Karım Yonca abarttığımı söyleyerek bana kızıyordu. Gerçekten abartıyor muydum?” Hayır hayır, ben sağlığımız için sadece doktorların dediğini yapıyordum.
Ne var ki kızımın annesine laf anlatamıyordum. “Yeter artık! Nedir bu telaş bu korku? Anladık mesafeli davranıyorsun ama beni de sinir ediyorsun. Böyle devam edersen…” Yonca bunu söylerken yerimden doğrularak “Ee, böyle devam edersem?” diye sordum. Yonca cevap vermedi, kızımın yanına gitti. Kovid-19 çıkalıdan beri Yonca’ya her hareketim, her konuşmam batıyor gibiydi.
O, çalıştığı bankaya gidemediği için evde çalışıyordu. Ben de hastanede çalıştığım için iş yerime gitmek zorundaydım. Üniversiteden arkadaşım Başhekim, şüphe üzerine beni kendisi muayene etmiş, ateşim yüksek olmasa da tedbir amacıyla bir süre evde kalmamı istemişti. Zira Doktorların herkesten daha dikkatli olmaları, kendilerini hastalarından, aile bireylerini de kendilerinden korumaları gerekiyordu.
Hastaneyi arayıp tekrar test yaptırmak istediğimi söyledim. Temiz çıkarsa işime dönecektim. Evde huzurumuz kalmamıştı.
Başhekim, iki haftayı doldurmadan dönemeyeceğimi söyledi. Hastane tedavi gören Kovid-19’lularla doluydu. Başhekim, uzun yıllar Türkiye’de çalıştığından Türkçeyi iyi biliyordu, unutmamak için de benimle Türkçe konuşuyor, Türkçe kitaplar okuyordu. Başhekimle iyi anlaşan iki meslektaştık.
Yonca çocuk odasından dönüp karşıma oturunca deminki söyledikleri aklıma geldi. Dayanamadım sordum: “Böyle devam edersen demiş, devamını getirmemiştin. Ne demek istedin Yonca?”
Yüzüme bakmadan “Hiç boş ver.” diye cevap verdi.
Söylemesi için ısrar edince konuştu:
“Hastane de ateşini ölçtürdün, tedbir için evde kalman istendi… Bu yüzden bizden mesafeli duruyorsun. Ben de artık bankaya gidemediğim için evde çalışıyorum. Bu tedbire ben de uyuyorum… Ama senin gibi yapmıyorum.”
Gözlerinin dolduğunu hissettim.
“Daha açık konuşur musun lütfen… Neyi benim gibi yapmıyorsun?”
“Anlasana bizi üzüyorsun, güler yüz göstermiyorsun.”
Kalktı yemek masada duran bilgisayarını açtı, banka kağıtlarına bakarak çalışmaya başladı.
Ben de kalktım Mine’nin odasına gittim. Kapıdan baktım uyumuş.
Döndüm mutfağa gittim, buzdolabından limonata şişesini aldım. Yonca’ya seslendim. “Limonata ister misin.” Cevap vermedi, tekrar seslendim, yine cevap vermeyince sinirlenip Yonca’nın yanına gittim. “Yonca bana düşmanınmışım gibi davranma. Zaten bunalım içindeyim. Sinirlerim alt üst… Anlıyorum, senin de sinirlerin bozuk. Ancak ben hastanede çalıştığım için Kovid-19’a daha yakınım. Bu yüzden seni ve kızımızı kendimden korumak zorundayım. Sizi üzmek isteyebilir miyim? Kafama fena takıldı. Böyle devam edersen boşanalım mı demek istedin?”
Masadan kalktı “Asla!” dedi, ağlamaya başladı.
Yonca ağlayınca ben sustum. Kendini koltuğa bırakarak bir süre hıçkırarak ağlamaya devam etti. Onun da sinirleri fena hâlde bozulmuştu. Kovid-19’la ortaya çıkan kısıtlı, baskılı yeni hayat tarzına bir türlü alışamamıştı. Kızına, göz nuruna bile sarılamıyordu. Bu yüzden dünyadan, olup bitenlerden nefret ediyordu. Bana karşı özel bir tavrı yoktu. Aslında ben de aynı duygularla doluydum.
“Demek hıncını benden çıkarmak istedin ha?” diye takıldım. Gözyaşlarını silerek gülmeye başladı. Sonra birbirimizden özür diledik. Kucaklaşamadık ama birbirimize güler yüzle bakarak anlaştık.
Mine de uyanmıştı, yanımıza geldi ama yaklaşmadı. Gülen yüzlerimizi görünce o da mutlulukla güldü. Eskiden olduğu gibi komik hareketler yaparak Mine’yi güldürmeye devam ettik. Evde kalarak, mutlu olmayı, huzurlu yaşamayı öğrenmekten başka çıkar yol yoktu.
Dakikalar sonra hastaneden aradılar. Yarın test için bekliyorlardı. Sonuç negatif çıkarsa hemen işe başlamam gerekiyordu. Hasta sayısı sürekli arttığından giderek daha çok hekime, hemşireye, yardımcı elemana ihtiyaç duyulacaktı. Maalesef Başhekime de virüs bulaşmış, karantinaya alınmıştı. Onun işlerini Başhekim yardımcısı yürütüyordu.
Ertesi sabah hastaneye gitmek üzere evden ayrılırken Yonca peşimdeydi. Hüzünlü bir çehreyle bana mesafeli duruyordu. “İnşallah negatif çıkacak!” dedi. “Yine de çok dikkatli olmalısın! Ne de olsa hastane ortamı.”
(Avrasya Akademi Online Kuray Hikâye Atölyesi, Mart 2020)
ON YIL OLDU
Yeni hikâyeler yazıyordum…
Nihâyet son hikayemi de bitirdim.
Kahvemi içerken Alp Başkan aradı.
“Merhaba kardeşim, bu akşam dernekte Kitap sohbeti var, sohbete senin de katılmanı istiyorum… Gelirsen sevinirim.”
Tamam Başkanım, geleceğim.” diye cevap verdim.
Alp Başkan ile beraber derneklere ziyarete giderdik ve programlara katılırdık; Sosyal ve kültür faaliyet için çalışmalar yapardık.
Akşam oldu, sohbet için Ömer Seyfettin hikâyeleri kitabını aldım… Kitap dosyamı da kapattıktan sonra hazırlanıp evden çıktım.
Sonra Maria ile karşılaştım, merhabalaştık. Birbirimize hatır sorduktan sonra “Kitapların ne zaman Hollanda dilinde basılacak, artık biz de okuyalım değil mi?” diye sordu.
“Ben de isterim Maria… Ama biz de nasip derler. Bakarsın belki bugün belki yarın.”
Maria ile Hollanda vakfında beraber gönüllü çalışırdık ve arkadaş olduk… Güler yüzlü, her dinden ve milletten olan insanlara karşı saygılı, güzel insandı.
Bir süre daha sohbet ettik ve ayrıldık. Dernekte sadece Alp Başkan ve Hüseyin ağabey vardı.
Hüseyin ağabey çay ocağına bakıyordu; Kur’an okumayı ve sohbet etmeyi seven bir ağabeyimizdi.
Yarım saat sonra gençler geldi ve sohbete başladık… bu sefer uzun sürüyordu. Selim siyaset üzerine soru soruyordu… Ama Alp Başkan “Bu aksam sohbetimiz okuduğumuz kitap üzerine.“ diye müsaade etmedi. Selim de her genç gibi siyasete meraklıydı, “Biz de zamanında böyle değil miydik? Selim de elbet siyasetten daha önemli meselelerin olduğunu anlayacaktır.” diye umut ediyordum.
Konuşmaları dinlerken hikâyelerimi düşünüyordum… İçimde bir ses eksiklik var diyordu. “Acaba nerde?” diyordum içimden. Alp Başkan koluma dokunarak seslendi. “Hayırdır daldın.” dedi. “Yok bir şey Başkanım.”
Hüseyin ağabey çay verirken konuya katılıp СКАЧАТЬ