Название: Kazıgurt Öyküleri
Автор: Nurgali Oraz
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6852-05-1
isbn:
Balık etli Balağız yengemiz ile Boranbay Baron’un evlilik hayatının mutluluğu uzun sürmedi. Başkasından söz etmek bir yana, gece yarısı onların evlerinden kavga ve bağırış sesleri duyulurdu. Bu kavgaların sonunun nasıl bittiği köyümüzün sakinlerinin malumudur.
Bir gün Boranbay Baron erken uyandı:
– Kalk, kadın, giyin çabuk! -diye uyumakta olan eşine seslendi.
– Sabahın köründe ne telaşı bu aciz herif! der, Balağız yenge sıcak yatağından kalkmak istemez. Balağız daima “s” sesin yerine “ş” kullanırdı. – Rahat bırakır mısın adamı…
– Çabuk ol, babanın eve gideceğiz!
– Nereye?
– Sozak’a.
– Ne-ne? Şozak’a mı?
– İnleme be, kalk diyorum! Babanın evine gideceğiz.
– Düş mü gördün, biçare?!
– Hey kalksana, “biçare-hakir” diye yatmaya devam edecek misin? Hızlı ol kadın, sabah otobüsünü kaçıracağız birazdan!
Boranbay Baron, vazgeçmez ve o gün Balağız yengeyi de peşine takarak sabah otobüsüne binerler. Çimkent’e geldiklerinde tepedeki çarşıya giderler. Ufak tefek alış veriş yaparak, yengenin elindeki siyah çantasının çift gözünü de doldurur. Çarşı kapısı önünde bulunan 3 kuruşluk sodadan içer. Otogara gelip, Sozak’a kadar iki bilet satın alır. Baba ocağına siyah çantanın çift gözünü doldurarak gitmekte olan Balağız yengenin gönlü tok, memnun olsa gerek:
– Dondurma alıp yiyelim, der kocasına nazlanarak. Çoğu zaman sesini yükseltip azarlayan Boranbay, bu sefer sesini dahi çıkarmaz. Gidip dondurma getirir. Sonra ikisi de gazete bayisinin yanında dondurmalarını bitirirler. Balağız yengenin elindeki dondurma yerken erir ve üstüne, yeşil kadifeli elbisesine damlayarak, kirletir.
– İnek gibi yalıyorsun, -dedi Baron.
– Yahu, biçare, serseri!, der acı dilli yenge, kendi hakkını vermeden.
O anda Sozak’a giden otobüs de gelir park yerine. Balağız yengeyi otobüsteki yerine götürüp yerleştirdikten sonra:
– Ben bir su içip geleyim, der Boranbay Baron, – Gidip geleceğim!
– Ben de susamış gibiyim, der yenge de.
– Ya, bir dur. Beraber su ararken siyah çantayı kaybedeceğiz. Endişelenme, sen otur!
– Aman, Allah’ım. İçmiyorum o halde!
Sonra, Boranbay Baron otogarda kendi eşini kandırıp, yönü belli olmayan tarafa doğru fırlar. Peşine baka baka kaçmaya devam eder. “Of, kurtuldum mu, kurtulmadım mı?” diye düşünür. Muhtemelen kurtulmuş olmalı. Çünkü peşinden gelen kimse yoktur.
Balağız yenge Sozak’a giden otobüste kocasını çok bekler, gelmeyince kendi kendine konuşup azarlar, beddualar edip yola devam eder.
Bu olaydan sonra ikisi de tekrar görüşmedi…
İşte, o günden sonra uzun yıllar geçti. Yetmişlerin ortasında, yaş bir çubuğu at gibi binen çocuklar, yani bizler de büyüdük. Kimi zaman bir kırbacın sapı gibi kısa, kimi zaman ise sonsuz uzunlukta görünen bu hayatta, her birimiz gücümüzün yettiği kadar kendimize yer bularak, dirlik içinde yaşam göçünü ileri taşımaktayız.
Bir zamanlar bizim çocukluk hayallerimizi zenginleştiren serseri Boranbay Baron, bu dünyada elli dokuz yıl geçirmiş ve geçen sonbaharda ansızın aramızdan ayrılmıştır. Ayrıca, o da cuma günü ve hastalanmadan ebediyete intikal etti. İmamlara göre, … Doğru ya, onu sizde biliyorsunuz artık!
Arkasında bir eser kalmadı Baron. Bu faniden soyunu sürdürecek evlat bırakmadan gitti. Tabii ki, ondan dünyaya gelecek bir çocuk diğerlerine nazaran farklı olurdu. Özgürlüğü çılgınca seven, iyi bir yiğit… Yazık. Boranbay Baron’un soyunu sürdürecek böyle bir çocuğu öz kanından dünyaya getirmemiş olmaları üzücü. Bir ailenin ocağı söndü, izi dahi kalmadı…
Evet, ha! Boranbay Baron’dan geriye kalan bir mirası var gibi. Bu miras köyümüzün yanındaki koruda yetişen ters bir ağaç. Köylüler çok uzun zamandan beri, o ağaca böyle bir isim takmış. Bir bakışta etrafındaki diğer ağaçlardan farklı görünmüyor. Ancak geçmişini öğrendikten sonra ağaca tekrar dikkatlice bakıldığında, bazı farklılıkları fark edeceksiniz.
Hikâyesi kısaca şöyledir. Bir gün Erkebay dayımın bizden bir-iki yaş küçük oğlu, ayva tüyü gibi sarışın Antay, daha yaş bir çubuğu at gibi binip, koruya doğru “rüzgâr gibi esip” gelirken, Boranbay Baron’la karşılaşır. Baron parmağıyla işaret ederek yanına çağırır ve seke seke gelen “kahramanın” bacağı arasındaki “atını” alıkoyar.
– Ah, aptal, der Antay’a bakarak. – “Yazık değil mi? Bu da tıpkı senin gibi bir çocuk”… Sonra elindeki yaş çubuğu killi bir yere saplar. Kerata Antay, onun çubuğu ucundan ters sapladığını fark eder. – Baron dayı, bu asla böyle yetişmez! – Çünkü siz onu düzgün bir şekilde saplamadınız!
Boranbay Baron geriye dönüp bakar ve gerçekten yaş çubuğu tersinden sapladığını görür. Fakat kendisini alay etmek isteyen, gözleri pırıl pırıl olan ayva tüyü sarısı çocuğa bakarak:
– Yeti-şiir! -der, sesini uzatıp. – Baron sapladığı çubuk yetişmemesi mümkün değil! Gerçekten, bu çubuk daha sonra yetişir. Diğer ağaçlara bakıldığında baş tarafı gür kalın, yüksek bir karaağaç olur. Bu karaağaç yaprak açtığı zaman, koru tarafından ilerleyen Boranbay Baron’un kıvırcık saçı gibi uzaktan belirirdi. Yol kenarında yetiştiği için, odun kesmeye gidenler atı ve eşeği bağlar. Ayrıca çocuklar da bu ağaca tırmanırlar. Çünkü bu karaağaca kuşlar yuva yapar.
Muhtemelen, Boranbay Baron’dan bize kalan tek eser budur…
BİZ, O, “MERSEDES” VE AŞK
Biz onu ilk gördüğümüzde beğendik, delicesine âşık olduğumuzu hemen anladık. Hatta onun yaşı, vücudunun kıvrımları, endamı, elbette aklıyla bizimden büyüktü, daha yetişkin olduğuna bakmadık. Çünkü öylesine beyaz tenli, tüm güzellikleri kendisinde öylesine toplamış bir kızı daha önce köyümüzde görmemiştik. Çölün sıcak bozkırında yakıcı güneşi, amansız kurutan esmer, koyu tenli kızlar kolay bulunur. Onların arasında tabii ki, güzel, СКАЧАТЬ