. – Burada boyaların konuşması, şarkı söylemesi, dans etmesi gerekir!
Ondan sonra ben ona kutsal sanattan bahsedip, yedi kat gökyüzünden gelen tılsımlı düşünceleri anlatmak istedim. Böylece, konuştukça coşarak kendimi unutuyorum. Onu da unutuyorum.
Gün geçtikçe ona alışıyor ve kendime yakın hissediyor gibiyim. Biraz gecikirse meraklanarak bekliyorum. Gelmezse onu arayarak yanına gidiyorum. O, benim hayattaki çiftime, bu zamana kadar bakımsız kalan ıssız yerdeki eski bir kümbet gibi yalnızlık içinde olan iç dünyamın bekçisine dönüşmüş gibi sanki.
Bugün işte ikinci gün, Ümit atölyeye uğramadı. Öğleye kadar sabırsızlıkla bekledim ve yine gelmemeye mi başladı diye düşünerek sabrım tükenip, aceleyle giyinip otobüs durağına doğru yöneldim. İstikametim belliydi… Onun neden gelmediğini de içimden hissediyorum.
Yine o.. Bitmiştir! O neden bu kadar pahalı? Bizim için… Elbette, bizim için pahalı. Bundan dolayı biz: “Allah kaderimize yazdı, biz de boyun eğdik” diyoruz. Zenginler için ise hiçbir şey değil. Onlar yani Allah’ın yazgısına karşı da mücadele edebilecekler mi? Tövbe, tövbe, ben ne diyorum ya?
Fakat artık borç isteyecek de kimse kalmadı. Bu zamana kadar borç isteye isteye arkadaşlarımın da, tanıdıklarımın da huzurlarını kaçırdım, onlar beni görünce arkalarına bile bakmadan gidiyorlar.
Yurda gittim. Ümit ile görüştüm. O, yine kafasını başörtüsüyle sarmış… Şimdi ne yapacağım? Hiçbir yere gitmek istemeyerek atölyedeki tahtanın üzerine kıyafetimle uzanıverdim.
Sabahleyin sertleşmiş ekmek ile su içerken son bir ayda Ümit’in portresinden başka hiçbir şey yazmadığımı düşündüm. O portre ise, tabi ki, satmak için değildi. Kendim için yapılan bir eser. Henüz bitmedi. Bir şey eksik gibi. Ancak neyin eksik olduğunu bilmiyorum…
Ben, Ümit’in portresinin önüne gidip gözümü СКАЧАТЬ