Unuttuğu eşyasını almaya mı ya da yeni komşusunun durumuna bakmaya mı geldi işte belli değil, ama Cayloobay köyüne bir kere daha geldi.
Hangi serveti var ki onun? Atını bağladığı direği, hayvanlarını ayıran ambarı, üç iş taşı ve ocağı var. İşte köy diye övündüğü babasından kalan barınağı burası.
Evi gözüne güzel göründü ve içeriye girerek gönlü biraz rahatladı. Kuzmin’in gözüne pek değerli bir şey gibi gözükmüyor. Cayloobay’ın evi, hiçbir zaman yaşaması mümkün olmayan ıssız, görkemsiz bir şeydi onun için.
Üçü üç yerde oturuyordu. Sarışın kızının ev işlerine bakma gibi düşüncesi yoktu hâlâ, kırmızı kanatlı büyük kelebekleri tutmayla uğraşıyor, ona ulaşamadığı zaman hiç üzülmeksizin gözleri gülüp kendi kendine seviniyordu.
Büyük siyah tebeteyi gördüğünde hemen annesinin yanına giderek oğlak gibi gözleriyle bakıp durdu.
Cayloobay selam verdi. Çanağını çıkarıp sevindi ve neşelenerek kadına uzattı. Cayloobay ona “sarışın kadın” diyordu.
– Kuzmin, oturacak yer diye “ogorod” (bahçe) tarafını eliyle işaret etti, bak işte olmadı dediği için sesinin kaygılı olduğu hissedildi. Hepsini kazmış kökleri ise solmuş ve siyah nazar boncuğu gibi görünüyorlardı. Komşusu ise bu ektiği otun olmadığını anladı. Biraz kuruyan kökünü eline alarak “bunu biraz sulamak gerek galiba” diye düşündü.
Tabi ki Kuzmin’in memleketinde bu ot ekiliyordu. Orada sık sık yağmur yağıyor nem de var çiy de yeterliydi. Bunlarda nehir yok avlusundaki kuyudan su içerler. Ekilen bitkiyi sulamak için nehri çevirerek arık yapma düşüncesi onların rüyalarında bile akıllarına gelmemişti.
Susuzluktan ölsün demiş mi Hazreti İmparator? Kuzmin çok düşündü. Dedesi, babası ve kendisi başını bile kaldırmadan ter döktüğü topraktan Volskiy efendisi, dört tarafı yüz arşın arazi ayıramaz mıydı? Buraya kadar gelmezdi! Yok, öyle yapmadılar, “gidin” ve “toprağı alın” dediler haritada belirlenen yere geldik.
Gelenlerin yetersizlikten ve kuraklıktan nasıl kurtulmaları üzerine düşünceler buradaki efendilerin aklına hiç gelmemişti bile.
Yazın tam ortasında “kahraman han arık kazdıracakmış” haberi yayla töründe uykusundan uyanamayan halka hemen duyuldu. “Kahraman han arık kazdıracak bedelini ödemez aşar13 olacak mı? Tabi gideceğiz nasıl olsa halkız” dediler.
“Ben gidemem çocuklarım daha küçük hayvanlarım da dağılabilir” diyenler de oldu. Herkes de bu aşara gitmek istemez. Ama kahraman adına her yerden geldiler tıpkı bir törene dönüşmüş gibiydi. Bunu halk uzaktan görüyordu.
Arığın başında Şabdan duruyordu. Sarı Özön’de gökyüzüyle aynı yükseklikte bulunan dağların her çukurundan akan sulara uygun olarak “yabani” denilen yerli tarımcıların pirincine, diktiği ağaca ve mısırına arık çevirmeye başlanmıştı.
Bu iş daha geniş tarlalara kadar uzanmaya başlamıştı. “Yeni kardeş” denenlere de suyun ulaşması için, bazı yerlerde artık su akmayan arıkları genişletmek ve bazı yerlerde ise yeni arıklar kazmak uygun görülmüştü.
Gelen halk hayvan keserek kazanlarla et pişirdi. Gökyüzüne kadar duman yayıldı ve herkes içtenlikle konuştu, atlar bile kişnediler. Etraf çok haraketliydi.
Arık derenin ta yukarısından başlayarak çevrilecekti. Biri gömlek giymişti, biri pantolonunu sıvayarak çalışıyordu. Bu tuzemçilerin kuvvetli oldukları dışarıdan bile gözüküyordu. Onlar kalın ağaçları kesip getirdiler üçünün başını birleştirerek bağlayıp üstüne taş koydular, su akıntısına dayanması için “kara öküz” yaptılar.
–Hadi dedi Şabdan arık yatağını çizelim, şimdiden halk kendi payını ayırsın.
Köyün aksakallarına söz verildi. Ama hükümetin habersiz kalmaması için yerli müdüre sözü sezdirmeden aktardı tercüman.
Müdür ise gözlerini biraz oynatarak:
–Böyle bir iş için dedi biraz düşünelim, bizde şimdilik mühendis yok.
Şabdan ise:
–Bizde var dedi gülümseyerek.
Müdür ise mühendisin ne olduğunu bilmeyen bunlar mühendis var diyorlar. Bu kadar da yalan olur mu diye düşündü ve onlara gerçekten şaşırarak baka kaldı:
–Getir o zaman dedi Şabdan. Kimi getireceklerdi?
Minicik eşek! Eşeğin heybesinin iki gözüne elenen kum yüklenmişti.
Müdür tercümana dikkatle baktı “bu mu mühendis?” diyormuş gibi. Eşeğe bakarak güldüler.
Şabdan dalga geçtiklerini hissetti:
–Başla! dedi o da güldü.
İki ihtiyardan biri beyaz renkli eşeği tutarak diğeri ise ardından yürüyerek arığın ölçüsünü alıp dağ eteğinden başlayarak dümdüz gittiler.
Heybenin iki gözünün dibi ince neşter ile delinmişti iki delikten sarı kumlar çizgi gibi dökülüp eşeğin iki tarafından iki çizgi olarak düşüyordu. Eşek doğal olarak inatçı bir hayvan olduğundan yükü ağır olsa da yürüyeceği yer yamaç da olsa dengesini sağlayarak dümdüz yavaşça hareket etme gibi özelliği vardı.
Çizginin sonuna kadar yapılmasını beklemediler.
Şabdan, “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek çizginin tam ortasına arığın başından başlayarak ketmenle14 kazmaya başladı.
“Hadi!”
“Allah yardımcımız olsun!”
“Başlayın!”
Herkes birbiriyle konuşup tıpkı köydeki at yarışmasındaki gibi heyecanla başladılar.
Arığın aşağı tarafının ucu görünmeye başladı. Şabdan, tabanı biraz hizaya gelmeye başladığı zaman su gelecek şekilde bakıp, arığın tabanına suyun geleceği tarafa yatarak iki ayakkabısının ucu biraz görünürse “derhal gelecek”, eğer ayakkabısı tam görünürse o zaman biraz daha kazmak gerekir diye söyledi.
Müdür ise Şabdan’ın hep yanında, arığın içinden özenle yürüyerek geldi.
Şabdan çok mutluydu:
–İyi, iyi diye övdü işi severek yapın, su akarsa iyi olacak, akmazsa üzülürüz, su yavaş akmalı, yavaş.
Biraz durdu:
–Ta dağ eteğindekilere de ulaşsın, yiğitler.
–Oo dedi birisi orası çok yüksek!
–Yok, СКАЧАТЬ
13
Kırgızlarda toplu olarak karşılığını almadan bir şey yapmak
14
Kazma aleti